1. YAZARLAR

  2. Samir Salha

  3. Lübnan'ın yeni hükümeti: Berri reçetesi
Samir Salha

Samir Salha

Yazarın Tüm Yazıları >

Lübnan'ın yeni hükümeti: Berri reçetesi

19 Haziran 2011 Pazar 01:02A+A-

Lübnan'da geçtiğimiz ocak ayının ortasında Hizbullah ve müttefiklerine üye on bir bakanın Saad Hariri kabinesinden istifa ederek bakanlar kurulunu düşürmeleri sonrasında görevlendirilen, dünyanın en zenginleri listelerinde yer alan ünlü işadamı ve 2005'te de başbakanlık görevini üstlenen Necip Mikati, beş ay gibi uzun bir süre devam eden arayışlardan sonra nihayet hükümeti kurmayı başarmıştır.

Lübnan'da Haziran 2009'da gerçekleşen genel seçimlerin ardından Saad Hariri, Batı yanlısı 14 Mart Bloku ile Hizbullah, Emel örgütleri ve Michel Aoun gibi isimleri barındıran 8 Mart Bloku'ndan oluşan bir koalisyon oluşturmuştu. Fakat babası Refik Hariri'nin 2005'te ölümüyle sonuçlanan suikastı araştırmak üzere ABD desteğiyle kurulan uluslararası mahkemenin başsavcısı Luis Moreno Ocampo iddianamesine son şeklini verirken Hizbullah siyasî bir manevra ile hükümeti düşürmüştü. Bu durum ülkeyi yetkisiz sembolik bir kabineye mahkûm etmiştir.

Aslında bu küçük bir ülke olmakla birlikte, hem bölgesel hem de uluslararası güçlerin çatışma sahası olmaktan kurtulamayan Lübnan'da yaşanan ne ilk ne de son krizdir. Fakat pek çok uzmanın ülkenin uçurumun kenarına sürüklendiğini ve Mikati'nin hükümeti kurma görevini iade edeceğini iddia ettikleri esnada bakanlar kurulunun şekillenmesi son derece manidardır.

Yönetimin paylaşımı esaslarını belirleyen parlamentoyu Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında yarı yarıya paylaştırdığı ve üç önemli dinsel grup olan Şiî, Sünnî ve Marunîlere bakanlar kurulunda eşit temsil hakkı veren Taef Anlaşması'nın hükümlerine rağmen, Berri'nin, hükümetin kurulmasını sağlayabilmek adına kendi kotasından bir bakanlıktan Sünnîler lehine feragat etmesi son derece önemlidir. Nitekim Berri'nin kabinenin kurulmasını takiben yaptığı "bir bakan kaybettim, fakat Lübnan'ı kazandım" açıklaması da bu gelişmenin yaşanan sürecin anahtarı niteliğinde olduğunu göstermiştir.

Her ne kadar Başbakan Mikati, anayasaya bağlı bir hükümet olarak, amaçlarının işgal altındaki toprakları özgürleştirmek olduğunu iddia etmişse de pek çok gözlemci Lübnan'ın siyasî tarihinde ender rastlanan bu gelişmenin arkasında, Berri'nin fedakârlığından çok, Beyrut merkezli yaşanan iç ve dış hareketliliğin yattığını iddia etmiştir.

Necip Mikati, kabinesinin intikam söylemleri ve her türlü kışkırtmadan uzak bir biçimde, tüm Lübnanlıları kanatları altına alacak politikaları hayata geçireceğini belirtmiş olmasına rağmen içerideki sancılı sürecin sona erdiğini söylemek mümkün değildir. İlk kriz hükümetin açıklanmasının akabinde Dürzî lider Talal Erslan'ın kendi grubuna verilen icracı olmayan devlet bakanlıklarını kabul etmeyip, ağır ithamlarda bulunarak istifa etmesiyle patlak vermiştir. Başbakan Mikati'nin aşması gereken ikinci sorun ise güvenoyu görüşmeleri için parlamentoya sunacağı hükümet programının şekillendirilmesinde yaşanacak gibi görünmektedir. Hizbullah'ın sahibi olduğu silahlar, Suriye ile olan ilişkiler, İsrail'le yaşanan kriz gibi Lübnan halkını bölen meselelerde Mikati'nin yapacağı siyasî manevralar tüm Lübnanlıların başbakanı olup olamayacağını göstermesi bakımından büyük önem taşımaktadır. Aslında Mikati hükümetini bekleyen en büyük sorun, 128 üyeli mecliste 68 sandalyeye sahip olan hükümetin, Erslan grubunun dört sandalyelik desteğini çekmesi durumunda oluşacak boşluğu nasıl dolduracağı yönündeki belirsizliktir.

Aslında hükümetin ilan edilmesinden sadece on dakika sonra Beşşar Esed'in hem Cumhurbaşkanı Süleyman'ı hem de Mikati'yi arayarak tebrik etmesiyle başlayan süreç son derece dikkat çekicidir. Bu bakımdan 14 Mart Bloku'nun, 8 Mart ekibinin alelacele hükümetin kurulmasına destek olma kararı almasının arkasında Şam ve Tahran'ın talimatlarının bulunduğu yönündeki ısrarlı ithamları açıklığa kavuşturulmalıdır. Aksi takdirde, bu tür müdahaleler hükümeti zan altında bırakacağı gibi Batı'nın hedefi haline getirecektir. Dahası Marunî'lerin önde gelen partisi Ketâib'in, Mikati hükümetini kriz hükümeti olarak nitelendiren söylemlerine haklılık kazandırmış olacaktır. Tüm bu gelişmeler ışığında Şam yönetiminin; (1) Hariri hükümetinden kurtularak, Hizbullah merkezli bir kabine sayesinde uluslararası ceza mahkemesindeki sıkışıklıktan kurtulmak, (2) Suriye'de yaşanmakta olan krize ilişkin olarak Lübnan sahasını kullanarak yoğun baskıları hafifletmek, (3) Lübnan'ın geleneksel dengelerini Şiiler lehine bozmak pahasına da olsa Hizbullah ve Emel gibi müttefiklerine terk etmeyeceğini kanıtlamak, (4) Ve en önemlisi yıllardan beri arka bahçesi konumunda olan Lübnan'ı kolay kolay bırakmayacağını dünya kamuoyuna bir kez daha göstermek yönünde stratejiler geliştirdiği inkâr edilemez.

Bu çerçevede kanaatimiz Esed yönetiminin kendi ülkesindeki reform ve yeniden yapılanma sürecini erteleyerek önceliği Beyrut'taki hâkimiyetine bırakacağı ve Lübnan kartını önümüzdeki dönemde pazarlık konusu yapmaya devam edeceği yönündedir.

Kuşkusuz hükümet pazarlıklarından en kazançlı çıkan grup Haberleşme, İçişleri, Adalet ve Savunma gibi dört önemli kilit bakanlığı doğrudan ve dolaylı olarak elde eden Suriye ve İran'a yakınlığıyla bilinen Hizbullah olmuştur. Mossad'a karşı yürütülen operasyonlar, Hariri dosyası ve Lübnan'ın silahlanma politikası gibi son derece kritik konulara yön verecek dört bakanlığın Hizbullah kontrolüne girmesi özellikle Batı tarafından tereddütle karşılanmıştır. Ancak Beyaz Saray'ın, Mikati hükümetinin sözlerinden çok icraatlarına önem verileceği, bu süreçte yeni kabinenin anayasaya bağlı, imzalanan uluslararası sözleşmelere ve özellikle Hariri suikastı konusunda verilen sözlere sadık kalmasının temel vazgeçilmezler arasında yer aldığına yönelik açıklamaları önümüzdeki dönemde meselenin tüm tarafları açısından dikkatle izlenmesi gerektiğini ortaya koymuştur.

Ortada kabul edilmesi gereken bir gerçek varsa o da Mikati hükümetinin Lübnan'ı bir arada tutmak ve dış güçler karşısında denge politikası sürdürmek gibi son derece zor bir sınavla karşı karşıya olduğudur. En önemlisi de Necip Mikati, söz konusu hükümetin, uluslararası ve bölgesel konjonktürün talebi doğrultusunda kurulmadığını, tamamen Lübnanlıların tercihine dayandığını ispatlamakla mükelleftir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT