1. YAZARLAR

  2. Furkan Aydıner

  3. 'Sanal tehlike'den korunmak için yazılmış 3000 yıllık efsane
Furkan Aydıner

Furkan Aydıner

Yazarın Tüm Yazıları >

'Sanal tehlike'den korunmak için yazılmış 3000 yıllık efsane

03 Ocak 2011 Pazartesi 03:38A+A-

Bağımlılık yapan eroin ve afyon gibi uyuşturuculara karşı sevdiklerimizi bilinçlendirerek korumaya çalıştığımız gibi, sanal bağımlılık yapan ve insanı dünyevi ve uhrevi hedeflerine ulaşmaktan alıkoyan TV ve internet aracılığıyla dağıtılan "sanal uyuşturucu"lara karşı da onları bilinçlendirmeliyiz.

Gelişmiş toplumlar, sanayi devrimiyle başlayan köyden kente göç sürecini tamamlarken, bilişim devrimiyle yeni bir göç dalgasını yaşıyor. Hem de baş döndürücü bir hızla. "Sanal göç"ten bahsediyorum. Adı sanal ancak, kendisi inkâr edilmez bir gerçek artık. İnanmıyorsanız, küçük bir sandalla internet okyanusundaki Facebook, Myspace, YouTube, Second Life ismiyle anılan adalara uğrayın. Oradaki sanal odalarda yüz milyonlarca kişiyle karşılaşacaksınız. Tıpkı köyden kente geçişteki "sanayi göçü"nde olduğu gibi, "sanal göç"te de birçok sıkıntı ve tehlikelerin yaşandığını göreceksiniz. Belki de bin kat fazlasıyla. Ancak ne garip ki, her gün binlerce insanın hayatına mal olan bu "sanal tehlike"yi insanların çoğu görmüyor veya görmezlikten geliyor. Özellikle yılbaşı ve benzeri bahanelerle söz konusu tuzaklardan hemen herkes nasibini alıyor. Oysa, beden gözü kör olan Homer bile 3000 sene öncesinden bu tehlikeyi sanki kalp gözüyle görmüş, hayal sinemasında seyretmiş gibi anlatıyor. Bu yazıda öncelikle "sanal sefahat"ın nasıl insanlığı topyekûn tehdit eden boyutlara ulaştığını verilerle ortaya koyacağım. Sonra, Homer'in 3000 yıl önce yazdığı bir efsanede "sanal tuzaklar"a nasıl işaret ettiğini ve bunlarla Odysseus gibi kahramanca mücadele etmenin nasıl mümkün olduğunu anlatacağım.

Sanal âlemde o site senin şu site benim diye sallana sallana dolaşanlara birçok tuzak kurulmuş. Bu tuzakların en tehlikelisi nefisleri kendine tutsak yapan, "sanal sefahat" siteleri olan pornografik ağlardır. 2006 yılında 1 milyar internet kullanıcısı varken yapılan bir araştırmanın bulgularını günümüzdeki 2 milyar internet kullanıcısına göre uyarladığımızda, her saniyede bu ağlara takılanların sayısı 56 bini geçiyor. Bu ağlara takılan insanlar tahayyülü zor ahlaki ve manevi kayıplara uğrarken, bu ağları besleyen sektörün yıllık kazancı 200 milyar dolara ulaşıyor. Aynı araştırmaya göre, pornografik siteler, tüm internet sitelerinin yüzde 12'sine, yani 13 milyondan fazla siteye denk geliyor. Her gün internette yapılan aramaların dörtte biri bu sitelerde son buluyor. Daha da garip olan, internet kullanıp söz konusu tuzaklara bir şekilde düşmeyen insan sayısı yok denecek kadar az sayılır. Çünkü bu tuzaklardan şiddetle kaçınan insanların yüzde 34'ü bir şekilde bu siteleri karşısında bulduğunu söylüyor söz konusu araştırmaya göre. İnternet sayfalarındaki tuzaklardan bir şekilde korunanların önemli bir kısmı e-posta ağlarına takılıyor. Yine aynı araştırmaya göre, günlük e-posta mesajlarının yüzde 8'i (yani 2009 verilerine göre 20 milyar e-posta) pornografi içeriyor. Söz konusu sitelerin ağlarına takılmalar 11 yaşında başlıyor, 70 yaşına kadar devam ediyor. Özellikle, ergenlik çağındaki internet kullanıcıları arasında bu ağlara bir şekilde takılmayan yok gibi. Belki bütün verilerden daha kötüsü, internet tarayıcılarında pornografik içerik arayan ilk 10 ülkenin tam yedisinin Müslüman ülke olmasıdır. Birinci sırayı Pakistan, dördüncü sırayı Türkiye, dokuzuncu sırayı da İran alıyor. Batılı ülkelerin sıraya girmemesi onların çok ahlaklı olduklarını göstermiyor. Onlar seyretme aşamasını çoktan geçmişler. Her türlü ahlaki pisliğe boğazına kadar batmışlar. Kısacası, sanal alemdeki sefih tuzaklar, din, milliyet, yaş, cinsiyet gibi ayrımları yapmaksızın topyekûn insanlığı tehdit eden boyutlara ulaşmış. Eskiden olduğu gibi, sadece günah demekle veya cehennemle korkutmakla da buna mani olunmuyor gibi. O halde ne yapabiliriz? Nasıl kendimizi ve sevdiklerimizi bu ahlaksızlık batağından koruyabiliriz? Geçenlerde Homer'in 3000 sene önce yazdığı ve Batılı ülkelerin çoğunun lise okul müfredatında yer alan Yunan mitolojisinin en meşhur hikâyelerinden Odessa efsanesini okurken bu soruya cevap olabilecek müthiş hakikatler keşfettim. Odessa hikâyesinin baş kahramanı Odysseus'a kurulan tuzaklarla sanal alemdeki tuzaklar arasında müthiş paralellikler yakaladım. Odysseus'un kahramanlık hikâyesinde, günümüzde insanlığı tehdit eden sefih medeniyetin tehlikelerini, bunlar karşısında insanın zaaflarını ve onlarla kahramanca mücadele vermenin yollarını öğrendim.

Odessa efsanesi

Odessa efsanesinin başkahramanı Odysseus, Eski Yunan'da İtaka şehrinin kralıdır. Güzel bir kadınla mutlu bir evlilik gerçekleştirir. Çok geçmeden bir erkek evlatları olur. Her şey güllük gülistanlık iken çok uzaklarda, Çanakkale Boğazı yakınlarındaki Troy kentinde Trojan savaşı patlak verir. Odysseus, diğer Yunan krallarıyla birlikte Troy kralına zamanında verdikleri sözün gereği olarak bu savaşa gitmeye mecbur olur. Ancak o canı kadar sevdiği eşinden ve oğlundan ayrılmamak için savaşa gitmek istemez. Delilik numarası dahil, denediği hiçbir şey onu savaşa gitmekten alıkoyamaz. Sonunda on gemi dolusu askerle yola çıkar. Ancak gözü hep arkada kalır. Sürekli eşini ve oğlunu düşünür. Her gün onlara kavuşma rüyasıyla uyanır. Odysseus, uzun ve çok sıkıntılı bir seferden sonra Troy kentine ulaşır. Birkaç ay sonra dönerim ümidiyle gittiği savaş tam on yıl sürer. Sonuçta düşmanı mağlup eden büyük bir kahraman olarak, askerleriyle beraber evinin yolunu tutar. Ancak, gel gör ki, Odysseus dönüş yolunda çok daha çetin engellerle karşılaşır. Bu sefer onu yolundan alıkoymaya çalışan, eşine ve oğluna kavuşmaya engel olan eli silahlı askerler değil, sinsi planlı kadınlardır. Odysseus, kadınların baştan çıkarıcı tuzaklarına düşmemek için nefsiyle büyük bir savaş verir. Bu öyle bir savaş ki, cismiyle yaptığı savaş bunun yanında neredeyse hiç sayılır.

Odysseus'un hikâyesi aslında bizim hikâyemiz. Çünkü bizler de dünya hayatında sefer halindeki bir asker gibiyiz. Bizim de önümüze maddi ve manevi düşmanlar/engeller çıkıyor. Dünya ve ahiret zaferimiz ancak söz konusu engelleri aşmakla mümkün olur. Örneğin, dünyevi anlamda kendimize çeşitli hedefler koyup, yola koyulduğumuzda, nihai başarıya ancak önümüze çıkan engelleri aşarak ulaşabiliriz. Uhrevi anlamda ise cennet sevdiklerimizi barındıran asıl ikametgâh yeri. Adem Baba ve Havva Validemiz ilk önce orayı mesken edinmişlerdi. Dünyaya, kısa süreliğine nefis ve şeytanla cihat etmek için gönderilmişti. Vazifeleri bittikten sonra terhis tezkeresini alıp asıl memleketlerine geri dönmüşlerdi. Biz de aynı yolun yolcusuyuz. Oradaki sevdiklerimize kavuşmamız nefis ve şeytanla olan büyük savaşı sonuna kadar başarıyla vermemize bağlıdır. Hem dünyevi hem de uhrevi mücadelemizde, maddi engeller kadar manevi engellerle de karşı karşıya kalıyoruz. Odysseus gibi kahraman bir savaşçı maddi düşmanlarını on yılda kahramanca savaşarak alt etmişti. Ancak iş kendi içindeki manevi düşmanlara gelince mücadele çok daha çetin bir hal almıştı. Bir on sene daha sürmüştü, bu engelleri aşmak. Bu esnada Odysseus öyle dört badire atlatmıştı ki, on yıllık maddi savaş bunların yanında hiç kalmıştı. Diğer tuzakları başka yazılara bırakıp, bu yazıda Lotus Adası'ndaki büyük tuzağa karşı Odysseus'un mücadelesini ve çıkarmamız gereken dersleri anlatacağım.

Lotus çiçeğinin aklı baştan alan kokusu

Savaştan dönerken Odysseus ve mürettebatı, dokuz gün devam eden dalgalı ve fırtınalı deniz seferinden sonra kendilerini zar zor küçük bir adaya atarlar. Bu adadaki herkes Lotus isimli bir çiçeği yedikleri için "Lotus Yiyenler Adası" ismiyle bilinir. Bu çiçeği yiyenler müthiş bir haz duygusunu yaşıyorlar. Ancak öyle bir haz ki, bir defa tadına bakan bir daha bağımlısı olurmuş. Bir ömür boyu adada yaşayıp bu mis kokulu çiçekten yemek istermiş. Lotus yiyenler, müthiş bir haz alırken, mücadele azmini kaybedermiş. Zevk-kolik olup, bir ömür boyu adada yaşarmış. Odysseus, kendilerine takdim edilen Lotus çiçeğinin bu etkilerini öğrenince yıllardır hasretiyle yandığı eşini ve oğlunu hatırlar. Bir zevk uğruna yolculuğunu yarıda bırakıp bu adada ölmeyi kendine yedirmez. Ancak adamları gibi, onun Lotus çiçeğine iştahı kabarır. Kendi nefsine güvenmez. Çareyi adayı hemen terk etmekte bulur. Gerçi bazı arkadaşları çiçeği yiyip, kendilerinden geçmeye başlamışlar bile. Odysseus hiç vakit kaybetmeden adamlarını toplayıp gemilere geri götürür. Diretenlere güzel bir dayak çeker. Yelkenleri açıp, adayı hemencecik terk ederler. Böylelikle, karşılaştığı ilk tuzaktan hem kendini hem de mürettebatını korumuş olur.

Lotus çiçeği dünya hayatında dünyevi ve uhrevi hedeflerimize giderken bizi yolumuzdan alıkoyan her türlü zevkleri temsil ediyor. Odysseus gibi, bizim de bu zevklere karşı zaafımız var. Çünkü nefsimiz hazır zevkler dışında bir şey görmüyor. Sadece hazır zamandaki hazları düşünüyor. Sonrasında ne olacağını hesaba katmıyor. Çünkü geleceği görecek gözlerden mahrumdur. Sadece içinde bulunduğu anı görür. Sonrasındaki zararları görmediği için ciddiye almaz. Oysa, aklımız hayatın hazdan ibaret olmadığını bilir. Ulaşmamız gereken hedefleri bize hatırlatır. Hedefe giderken, bizi yolumuzdan alıkoyan çekici zevklerle döşenmiş tuzaklara dikkatimizi çeker. Tıpkı Odysseus gibi, aklın sesine kulak vermek yerine, eğer nefsin kör arzularına tabi olup, geçici hazlara talip olursak, hedefimize ulaşamayız.

Odysseus, Lotus çiçeğinin dayanılmaz kokusu karşısında çareyi adayı hemen terk etmekte bulduğu gibi, bizler de nefsimizi baştan çıkaran ortamları hemen terk etmeliyiz. Çünkü o ortamlarda kaldığımızda, nefsimize mağlup olup bizi yolumuzdan alıkoyan haz kokularından korunmamız, imkânsız denebilecek kadar zor olabilir. Nitekim, Kur'an bize Yusuf (as)'ın Züleyha ile imtihanını aktarırken, benzer bir savunma mekanizmasından bahsediyor. Yusuf (as) "Ben peygamberim, büyük bir akılsızlık yapıp, zina gibi Allah'ın kesinlikle haram kıldığı bir haramı işlemem." dememişti. Aksine, "şüphesiz nefis emaredir, her türlü kötülüğü ister" diyerek nefse itimat etmediğini beyan etmişti. Züleyha, kapıyı kapatıp, onu günaha davet edince, Yusuf (as) çareyi odadan kaçmakta bulmuştu. Demek ki, gerek dünyevi gerekse uhrevi hedeflere ilerlerken bizi yolumuzdan eden nefsani lezzetlere karşı mücadelenin etkin bir yolu nefsimizi azdıran ortamlardan kaçmaktır. Mümkünse böyle diyarlara hiç uğramamaktır. Zaten, Odysseus da bilerek Lotus adasına gitmemişti. Kazara kendini orada bulmuştu. Ancak tehlikeyi anladığı gibi adayı terk etmişti.

Odysseus'un hikâyesi her zamandan daha çok bu zamanın insanına hitap ediyor. Çünkü eskiden bir insanın bir ömür boyu karşılaştığı Lotus çiçekleri (hazlar) şimdi sanal alemde her insana bir saat içinde takdim ediliyor. Her gün binlerce kişi bu çiçekleri koklarken, dünyevi ve uhrevi yolculuklarını yarıda bırakıp, yolda heder oluyor. Tıpkı Lotus çiçeği gibi, sanal alemin "sefih çiçekleri" de cezbedici kokularıyla insanları baştan çıkarıyor. Mıknatıs gibi onları kendine çekiyor. Bir süre sonra onları bağımlı hale getiriyor. Son zamanlarda "sanal bağımlılıkları" tedavi için artan sayıda klinik açılması bu sırdandır. Oysa, asıl çözüm, öncelikle fıtratımızda söz konusu hazlara karşı zaaf olduğunu kabul etmektir. Onların zehirli bal gibi olduğunu anlayıp, bilinçlenmektir. Bağımlılık yaptığını anlayıp onlardan uzak durmaktır. Tıpkı, Odysseus gibi, söz konusu haz çiçeklerinin bulunduğu ortamlara girmemektir. Kazara kendimizi bu ortamlarda bulunca da, nefsimizin zaafını bilip, hemencecik kaçmaktır. Tıpkı, Yusuf (as)'ın kaçması gibi. İlginçtir, Kur'an, mümin erkek ve kadınlara, haram görüntüyle karşılaştıklarında, "gözlerini sakındırmayı" emrediyor. Bununla, hem gözünü sakındırmayanın başka tehlikelere gideceğine işaret ediyor hem de nefsani tuzaklara karşı muhafazanın bilinçli iradi tercihle mümkün olduğunu hatırlatıyor. O halde, bizler de, Odysseus gibi, bu zamanın baştan çıkarıcı zehirli hazlarına karşı, hem kendimizi hem de söz konusu hazların cazibesine kapılıp, zararlarını görmeyen sevdiklerimizi korumaya çalışmalıyız. Çünkü bağımlılık yapan eroin ve afyon gibi uyuşturuculara karşı sevdiklerimizi bilinçlendirerek korumaya çalıştığımız gibi, sanal bağımlılık yapan ve insanı dünyevi ve uhrevi hedeflerine ulaşmaktan alıkoyan TV ve internet aracılığıyla dağıtılan "sanal uyuşturucu"lara karşı da onları bilinçlendirmeliyiz. Akılları başlarına gelip, söz konusu uyuşturucuların zararlarını idrak edene kadar onlara sahip çıkmalıyız.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT