1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Türkleşen Kürtler Kürtleşen Türkler
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkleşen Kürtler Kürtleşen Türkler

29 Aralık 2010 Çarşamba 00:42A+A-

Başlık kimilerine kışkırtıcı gelebilir. Her bir kimlik "ideolojik" olarak bir saflığı, karışmazlığı temsil ederken, bunu yanlışlayan örnekler olarak böyle geçişlerden bahsetmenin günahkârlığı ortada. Ne demek Kürtleşmek, Türkleşmek?

Muhtemelen, bir toplumsal gerçeklik olarak değil bir ideolojik kurmaca olarak etnik kimliğe yaslanan her iki taraftaki milliyetçilik, "aynı öfkede" birleşecektir. Çünkü karışmak demek, kimliği saflığında hakikileştirme işine meydan okumak, onun "ilahi" kurgusuna itiraz etmek demektir. Eğer bir Türk Kürtleşebiliyor, ya da bir Kürt Türkleşebiliyorsa, o zaman kimlik milliyetçiliğinin içeriği boşalıyor demektir. Bir kişinin dahi böylesine saf değiştirebilmesi, herkesin saf değiştirebilme potansiyeline işaret eden bir imkândır. Bu durumda sahip olduğumuz kimlik, doğallıkla taçlanan var oluşsal bir kategori olmaktan çıkar, bir kültüre ve bir tercih konusuna dönüşür. Kimliğin kendisi elbette kültüre aittir, bu dünyalıdır, tarihsiz değildir, dün olduğu gibi yarın da başka bir kalıbın içinden boy verebilir, ama kimlik bayrağını yükseltmiş, yanına da kendi hayatını koymuş olan insan, "apaçık" kimlik hakikatiyle büyülenmişken "bilimin bu tür safsatalarıyla" ilgilenmez.

Türkleşme ve Kürtleşme konularından bahsederken, /ideolojik saf tutanların aklınca/ "bugünkü mücadeleyi ilgilendirmeyen, çok uzak hatıralardaki" nihayetinde de sadece "iddia düzeyinde olan" aşiretlerin geçişinden bahsetmiyorum. O tür çalışmaların ürünleri bugünün ideolojik kimlik sahiplerince müstehzi bir gülümseyişle karşılanır ve manipülatif amaçlara yönelik olduğu varsayılır. Öyleyse korkulacak bir durum yoktur. Dünkü geçişlere ilişkin "rivayetler"den bugünkü kimlik hakikatlerine halel getirecek bir sonuç beklenmez. Fakat bir de şu "kan meselesi" ve "onun oranları" hususu vardır. Geçmişte olduğu gibi bugün de insanlar ideolojilerin kriterleriyle evlenmediler, gönüllerinin sesini dinlediler. Bazen en keskin saflarda yer alanlar bile gönüllerine teslim oldular ve sevgilerini günahın ateşinde bir kat daha bilediler. Onların çocukları da o Amerikan oranlaması doğruysa, belirli yüzdelerle farklı etnik kimliklerin "kanlarını" aynı bedende taşımaya başladılar. Bu apaçık "karışma" karşısında çaresiz kalan etnik kimlikçiler, bu kişilere bir başka millet muamelesi yapamayacakları için, ehveni şer olarak, "tarafını seçme" şansını tanıma eğiliminde oldular. "O kişi kalbi kimin için çarpıyorsa artık oradan olacaktı" ve bu seçme her ne kadar saflık idealiyle tuhaf bir karşıtlık oluşturuyorsa da buna razı olmaktan başka yapılacak bir iş yoktu.

Aslında Türkleşmek ve Kürtleşmek ile kastım bunlar değil. Şunu biliyoruz: Hakikaten olağan zamanlarda kimliklerin karışımı çok daha fazla olur, sert, çatışma dönemlerinde ise bu biyolojik karışma azalır. Kimlik saflarına çekilen insanlar, tehdit olarak gördükleri ötekilerle kendilerini ayırmak isterler. Buraya kadar doğru... Fakat tam da işte bu noktada başka bir doğru, Kürt meselesinin çözümü bağlamında da önemli bir imkân şu şekilde ortaya çıkıyor. Çatışan kimliklerden bahsetmek demek, bu kimliklerin ilişkide olduğu bir sınırdan, karşılıklı bağlardan, çatışmanın hayat bulduğu ortak bağlamdan ve nihayet mücadele ile "pay edilmek" istenen maddi ve moral değerlerden oluşmuş bir repertuardan bahsetmek demektir. O zaman her kim zikredilen sınırların keskin bir ayrım çizgisi oluşturduğunu söylüyor ve iki kimliğin benzemezliği üzerine nice kanıt getirmeye çalışıyor olursa olsun, gerçeklik, çatışmaya ve kimlikçilerin bu canhıraş çabalarında kayıtlı bir şekilde, ortaklıklara işaret ediyor. Yoksa zaten birbirinden kesinkes ayrı olan kimlikleri ayrıca ayırmak için çabaya ve çatışmaya ne gerek var?

Her toplumsal, politik, kültürel çatışma, evet, bir yandan saf tutan sert insanlar, diğer yandan ise, özellikle çatışmanın ve gerilimin temas alanlarında her iki kimliğe geçiş yapan, her iki kimliğin taraflarına seslenmek isteyen melezler doğurur. Ayırımcıları bu bütünleştiriciler takip eder. Savaşa çatışmaya olduğu gibi barışa ve uzlaşmaya da karar verenler "insanlar" değil midir? Dolayısıyla işte bu "insanlar" kimilerinin süreç sonunda öngördüğü "anlaşmayı" sürece taşırlar, herkesin bu yüksek maliyetli dönemi en az zararla atlatabilmesi için akıl ve duyarlılıklar temelinde her iki tarafa da seslenmeye çalışırlar.

Kürt meselesinde de özellikle gerilim ve çatışma mekânlarında çok miktarda böyle insanlar vardır. Melezlik sadece biyolojik bir vaka değildir, ondan çok daha önemli ve sonuç doğurucu olanı kültürel melezliktir ki, tam da Türkleşmek ve Kürtleşmek derken kastettiğimiz budur.

İki yıl önce Kürt meselesiyle ilgili bir toplantı için Erbil'e gittiğimizde, akşam yemek yenilen lokantada "Kürtler" halay tutmuş, bazı "Türkler" de bu halaya katılmışlardı. Bu tutum, halay üzerinden kendini açıklayan bir melezlik olarak kendini ortaya koymuştu. "Senin halayında" saf tutan "öteki" folklorda tecessüm eden özsel bir "hakikat"e tıpkı "senin gibi" ortak olmaya çalışıyor demektir. Bu "çalışma" bir anlama girişimidir. Yine Erbil'de gittiğimiz bir okulda küçük öğrenciler bizlere aynı türküyü üç dilde söylemişlerdi: Kürtçe, Arapça, Türkçe. Herhalde bu türkü üç dilde de söyleniyor fakat her dil kendine ait kabul ediyordu. Aynı türküde buluşan üç dil, saflığa karşı melezliği koyuyordu. Keza Kürtçe Türkçe söylenen türkülere katılmak, hep birlikte "yardan, ayrılıktan, kavuşmaktan, feleğe kahretmekten" bahsetmek, hayatın daha hakiki hallerinde türküler üzerinden ortak olmak anlamına geliyordu. Melezlikten söz etmek için mutlaka Erbil'e gitmeye gerek yok. Türkiye'de baştan beri bu melezlik rolünü politik/kültürel alanda üstlenmiş çok sayıda insan var. Onlar Kürt meselesine insan hakları temelinde çözümlenmesi gereken bir kardeşlik problemi olarak bakıyorlar ve yaşanan her olayı bu genel bakışlarının içinde anlamlandırıp bunun sözcülüğünü yapıyorlar. Özcü kimlik sahiplerini saflarına biraz daha çeken, biraz daha keskinleştiren eylemler oldukça, bu melezler, "kendi" taraflarına olduğu kadar "diğer yandaki" insanlara da kesinlikle onların anlayabileceği akıl ve duyarlılıkları esas alarak konuşuyorlar. Her çatışmanın doğurduğu "körleşmeyi" biraz olsun önlemeye, insanların birbirlerini görmelerine çalışıyorlar. Çatışma sürecinde ortaya çıkan her yüksek travma, "Bak işte bu da oldu, bıçak artık kemiğe dayandı, söz bitti, bundan böyle anlayış yok" haykırışları doğurduğunda elbette melezlerin işi zorlaşıyor. Onlar, her iki tarafın lanetlediği, manasız bir işle uğraşan, dünyanın gerçeklerinden habersiz insanlar muamelesine uğruyorlar. Fakat her defasında o melezler yine konuşmaya, yine melez olmanın getirdiği gözün, kalbin, vicdanın duyarlılıklarını dile getirmeye devam ediyorlar. Onca dökülen kana ve acıya rağmen Kürt meselesinde bugün geldiğimiz noktada çözüm umudu bu kadar güçlüyse, bunda en yüksek pay sahibi olanlar, hiç şüphesiz o melezler. Onlar, adı konmamış bir şekilde Türkleşerek ve Kürtleşerek hem kendi taraflarına hem de ötekilere konuşabildiler, duvarları aştılar, insani olanı, buna kan ve acı da dâhil, bölüştürdüler.

Siyasette, basında, üniversitelerde, entelektüel dünyada Türkleşerek ve Kürtleşerek kendini melezleyen, bu konumun getirdiği anlayışla konuşan yazan, bu ülkenin birliğine ve dirliğine katkı veren insanları tanıyorsunuz. Onlar melezliğin "güzel şey" olduğunu biliyorlar. Çünkü melezlik, kökenimizin bağlı olduğu "Hz. Adem'i" ve onun üzerinden de "çocuklarını" anlamak, tanımak, bilişmek için çok önemli bir kimlik biçimi. Türkleşmeye ve Kürtleşmeye devam.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT