1. YAZARLAR

  2. Didier Billion

  3. Özgürlüğü yok eden bir Fransız yasası
Didier Billion

Didier Billion

Yazarın Tüm Yazıları >

Özgürlüğü yok eden bir Fransız yasası

16 Ocak 2012 Pazartesi 00:09A+A-

Öncelikle "Fransa'nın şu an içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal gerileme karşısında, her şeyden önce, Fransız milletvekillerinin kesinlikle seçmen tarafından bu iş için seçilmeyip kendi kendilerini görevlendirdikleri tarihi yeniden yazma girişiminde bulunmak yerine krizin sonuçlarına karşı çözüm üretmeye çalışsalar, daha iyi olmaz mıydı?" sorusunu sormalıyız.

Ayrıca 23 Şubat 2005 tarihli yasa hakkındaki görüşmelerde başka konuların yanı sıra sömürgeciliğin "pozitif rolü"nün öğretim sürecinde ele alınmasını istemelerinin neden olduğu fırtınalı tartışmaların üzerinden sadece birkaç yıl geçmişken tarihe kurallar koyma iddiasıyla çırpınan milletvekillerinin düşünce kapasitesi sorgulanabilir. Son derece hararetli geçen görüşmelerden sonra o zamanki cumhurbaşkanı olan Chirac tarafından bu "sömürgeciliğin pozitif rolü"nü zikreden bölüm çıkarabilmişti. Uluslararası düzeyde tanınan Fransız tarihçilerinin hep ifade ettiği gibi tarih, bir hukuk nesnesi değildir: Demokratik bir ülkede tarihsel gerçeği tanımlamak ne parlamentonun ne de hukuk otoritesinin hakkıdır. İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi'ni ilan etme onuruna sahip bir ülkenin milletvekillerinin bugün tek düşüncenin polisliğini yapmaya yeltenmeleri, en hafif tabirle üzüntü vericidir.

Ermeni soykırımı sorunu son derece karmaşık bir konudur. Hiç kimse 1915'te yaşanan sayısız Ermeni ailesinin ve çok sayıda Türk'ün yaşamını kaybettiği olayların korkunçluğunu reddetmiyorsa da bu konudaki sorumluluk niteliği konusunda henüz kesin bir konsensüs olmadığını da görmemiz gerekiyor. Bu yeni kanuna uygun olmayan bir düşüncenin dile getirilmesini a priori olarak cezalandırmak aslında nesnel bir uzlaşma arayışını yasaklamak anlamına gelecektir. Oysa hakkaniyetli bir biçimde yaraların sarılması ve yas çalışması yolu açacak olan, sadece bu nesnel uzlaşmadır. Fransa, ister reddedilsin ister övünülsün, 29 Ocak 2001 tarihli yasayla "Ermeni soykırımı"nı tanıdı, en mantıklı olan buradan daha da ileri gitmeyerek herkes tarafından paylaşılması gereken hatıra konusunda görüşlerin çatışmasına izin vermektir. Tek meşruiyetleri seçmenden aldıkları oy gücü olan baskı gruplarının dayatmalarını uygun olmayan bir şekilde aktaranların entelektüel totalitarizmi, bu tartışma ortamını utanç verici olan "inkârcılık" ve "revizyonizm" içine sıkıştıracaktır. Ayrıca tarihin zaten yapısı itibarıyla revizyonist olduğunu, dünün gerçeklerinin yeni keşiflerin ışığında sorgulandığını da unutmayalım. Ankara yönetimini Türk gazetecilerini ve entelektüellerini takibata uğratmakla, hapsetmekle ve ifade özgürlüğündeki eksikliklerle suçlayan kişiler tüm örgütlere, derneklere ya da şahıslara Ermeni trajedisi hakkında kendi görüşlerine aykırı bir belge ya da tez yayınlayanları cezai açıdan takip olanağı tanıyan yasayı Fransa'da oyladılar.

Gelelim esas konuya: Serbest bir tartışma ortamının konusu Ermenilerin 1915 katliamlarının soykırım niteliği konusunda ikna olmaları değildir, onlar zaten bu konuda ikna olmuş durumdalar, ama Türkler ile Ermeniler arasında bu korkunç olaylar hakkında bir ortak bakış açısı oluşumunun olanaklarını sağlamaktır. Soykırım olsun olmasın, Ermen trajedisinin tanımlanmasına bağlı olan acılar ister devletten kaynaklansın ister diasporadan gelsin ifşa edilmiş gerçekler tarafından araçsallaştırılmaya tahammülü yoktur. Aslında geçmişini incelemeyi, onu hazmetmeyi kabul ya da reddetmek, her ülke için kendisiyle barışık olması, etnik milliyetçiliğin belalarından kurtulmasına bağlıdır. Büyük insan kayıplarına uğrayarak, büyük bedeller ödeyerek elde ettiği oluşumunun koşullarından ötürü, Türkiye Cumhuriyeti'nin derinden br travma geçirdiğini biliyoruz.

Esas konu, tüm çeşitliliğiyle, Türk toplumunun artık resmî söylemi bir gerçek olarak kabul etme durumunda olmaması, korkuyu yineleyip durmaktan başka şeylere ihtiyacı olan Ermeni diasporasına başka seslerin duyurulmasıdır. Buna karşılık Ermeni diasporasının da ağırbaşlı davranmayı öğrenmesi, resmî gerçekliği ifade eden başka seslerin Türkiye'de ifade edilmesine engel olmaması gerekiyor. Gerekli olan, onlarca yıl süren bir tabu konu hakkında Türk toplumunun hassas sorunları, her çeşit engelin ötesine geçip gitgide sayısı artan makaleler, eserler, bilimsel toplantılarla ele aldığını, bu konuda billurlaşan gerçek bir olgunluğa eriştiğini görmektir. Bu tartışma konusunu hukukun konusu yapmayı istemektense, Fransız demokratlarının ve cumhuriyetçilerinin sürecin tamamlanmasına yardımcı olması daha faydalı olurdu.

Öyleyse söz konusu olan ne resmî görüşlerin monoloğu ne de bakış açılarının göreceliliği içinde kaybolmayan bir uzlaşmaya varmak için, yani hatıralar çoğulluğunu taşımak ve onların kuşatmacı iddialarını kaybettirmek için yeterince açık ve dikkatli bir tarih anlayışıdır. Türkiye, kendi hakkında düşünce üretme çalışmasını, Avrupa Birliği'nin dostluk ve saygısına güvenebileceğini bilerek gerçekleştirebilmeli.

Henüz oylanmış olan yasa tasarısı ise bunun tam aksine, her cenahtan aşırıcı radikalleri güçlendirerek, hınç ve korkuları belirginleştiriyor. Olayların üzerinden 97 yılın geçmiş olduğu günümüzde, bunlar nedenleri, oluş şekilleri ve etkileri hususlarını aydınlatmanın zamanı artık gelmiştir. 2005'te varacağı sonuçları önceden kabul etmeyi taahhüt ederek, Ermenistan Cumhurbaşkanı'na, Ermeni ve Türk tarihçilerden oluşacak bir ortak komisyon kurmayı öneren Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önerisine destek vermek ise Fransa için hem bir onur hem de geleneklerine uygun bir tutum olacaktır. Eğer ek güvenceler gerekiyorsa bu da tarihçiler komisyonunu oluşturma imkânlarını geliştirerek ve bu komisyonu diğer uzmanlara ve uluslararası sorunların uzmanlarına açmak ya da çalışmaları BM, Avrupa Konseyi ya da mesela AGİT çatısı altında gerçekleştirmekle başarılabilir.

*Paris Uluslararası ve Stratejik İlişkiler Enstitüsü Müdürü

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT