1. HABERLER

  2. HABER

  3. MEDYA

  4. Ahmet Taşgetiren Altınoluk Dergisinin Yazıişleri Müdürlüğünden Ayrıldı
Ahmet Taşgetiren Altınoluk Dergisinin Yazıişleri Müdürlüğünden Ayrıldı

Ahmet Taşgetiren Altınoluk Dergisinin Yazıişleri Müdürlüğünden Ayrıldı

33 yıldır Altınoluk dergisinin yazıişleri müdürlüğünü yapan Ahmet Taşgetiren görevinden ayrıldı.

06 Mart 2019 Çarşamba 00:20A+A-

Ahmet Taşgetiren’in ayrılık yazısı:

Altınoluk Dergisinin Mart 2019 sayısının sunuş sayfasında “Teşekkür ve Dua” başlığı altında kutu içerisinde şöyle bir açıklamaya yer verildi:

“Altınoluk dergimizin çocukluk ve gençlik yılları diyebileceğimiz 33 yıllık hizmet yolculuğunda bir nöbet değişimi söz konusu. Yazıişleri Müdürümüz Muhterem Ahmet Taşgetiren Bey, bu aydan itibaren görevini yeni bir kadroya devretmiş bulunuyor. Bir dergi için bereketli bir ömür diyebileceğimiz tam 33 yıl, heyecanından bir şey kaybetmeden, istikametini bozmadan, emaneti yere düşürmeden bugünlere taşımada çok büyük emekleri olan yol refikimiz ve dostumuz Ahmet Bey’e dergi ailesi ve okuyucularımız adına teşekkürlerimizi arz ederiz. Yüce Mevlamızdan bundan sonraki hayatında sıhhat ve afiyet içerisinde daha güzel çalışmalar için fırsatlar ve imkanlar sunmasını niyaz ediyoruz.”

Altınoluk’un geçtiğimiz 396 sayısında sunuşları bendeniz kaleme almıştım. 397'inci sayısında ise böyle bir teşekkür ve dua ile uğurlanışımızın haberi verildi.

Ne oldu, nasıl oldu?

Aslında Altınoluk dünyası için sürpriz bir gelişme olduğu muhakkak. Hadiselerin akışı içinden bu noktaya geliş hem beklenebilirdi hem de ihtimal dışı görülebilirdi. Ama oldu.

Daha bir ay önce Konya ve Karaman’da Altınoluk dergisinin imtiyaz sahibi Abdullah Sert Bey ile birlikte “Altınoluk toplantıları” yapmıştık. Okuyucularımızla tam altı buluşma gerçekleşmişti.

Yazıişlerindeki arkadaşlarla 400'üncü sayıyı konuşuyorduk.

Bir ay önce Osman Nuri Topbaş Hocaefendi ile Hüdayi Vakfı ve “Merhamet ve Müslüman” konusu etrafında yaptığımız mülakat dergide 16 sayfa halinde yer almıştı.

Yakında Murat Karaman ile Afrika’ya, Balkanlara, Azerbaycan’a ve Suriye’ye gitmiş, ardından Hüdayi Vakfı’nın tanıtım filminin metnini kaleme almıştım. Hüdayi Vakfı’nın ilk tanıtım filminin metni de yine Ahmet Taşgetiren imzası taşımaktaydı.

Önemli emek verdiğim son kitabım, “Psikolojik tahlillerle KUR’AN AYNASINDA İNSAN”ın Erkam Yayınevi bünyesinde basıldığı Abdullah Bey ile vedaya gittiğim buluşmada haber verildi. Henüz kitaplarımın tamamı Erkam bünyesinde bulunuyor.

Ve evet, 33 yıl sonra Altınoluk’ta değilim.

33 yıl çocukluk ve gençlik yılları mı idi, bence öyle değil. İlk sayısından itibaren diri, olgun bir yolculuğu oldu Altınoluk’un. 33 yıl, “dergiler mezarlığı”ndan bahsedilen Türkiye’de bir dergi için dolu dolu bir ömür niteliği taşıyor. Bu süreyi muhteva diriliği içinde, insicamını, istikametini kaybetmeden, zikzak çizmeden sürdürmek de Altınoluk’un ayrı bir vasfı. Ben Altınoluk bünyesinde geçirdiğim 33 yılı hayatımın en değerli zamanlarından biri olarak görürüm.

Peki ne oldu?

Türkiye uzunca bir süredir sancılı dönemlerden geçiyor. İktidarda dindar bir kadro var. Ahmet Taşgetiren de Altınoluk’taki yazı işleri sorumluluğu dışında gazetelerde köşe yazarlığı yapan bir insan.

Geçtiğimiz 33 yılda Altınoluk yazıişleri sorumluluğu yanında yazarlık da devam etmiş. “İslamcı yazar” tanımı Ahmet Taşgetiren’in köşe yazarlığı için yapılmış. Ne demek bu? İslam’la, Müslümanla ilgili bir derdi var, demek. Bu derdi taşımayı onur olarak gördüm hep. Altınoluk bir alan, yazı hayatı diğer alan, ama islamî sorumluluk cephesinden ikisi birbirini bütünleyen hizmetler. Merhum Musa Topbaş Efendi’nin (rh.a) Yeni Şafak’ta yazdığım yıllarda her karşılaşmamızda “Yaz Ahmet Bey yaz” dediğini en iyi Abdullah Bey bilir.

Sancılı süreç yaşanıyor, dedim.

Yazı hayatımda dindar siyasi kadrolara yönelik yazılar zaman zaman sorun oldu. Bir tabanı var siyasi kadroların, onlar heyecanla desteklenmesini istiyorlar, ama yazar, parti insanı değildir, ondan parti insanı gibi “taraftar”lık yerine doğru gözlemcilik ve sağlıklı değerlendirme beklenir. Yazar dışardan bakar ve yürüyen hareket içinde yer alanların görmediğini görüp, uyarmaya çalışır. “İslamcı yazar” dindar siyasi kadroların yürüyüşü konusunda daha duyarlıdır ve onları uyarmak daha hayati bir sorumluluktur. Çünkü siyasette ayak sürçmelerin İslam varlığına yönelik bedeli daha ağır olur.

Bu sebeple, Refah döneminde de eleştirel görüşlerimiz oldu, Ak Parti iktidarı döneminde de. Her iki dönemde de “Taban”dan tepkiler oldu, Ak Parti döneminde ise hem tabandan hem tavandan tepki aldım.

Ben ise ilişkimi “Destek ve murakabe” ekseninde değerlendirdim. Ve bunun dindar siyasi kadrolar açısından olumlu bir katkı olarak görülmesini arzu ettim. Çalışma masamın arkasında “Kalem suresi”nin ilk harfinin istifi vardır. İlk ayetler yazı disiplinimi oluşturmuştur. “Nûn vel kalemi vemâ yesturûn. — Kalem ve yazdıkları şahit olsun ki.” Kalem ve yazılanlar tanıklık edecek yarın mahşer ikliminde. O bilinçle yazmak başlı başına bir yazı disiplinidir. Bunun böyle görülmesini istedim.

Öyle olmadı.

Tepkiler tabandan ve tavandan Hüdayi Camiası’na kadar ulaştı.

Şunu ifade etmem lazım. Ben hiçbir dönemde ne yazılarımda ne tv konuşmalarımda ne de konferanslarımda “Erenköy Camiasının sözcüsü”olmadım. Evet Camia’nın dergisinin yazıişleri müdürlüğünü yaptım ama, Camia’nın karar merkezinin dergi olmadığını bu işten anlayan herkes bilir.

Ben eminim, Ak Parti iktidarının zirveleri de Ahmet Taşgetiren’in camia için belirleyici olmadığından adı gibi emindir.

Kaldı ki, Camia adına iktidara destek niteliğinde yapılan net açıklamalar vardır.

Camianın tabanına bakıldığında da Ahmet Taşgetiren’in değerlendirmelerinin değil, diyelim Hüdayi Vakfı adına yapılan açıklamaların bağlayıcı olduğu görülür.

Bu süreçte, Star’da yazdığımız bazı yazılar gazete bünyesinde gerilime yol açtı ve Star’dan ayrıldım.

Bir ara Vakıf’tan bir heyet Erkam Radyo’daki çalışma ofisime gelerek “Yazı yazmamam”ı rica etti. Ben o ara Erkam Radyo’da sabahları yaptığım “Medya ve Gündem Analizi” programını bıraktım. Bir süre herhangi bir gazetede yazı yazmadım. Neredeyse bir yıl oldu, yazmıyordum, ama bir yazar olarak sorumluluğum yok muydu, muhalefet insanı değildim, politikacı değildim, bütün yazılarım siyasi yazı niteliğinde değildi, niçin yazmayacaktım? Yazmaya karar verdim ve Karar’ın epeyce bir zamandır yapmakta olduğu teklifi kabul ettim.

3–4 ay mı oldu, evet.

TV-5'teki program… Yine bir toplantı:

-Tepkiler var, ne yapalım?

Dedim ben:

-Ben Altınoluk çıktığından beri gazetelerde yazıyorum. Altınoluk ise siyaset yapmıyor. Altınoluk’ta da siyaset yazısı yazmadım. Ben cemaatin sözcüsü değilim. Benim bütün yazılarım siyasi yazı da değil, muhalif yazı da değil. Bugüne kadar da benden Altınoluk dışında yazmamam, konuşmamam istenmedi. Şimdi neden “Ya Altınoluk ya yazılar?” deniyor?

O ortamda “Cemaatin siyasileşmesini doğru bulmadığımı” söyledim. “Eğer bir tercih yapmam isteniyorsa yazmaya devam etmek isterim. Bu Altınoluk’u bırakmak demekse bırakırım.” dedim. Oradaki kişilerin buna hazır olduğu izlenimini aldım. Ertesi gün de Abdullah Sert Bey ile görüşerek ayrılış sürecini başlattık.

Bu görüşmelerde Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin “Yazılarınızdan çok istifa ettim. Bu bir iltifat değil, samimi hislerimi söylüyorum. En büyük üzüntüm yazılarınızı okuyamamak ve sizin üzülmüş olmanız” demesi içimde saklı kalacaktır.

Altınoluk bünyesinde 33 yıllık beraberlik demek, Türkiye’nin doğusu batısı, kuzeyi güneyinde yüzbinlerce insanla hukuk paylaşımı demektir. Söz söyledik, sohbet ettik, yedik içtik… Tuz — ekmek hukukumuz var. Herkesten helallik diliyorum.

33 yıl süreyle hizmet zemini açıldı, şükranlarımı sunuyorum.

Siyaset zemini birbirimizi yargılayıp dışladığımız bir zemin olmamalı. İnsanların üstünün çizilmesi kadar büyük zarar yoktur bu tür süreçlerde. Birini vazgeçilmezleştirip, diğerlerini yokluğa mahkum etmek değildir İslam’ın insan ilişkisi. Bu tür olaylara bir de bu açıdan bakıp değerlendirmekte yarar var. Ana dava ne? Kim nereye düşüyor o davadan bakıldığında? Ana mesele bunu doğru görmek…

Kalbi selamlar, dualar…

……..

Burada kayda geçilmesi gereken bir şey daha var.

Tv 5'teki programda şöyle demiştim?

“12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat döneminde yazdım, kendimi bu zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim”

Ne dersiniz yanlış mı söylemişim?

HABERE YORUM KAT

6 Yorum