1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Suriye Üzerine, Saflar Daha Tehlikeli Şekilde Netleşirken..
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye Üzerine, Saflar Daha Tehlikeli Şekilde Netleşirken..

23 Mayıs 2013 Perşembe 06:33A+A-

[email protected]

Bu satırların sahibi, kalbini, beynini ve kalemini birilerinin körükörüne alkışlanması veya eleştirilmesine tahsis etmemiş; doğru bildiklerini savunmuş, yanlış bulduklarını belirtip gerekli gördüğü ölçüde eleştirmiş veya kendi ölçülerine göre, içinde bulunulan zamanın şartları açısından ‘susulmasını gerekli gördüğü zaman ve zeminlerde’ de öyle davranmıştır.

Böyle bir davranışın, başkalarının da aynı şekilde davranmak hakkının olduğunu prensip olarak görür. Onlar da sorumluluklarını üstlenerek, birilerini savunabilir, eleştirebilir veya suskun kalmayı tercih edebilirler elbette..

Ama, bir taraf, sadece kendisinin doğru dediklerini doğru bilir ve görürse, orada problemler vardır.

Bir ideal ve temel ilke olarak yapılması gerekenleri ve imkan varken yapılamayanları ve de imkan ve şartların anlaşıldığı kadarıyla münasib olmaması yüzünden, yapılmasından uzak durulan hususların değerlendirilmesi, elbette ki, Tayyîb Erdoğan’ın izlediği siyaset için de geçerlidir.

Meselâ, K. Kılıçdaroğlu’nun, 17 Mayıs günü Bruksel’deki Avrupa Parlamentosu Sosyalist Blok Başkanı Svoboda’yla görüşmesi sırasında, Erdoğan’ı, Beşşar Esed’dan farkı olmayan, aralarında küçük bir ton farklılığı bulunan bir kaatil olarak niteleyip, Uludere’de 34 ve Reyhanlı’daki patlamada 51 kişinin ölümüyle ilgili olarak ‘kaatil’ demesi üzerine, Erdoğan’ın da Amerika dönüşünde, 21 Mayıs günü yaptığı açıklamada, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanına kimse kaatil sıfatını yapıştıramaz’ demesi son derece yanlıştır.  Çünkü, bu ülkede, nice başbakanlar, nice başkanlar, liderler, şefler vardır ki, onyıllar boyunca ‘kaatillik’ yapmışlar, hükûmet etmeyi kaatillik temeli üzerinde geliştirmişlerdir. O halde, ‘Bu işler behemehal (her halukârda) icra olunacaktır, amma, ihtimal ki, bazı kelleler koparılacaktır..’  sözünü siyasetlerinin temeli yapmış olan bütün kemalist kadroların siyasetlerini temize çıkarmak mânâsına gelen bu gibi sözler temelinden yanlıştır.

Erdoğan kendisi savunabilir, ama, bulunduğu makamı nasıl temize çıkarabilir?

Tayyîb Bey, bu  gibi suçlamalar için, kendisini savunurken, bulunduğu makamı, sadece kendi bulunduğu zaman açısından savunabilir. Ama, kemalist-laik rejimin C. Başkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve bütünüyle güvenlik güçleriyle ilgili uygulamalarını, hele de kendisinden önceki dönemleriyle birlikte temize çıkarmak istercesine kullandığı ifadeler doğru değildir. Aksi halde, kendi kendisiyle çelişkiye düşer. Çünkü, 1937-38’de, yani, M. Kemal, İsmet İnönü ve Mareşal Çakmak döneminde, 11 ay içinde, Dersim’de, eldeki resmî rakamlara göre, en azından 13 700 küsur sivil insanın öldürüldüğünü açıklayan bizzat kendisiydi. O zaman, ‘Türkiye C.Başkanları’na, Başbakanlarına kaatil denilemez..’ mânâsındaki genel ifadeler havada kalır. Ki, daha açılamamış, dile getirilememiş nice cinayetleri vardır, bu rejimin..

*

Bu konuya bu kadarca değindikten sonra..

Gelelim, ‘Suriye Buhranı’na..

Bu satırların sahibi, Suriye konusunda, İran’ın siyasetinin yanlış olduğuna dair kanaatlerini taa başından beri ısrarla belirtmekte ve ayrıca, bu siyasetin Türkiye ve İran’ı karşı karşıya getirebileceği tehlikesini ve bundan kesinlikle kaçınılması gerektiğini devamlı vurgulamaktaydı.

Bugün, bu noktaya daha bir yaklaşılmış bulunuluyor.

Bu, emperyalist-şeytanî güçlerin tam da böyle olmasını isteyecekleri bir durumdur. Çünkü, aylardan beri, ‘Suriye’de 50 bin kişilik bir milis gücünü oluşturttuklarını ve böylece Suriye ordusunun yükünün hafifletildiğini, askerî danışmanlık yapan askerî personel bulundurduklarını’ açıklamaktan çekinmeyen yetkili İran makamlarının sözlerine bu sütunda değinilirken, niceleri, bunların sorumsuz kişilere aid açıklamalar olduğunu ileri sürmekte ve bizi yalanlamaya çalışmaktaydılar.

Kezâ, Lübnan Hizbullah Teşkilatı, ‘Suriye’de biz asla yokuz..’ derken, şimdi Hizbullah lideri Nasrullah’ın, gaayet net olarak, ‘Esed’in gitmesine asla müsaade etmeyiz..’ noktasına geldiği ve bu hususta nihaî emrin Veli-yy-i Faqîh Khameneî’den geleceği, kendi ifadeleriyle ap-açık ortada..

‘Hizbullah’ demekle, ‘Hizbullahî’ olunur mu, sahi?’

Bugün ise, artık düzinelerce Hizbullah örgütü mensubu savaşçılarının cenazelerinin Suriye’den Lübnan’a götürülüp, büyük kalabalıkların katıldığı törenlerle defnedildiği ortada..  Kezâ, daha geçen hafta, Irak’da -rejime bağlı-  gazeteler de, Suriye’de -kendi deyimleriyle-, teröristlerle savaşmak için Esed rejiminin yardımına koşan onlarca gönüllü savaşçının cenazelerinin çeşitli Irak şehirlerinde büyük kalabalıklarca defnedildiğini ve anma törenleri yapıldığını yazıyorlardı.

İran’da ise, hele de harcamaları devlet tarafından karşılanan gazetelerin başmakalelerinde aylardır, Türkiye’nin Suriye siyaseti konusunda nelerin yazıldığına,  bu sütunda üstü kapalı olarak, birkaç kez işaret etmekle yetinilmiş ve Suriye’de iki yılı aşkın bir zamandır, 100 bine yakın insanın ölümüyle ve, milyonlarcasının da evlerinden- barklarından kaçmak ve komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldıkları acı tablonun, bu gazetelerin yaptığı gibi, sadece ve sadece ‘teröristlere karşı savaş’  lafıyla geçiştirilmeye çalışılmasının doğru olmadığına değinilmiştir.

Suriye Buhranı’nın, 50 yıl önce bir darbeyle iktidarı ele geçirip, müslüman halkı daha bir sıkboğaz eden bir Baasçı laik-diktatörlüğün ve 44 yıllık bir (Baba-Oğul) Esed Hanedanı’nın ve onların dayandığı yüzde 12-15’lik bir küçük inanç grubunun, azlığın elinde bulunan yüksek komuta ve yönetim kademelerinin mücadelesi temeli üzerinde olduğu gerçeği görülmezse, olup bitenler karşısındaki vurdumduymazlık belki anlaşılabilir.

Hatırlayalım ki, (Baba-Oğul) Pehlevî’ler de İran’a 57 yıl hükmetmişler ve İran’ı virâneye çevirmişler, 1977-79’arasındaki büyük halk ayaklanması günlerinde, müslüman halk yüzbinden fazla kurban vermişti. O zaman, Şah’la görüşme yapan Devlet başkanları ve Başbakanların o görüşme sahnelerini yansıtan  fotoğrafları sonraki yıllarda onların yüzlerine çarpılmıştı.

Dünkü İran İnqılabçılarının, bugün Suriye Şahı’nın yanıbaşında olmalarını, ‘Suriye’nin kendileri için 35. eyalet hükmünde olduğuna, Esed rejimine yapılan bir saldırının kendilerine yapılan bir saldırı gibi karşılık göreceği’ne dair en yetkili makamlarca dile getirilen görüşleri birileri nasıl izah eder, bilinmez. Ama, fakir, bu durumun hiç de mâkul olmadığını söylemektedir.

*

Suriye üzerine bugünkü dünya tablosu oldukça ilginç..

Bugünkü durumda, Amerikan emperyalizmi, açıkça, kendi istediği yani, laik ve de Batı yanlısı güçlerin Suriye’ye hâkim olmasını garanti altına almadığı müddetçe, Baasçı-Esed rejimine karşı olan güçlere, bir takım önemsiz ve göstermelik yardımlar dışında ciddî bir yardımda bulunmayacağını ortaya koymuştur.

Aynı şey, bütün Batı İttifakı için de aşağı-yukarı böyledir.

İsrail rejimi ise, elbette kendisine yönelik yakın tehlikeleri, gerektiğinde tek başına kalsa bile karşılamak dikkatini taşısa da, Amerika ve Rusya olmaksızın, bir tehlikenin içine girmemesi gerektiğini de unutmuyor. İsrail rejiminin korunması konusunda, Amerika ve Rusya’nın birbirinden geri kalmıyacak bir ortak hassasiyete sahib olduklarının da asla gözden ırak tutulmaması gerekmektedir.

Böyle bir rejimin, Suriye konusundaki siyasetini yansıtmak açısından ise..

İsmi açıklanmayan ve önemli birisi olduğu belirtilmekle yetinilen bir İsrail’li yetkilinin 18 Mayıs günü, The Times of London isimli bir ingiliz gazetesinde yayınlanan beyanatında, ‘zayıf düşmüş bir Esed’i ve tanımadığımız şeytanlara karşı tanıdığımıız şeytanları tercih ederiz..’  diyerek Esed rejimini mecburen kabullenmek durumunda olduklarını açıklaması ilginçtir. Jerusalem Post isimli sionist gazete de İsrail rejiminde yaşayan yahudilerin çok azının, ‘Esed’in gitmesinin İsrail için iyi olacağını düşündüğünü’  yazdı, aynı gün..

Amerika’nın ve Batı İttifakı’nın karşı tarafında ise, Rusya ve Çin bulunuyor.

Rusya, Doğu Akdeniz’de elindeki son ve etkili bir bölgede bulunan Suriye’yi yitirmek istemiyor ve var gücüyle, kendi maslahat ve menfaatlerini garanti altına alacak başka dengeler kurulmadıkça, bu durumu sürdüreceği de anlaşılıyor.

Daha küçük ve bölgesel güçler olarak ise..

Devrede, Ortadoğu bölgesinin iki önemli ülkesi bulunuyor

Bir tarafta İran ve karşı tarafta Türkiye.. Bu ikisi arasındaki ilişki, Suriye konusundan dolayı giderek daha bir zehirleniyor.

Ancak, Türkiye NATO üyesi olması hasebiyle, neticede, istese de -istemese de Batı İttifakı’nın bir parçası olsa bile, Suriye konusunda yalnızdır. Ve, 400 yıllık bir müşterek tarihin mirası olan iki halkın ve  910 km.lik bir ortak sınırın öte tarafındaki yangının kendisine ulaşacağı endişesiyle, baştan beri diken üstündedir ve Tunus ve Mısır’daki ‘halk patlaması’ dalgalarının Suriye’ye de ulaştığı ilk altı ay, bu durumun kontrollü olarak geçiştirilebilmesi için, görüşlerini Esed rejimiyle defalarca gidiş-gelişlerle paylaşmıştı.

Ama, Suriye rejimi, halk üzerine tank ve toplarla gidince..

Baas rejiminin ve Hâfız Esed yönteminin eski kanlı baskıcılık yöntemlerinin tercih edildiği anlaşılınca, artık yapacak bir şeyin kalmadığı görülmüş, Erdoğan da tavrını değiştirmişti. Ki, bunu Esed de, ‘Onun kafası hep İkhwan kafasıydı, aklı fikri İkhwan-ul’Muslimiyn kadrolarının sosyal hayata katılmasını sağlamaktı. Ama, biz bölgede, sekularizmin bekçisi olarak bunu kabul edemezdik..’ şeklinde ifade etmişti.

Erdoğan da, bu durumda, Suriye’deki muhalif güçlere levazım desteği sağladıklarını ve 400 bine yakın sığınmacıya kucak açtıklarını gizlememekte.. Ama, -Kılıçdaroğlu, Suriye’de TSK pilotlarının ve diğer subaylarının esir edildiği iddialarını piyasaya sürerken- Türkiye’den muhaliflere herhangi bir askerî desteğin Suriye’de bu zamana kadar belirlenemediğini, bizzat Esed bile geçen ay itiraf etmek zorunda kalmıştı.

İran ise, Türkiye’nin NATO bağlılığı gibi bir bağla bağlı olmasa bile, Rusya ve Çin’le birlikte bir siyaset güdüyor Suriye konusunda..  Ve, onlar da Esed rejimini kesin-kes desteklemekte ve silahlandırmaktalar. Dahası, Rusya Dışbakanı Lavrov’un, Lübnan Hizbullah teşkilatını, ‘Lübnan’a dışarıdan idhal edilmeyen, Lübnan’ın kendi özünden fışkıran bir büyük güç’ olarak niteleyip alkışlaması ve bunun 18 Mayıs günlü İran gazetelerinde bir önemli haber olarak birinci sahifeden verilmesi ilginç değil midir? Hizbullah’ın Lübnan’ın kendi özünden çıktığı zâten mâlum da, Rusya gibi bir emperyalist gücün bu gücü bu kadar övmesinde bir anormallik yok mu?

Beşşar Esed ise.. Son iki yılda defalarca göstermelik seçimler yaptığı ve göstermelik uzlaşma proğramları açıkladığı gibi, 21 Mayıs günü, iç-savaşı durduracak son bir uzlaşma proğramını daha açıklamış bulunuyor ki, önümüzdeki günlerde Cenevre’de Amerika, Rusya ve diğer bazı ülkeler arasında Suriye üzerine yapılması düşünülen toplantı öncesinde, zaman kazanmaya ve iktidarını güçlü göstermeye yönelik bir taktik, bu..

*

 ‘Amerika’dan emir almaya gitti’ diye suçlayanların, şimdi de ‘eli boş döndü..’ diye yakınmaları..

Tayyîb Erdoğan’ın 17 Mayıs günü Amerika’ya gitmesi öncesinde, ‘Suriye ve diğer konularda Amerika’dan emir almaya gidiyor..’ diye suçlayanlar, dünya siyasetinde yapa-yalnız bir dışsiyaset takib edilebileceğini mi sanıyorlar, bilinmez; ama, aynı çevrelerin, şimdi, onun, Amerika’dan eli boş döndüğünü hayıfla dile getirmeleri bir tuhaf.. Yani, Amerika’ya bir şey vermedi ki, bir şey alamadı. Pekiy, siz olsaydınız, birşeyler almak için bir şeyler verecek miydiniz?

Görüldü ki, Erdoğan, Amerika’da kendi düşüncelerini, doğrusuyla-eğrisiyle, ama, Amerika’nın siyasetine uygun olup olmadığı açısından değil, kendi kafasındaki ölçüler açısından olabildiğince net olarak dile getirmiştir.

Geçmişte, TC. yöneticilerinin Amerikan Başkanları karşısında nasıl süklüm-püklüm oldukları hatırlanacak olursa, bugün bu noktada, Erdoğan’ın geçmişle kıyaslanmıyacak derecede güçlü bir tavır sergilediği söylenebilir. Bu da onun ve ekibinin güçlendirdiği bir devlet ve ülke sâyesinde olmaktadır, muhakkak ki..

Ayrıca, Erdoğan’ın, Amerika’ya gitmeden önce açıkladığı -ve Amerika’nın terörist saydığı- HAMAS hükûmeti elindeki Gazze ziyareti proğramından dolayı, USA Dışbakanı John Kerry tarafından kamuoyu önünde ve açıkça ikaz olunmak istenmesine rağmen, bu tavrını, Washington’da, Obama’yla birlikte yaptığı basın toplantısında da, aynı kararlılıkla tekrarlaması, emir alan durumundan ne kadar uzaklaşıldığının bir işareti sayılabilir.

Bu da gösteriyor ki, Türkiye, Ortadoğu’da, 100 yıllık parantezi kapatmaya çalışan ve 400 yıldan fazla bir zaman diliminde birlikte yaşadığı müslüman halklarla 100 yıl öncelerdeki kopmasının etkilerinden kurtulup, emperyalist güçlerin istemediği, onları ürküten, rahatsız eden bir siyaset takib etmeye başlamış bulunuyor.

Elbette bu dış siyasetin bedeli de olacaktır. Ama, bedeli ödenmeden, başkalarını rahatsız etmeyen bir dışsiyaset, ütopik bir istek olmanın ötesinde bir mânâ ifade etmez.

Amerika’daki etkili sionist yahudi ve fundamentalist hristiyan ve de laik çevrelerin, Erdoğan’ın, müslüman coğrafyalarındaki İslamcı güçleri desteklemek ve güçlendirmek gibi gizli bir ajandasının olabileceği ve olduğu ve bunun da kendileri için uzun vâdede büyük bir risk oluşturabileceğinin işaretlerini verdikleri biliniyor ve bu tehlike, Amerikan medyasında açıkça da dile getiriliyor.

Gelinen bu noktada, herkes kendi safını belirlemektedir ve Müslümanların da tarafının, her durumda, gerekirse bedellerinin ödenmesi göze alınarak, hep haklı olduğuna inanılan tarafta, haklı ve mazlumlardan yana ve zorbalara, haksızlara, zâlimlere, tâgûtî güçlere karşı olması şarttır. Hattâ, müslüman olduğunu söyleyip de zulmeden ve zâlimlerden yana olanlara da karşı..

*

Önemli bir Son Dakika Gelişmesi:

İran’da 14 Haziran günü yapılacak olan C. Başkanlığı seçimleri için aday olan ve İnqılab’ın temel şahsiyetlerinden birisi olarak bilinen Hâşimî Refsencanî’nin adaylığının da, -tıpkı şimdiki C. Başkanı Ahmedînejad’ın dünürü ve fiilen başyardımcısı olup, yıllardır ‘inhiraf-ı itiqadî’ (itiqadî sapkınlık) ile suçlanan İsfendiyar Rahîm Meşaî gibi,- Şûrâ-y’ı Nigehban (Gözetleme Şûrâsı) isimli yetkili kurul tarafından reddedildiğinin, 21 Mayıs akşamı, son anda açıklanması, son derece ilginç bir gelişme olarak değerlendirilecek mahiyettedir.

İslam İnqılabı Hareketi’nin, onyıllar boyunca en seçkin erkânından birisi olarak Refsencanî gibi bir ismin adaylığının bile, -aylardır, siyasî fitne hareketlerine destek veren bir kimse olarak suçlanmasına uygun olarak-  reddedilecek boyutlara gelinmiş olması ve bu yapılırken, en tepedeki isim de dahil nice mes’ullerin bindiği zırhlı araçlardan, isim vermeden Refsencanî’nin de istifade ettiğinin, Şûrâ-y’ı Nigehban Sözcüsü Âyetullah Ahmed Cennetî tarafından Tehran’da 17 Mayıs günü Cuma Namazı hutbesi sırasında dillendirilip, ayrıca yaşlı adayların bünyelerinin böylesine ağır sorumlulukların üstesinden  gelemiyecek durumda olacakları düşünülerek adaylıklarının reddedileceğinin hissettirilmiş olması, ortaya ironik bir tablo çıkarmış bulunmakta.. Çünkü, İnqılab’ın üzerinden 35 yıl geçmekte olduğuna göre, o hareketin içinde bulunan pek çok temel isimler 75 yaşın üzerindeyken ve Cennetî’nin kendisi de konuşmakta zorlanacak kadar ileri derece yaşlı olmasına rağmen, Refsencanî’nin yaşlılığının ileri sürülmesi gibi gerekçelerin, İran halkının duygu ve düşünce dünyasında nasıl bir mâkes bulacağının düşünülmesi gerekir herhalde..

Bu kararın  mevcud rejimi, kendi içinden güçlendirdiğini ve bir tarafın zafer kazandığını iddia edenler olacaktır, elbette; ama, bunun tersi de, herhalde daha bir güçlü şekilde ileri sürülebilir.

Gerçi, bazı çevreler, Hâşimî Refsencanî’nin adaylığının İnqılab Rehberi Khamaneî tarafından, kabul edilebileceğini bir temenni mahiyetinde dile getirmekteler, ama, Rehber’in tayin ettiği, ona yakın kişilerden oluşan bu kuruluşun bu kararının onun bilgisi dışında olabileceğinin çok uzak bir ihtimal olduğu bir yana; İnqılab’ı yapan çevreler arasında meydana gelen kutublaşmanın hangi boyutlara geldiğini göstermesi, -ve TC.’de M. Kemal’in, kendisine karşı biraz dik durmak isteyen bütün eski yakın arkadaşlarını bertaraf etmesi misali-, önemlidir ve muhakkak ki, bu durum, İran rejimi ile geniş halk kitleleri arasındaki bağ üzerinde de derin etkiler meydana getirecektir.

 

YAZIYA YORUM KAT

10 Yorum