1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. İzdivaç ve seyretmek...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

İzdivaç ve seyretmek...

26 Ocak 2011 Çarşamba 00:02A+A-

Televizyonlardaki evlilik/izdivaç programları, sadece mahremiyeti değil, sevgiyi, aşkı, huzuru da zedeliyor. Anonim bir hale dönüşüyor kadın ile erkek arasındaki özel meseleler...

Bir perde açılıyor kadınla erkek arasından ve anında çıkıp geliyor şu “elektrik alıp almamak” hadisesi. Ve biz izliyoruz dört gözle bunu...   

İzlemek... Mahremiyeti ne kadar izleyebilirsiniz? Sevgiyi, aşkı, huzuru ne kadar seyredebilirsiniz dışarıdan? Ardında hiçbir ayak izi veya az evvel söndürülmüş küllerle dolu bir ocak çırpıntısı bırakmaz ki hiçbiri... Bu izi, iz bırakmamasında gizli kendine has dilsizliği üzerinden sürülecek bir yol olarak düşünün.

Tebeşirle çizilmiş bir çizgi ile ayrışsaydı belki seyirci/seyirlik arasındaki düzlemler, evet belki her şey daha kolay olabilirdi... Ama elimizde böyle bir tebeşir yok ne yazık ki, yani her şeyin ölçüsünü daha rahat algılayabilmemizi kolaylaştıran sayı tabanına dayalı bir aritmetikten bahsetmiyoruz sevgi, aşk, huzur derken! Seyirci ve seyirlik arasındaki ilişki de farklı, aralarında gerilmiş esnek bir balık ağı varmış gibi sanki... Bazen deliklerin arasından geçerek birbirine karışan, istila eden, üşüşen, hoşnutluğu da hoşnutsuzluğun yanı sıra taşıyabilen bir geçişmedir bu... Hem sınır var, hem sınır yok... Bir yelpaze gibi açılıp kapanan, aralıklar var aramızda seyrettiğimizle ilgili... Seyirin, bizi dönüştürdüğü meselesi gayet açık...

Televizyondaki izdivaç programları bana çocukluğumun Şahmeran masallarını hatırlatıyor... Masaldaki Çocuk, yer altında yaşayan yılanların şah’ı Şahmeran’a ait sırları yukarıdaki adamlara ifşa etmemiş olsaydı, yani varoluş ve bilgiye dair mesafesini koruyup, mahremiyete şayet saygı duyabilseydi, Şahmeran’ı vuramayacaktı aynı avcılar... Ama mahremiyeti çiğnedi masaldaki çocuk... Şahmeran’ın sadece kendisine açılmış sırlarını, ağzından kaçırdı. Oysa Şahmeran ona sevgiden, aşktan, huzurdan bahseden masallar anlatmıştı. Bu felaket bir şeydi kuşkusuz. Çocuk için kaygan, elden kaçıcı ve heyecan verici bir iz olan aşk, diğer adamlar için heykele, puta dönüşmüştü... Aşkı kesip biçtiler. Aşk, artık bir yılandı. O kadar. Kestiler, doğradılar yılan olarak gördükleri aşkı. Bir kazana atıp kaynattılar. Çorbasına kaşık sallayıp içen herkese şifa verdi Şahmeran... Ölüsü bile değerliydi sırrının...  

Televizyondaki evlilik programlarında gördüğüm; Sırrın kalktığıdır... Göz, her şeyi el geçirmiştir. Artık ne sen varsın ne de ben... Ne de aramızdaki geçişli balık ağı... Artık sadece gözün bayramı, gözün ilan ettiği tiranlık... Bentham’ın tüm açılarla göz hapsinde tutulacak mahkûmlar için geliştirdiği panopticon mimarisi, bugün artık içine hepimizi sığdıracak camdan bir küreye dönüşmüş durumda... Açılmadık bir tek mektup, dinlenmedik tek bir fısıltı, kaydedilmemiş bir tek yatak odasının dahi kalmadığı günümüzde, hiçbir masala, sırra, duaya, beklentiye imkan kalmamıştır... Çünkü; masaldaki Şahmeran’ın göz kamaştırıcı derisi, tüm pullarıyla yüzülmüş, kemikleri kırılmış, kuyruğu ve zebercetten tacını taşıyan o muhteşem başı, çoktan vurulmuştur...  

Bu yüzden aşk da sevgi de huzur da kalmamıştır. Her biri; cümle alemle prime-time’da izlenip, diğer kanala geçilince, anında unutulan bir seyirden ibarettir.

YENİ AKİT

YAZIYA YORUM KAT