1. YAZARLAR

  2. Rasim Özdenören

  3. Teori ve pratik ya da Türkiye'de laikliğin sefaleti
Rasim Özdenören

Rasim Özdenören

Yazarın Tüm Yazıları >

Teori ve pratik ya da Türkiye'de laikliğin sefaleti

22 Eylül 2011 Perşembe 03:52A+A-

Teori ile pratik her zaman mutlu bir dengede buluşamayabilir.

Teorinin söylediği doğrular ile pratiğin hedeflediği gerçeklik birbirinden farklı olabilir. Bu durumda ne olacak?

Teori, kendi soyut doğrusunu mu dayatacak; yoksa pratik, somut gerçeklikte hedeflediği istikamette yürüyüşünü mü sürdürecek?

Böylesi bir çatışmayla her zaman karşılaşılmıştır. İnsan, kendi doğrusunu inkâr etmek zorunda kaldığında ne hisseder? Kendi inancıyla çatışmaya düştüğü anda tercihi ne olabilir, ne olmalıdır?

Bu tür durumlarla Asr-ı Saadet'te de karşılaşılmıştır. Müslümanlar, imanlarına aykırı düşen ikrarlarda bulunmaya zorlandıklarında Allah'ın Resulü onlara, dayatılan istikamette beyanda bulunmalarını tecviz etmiştir. Açık bir ifadeyle, böyle bir durumda, şahadet kelimesini inkâr etme mecburiyeti altında kalındığında, bu inkâr imanı zarara uğratmaz, denilmiştir. Nitekim sahabeden bu şekilde beyanda bulunanlar olmuştur ve onlar Allah'ın Resulü tarafından teselli edilmişlerdir.

Bizim "Araplar Laik Olur mu" başlıklı yazımızda (16 Eylül '11, Perşembe) dile getirilen gerçeklik pratikte değindiğimiz nitelikte bir çelişkinin yaşanmasına yol açtı. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Mısır'da ve Libya'da laiklik vurgusunu öne çıkartan konuşması ile bizim laiklik üzerine olan mülahazalarımız böyle bir çelişkinin yaşanmasına yol açtı. Şöyle ki:

Bizim laiklik üzerine yıllardır vurguladığımız belli bir gerçeklik var: Türkiye, her ne kadar Anayasa'sında laik olduğuna dair bir hükme yer veriyor olsa da, bu ülkede gerçek anlamında bir laiklik yoktur ve (bu ülke kiliseli bir toplum olmadığı için) olması mümkün de değildir.

Türkiye'de laiklik, din otoritesi olan kilise ile devlet otoritesi arasında birbirlerinin işlerine müdahale etmeme zımnındaki bir uzlaşma olarak değil; fakat keyfî bir yorumla din ile devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulması biçiminde tanımlanmaktadır. Ve Türkiye'de zaten bu tanımlama yüzünden bu ülkede yaşayan insanlar kendi dinleriyle ihtilaflı ve nizalı hale düşmüştür ya da düşürülmüştür.

Oysa Hıristiyan ülkelerde insanların dinleriyle bir nizası söz konusu değildir. Eğer insanların bir nizası varsa, bu, din ile değil fakat kilise ile olan ilişkilerinde ortaya çıkar. Nitekim Türkiye'de laikliğin din ile devlet arasındaki ayrışma olarak tanımlanmasının sonucunda, Anayasa'ya, Ceza Yasası'na, Siyasî Partiler Yasası'na devletin dinî esaslar üzerine bina edilemeyeceğini dair yasaklayıcı hükümler getirilmiştir. Türkiye'nin yürürlükteki temel kanunları (Medenî Kanun, Ceza Kanunu vb.) Avrupa ülkelerinde dinî temele dayanırken, bu ülkede o yasalar dinî muhteviyatlarından boşandırılmıştır ve şimdiki halleriyle "laik" bir kisveye büründürülmüştür. Medenî Yasa'nın Türkiye uygulamasında nikâhın Belediye memuru huzurunda akdedilmesi zorunluluğu bu anlayışın bir sonucudur. Avrupa'da ve bütün Hıristiyan ülkelerde nikâh kilisede kıyılır. Türkiye'de ise dinî nikâh, belediye nikâhı kıyıldıktan sonra serbesttir; aksi takdirde suç sayılmıştır. (Neticede burası tapusuz araziler kadar, nesebi gayrisahih çocuklar ülkesi haline gelmiştir.)

Gene Türkiye'deki bu çarpık laiklik anlayışının sonucu olarak dinî ilkeleri kendine rehber ittihaz eden siyasî partiler kurulması yasaktır. Bu nitelikteki partilerin kurulması laikliğe aykırı sayılmaktadır. Oysa Avrupa (veya alelumum Hıristiyan ülkelerde) dinî esasa dayanan siyasal partiler kurmak serbesttir ve bu partilerin varlığını laikliğe aykırı saymak kimsenin aklına gelmez.

Bu konuları biz, ilke düzleminde ele alıyoruz. Yoksa pratikte bu ülkede dine dayalı siyasal partiler kurulsun mu sorusuna vereceğim cevap hiç de yazının gelişinden umulan beklentiyi karşılayacak nitelikte değildir. Yani biz bu ülkede dine dayalı, açıkçası İslamî ilkeleri kendine rehber edinmiş siyasal partilerin kurulmasını da istemiyoruz. Çok farklı ve açıklaması burada uzun sürebilecek nedenlerden dolayı...

Aslında bu yazıyı Sayın Başbakan'ın Libya'da yaptığı konuşmada, Libyalıları demokrasiye davet ederken söylediği bir cümlenin irdelenmesine ayırmak istemiştim. Fakat konu çok dallı budaklı olduğu için ona değinme fırsatım olmadı. Gelecek yazıda mukayeseli olarak bu konuya değinmek istiyorum. Demokrasinin Libya'da mümkün olduğunu, fakat laikliğin mümkün olmadığını, artı, demokrasi ile laiklik arasında bir temas noktası bulunmadığını başka bir yazıya bırakıyorum.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT