1. YAZARLAR

  2. FUAT DEĞER

  3. İslam Düşüncesi ve Yabancılaşma -5
FUAT DEĞER

FUAT DEĞER

Yazarın Tüm Yazıları >

İslam Düşüncesi ve Yabancılaşma -5

15 Haziran 2011 Çarşamba 18:23A+A-

Düşüncenin ve düşünce değerlerinin yeniden inşası

Yabancılaşma ifadesinin ilk söylendiğinde ya da duyulduğunda, üzerinde düşünülerek ve analizler yaparak varılmış bir sonuç değilse eğer, öncelikle iki şey arasında olduğunu ve burada insanın nesne konumuna oturduğunu görürüz. Bu ilk çağrışımda yabancılaşma sıfatını üzerinde taşıyan insan olduğu halde, yabancılaştığı şey merkez durumundadır. Bu, insanı kendi dışında bir şeye karşı yabancılaşmış, dolayısıyla edilgen, ikincil ve nesne olduğu çıkarımına ulaştırır ki bu da ayrı bir paradoksu besler.

O halde insanın yabancılaşması, kendinde olan bir şeyden/şeylerden kopması, uzaklaşması ve onunla ünsiyetini kaybetmesidir. Ünsiyet; yani yakınlık, içindelik ve tanışlık. 'İnsan' ile 'üns' kelimelerinin aynı kökten türemesi hiç de şaşırtıcı gelmemelidir. Oluşan bu anlam dokusuyla yabancılaşma dediğimiz olgu da, 'insanlığından uzaklaşmak' demeye gelir. Kendi dışında bir şeyden uzaklaştığı anlamında düşünüldüğünde, uzaklaştığı şey her ne olursa olsun aslında bir kayıp ve eksiklik oluşturmayacaktır. Bu yönüyle de insanın kendisi ile olan ilişkisi dikkate alındığında, bir parçalanma, dağılma ve erime durumudur söze konu olan. Bu bir mücadele olarak ifade edildiğinde; savaşı kaybetmektir. Bir çaba olarak düşünüldüğünde, varlık zeminini korumama anlamında bir heba oluş demektir. Bir kavuşma olarak kabul edildiğinde, menzile varamamaktır. Her nasıl alınırsa alınsın, sonuçta insanı kendi bütünlüğü içinde çevrelemiş asli yetilerinden soyutlama olarak görmek mümkündür. Kısaca söylersek, yabancılaşma bir ünsiyet yitimidir, yani insanlığını kaybetmedir.

Tabii ki soyut değerlendirmeler üzerinden meselenin tam vuzuh bulması mümkün değildir. Bunu somutlaştırdığımızda, düşünce geleneğimiz ve hâkim zihin yapımız masaya yatırılmak durumundadır. Bu yüzden en temelde kavram ve ıstılahlarımızın tamamıyla ve istisnasız olarak yeniden sorgulanmasını ve analizini yapmak durumundayız. Bu, Amerika'yı yeniden keşfetmek demek değildir. Koruyucu -muhafazakâr-, kavrayamadığı şeylere kutsiyet zırhı giydiren, kendinden ve değerlerinden emin olamamanın verdiği refleksif anaç psikolojinin değerlendirmesi ile "yapıbozumu" veya "yapısökümü" de değildir. Kaldı ki böyle olsa dahi bunu yapmaktan kaçınmamızı gerektirecek hayati bir risk söz konusu olamaz. Zira masaya yatırmaya çalıştıklarımız, varlığı bir neşter ile son bulacak arızi ve köksüz herhangi bir konu değildir. Batıp kaybolanlara gönül veremeyeceğimiz için, batıp kaybolmayana yönelmiş bir bilincimiz ve inancımız var. Ve bunun batıp kaybolanlardan olup olmadığını ancak test ederek görebiliriz. Bu konudaki korku ve kaygılarımızın, 'sahip olduklarımız'dan mı, 'değerlerimiz'den mi olduğu konusunda netleşmemiz gerekmektedir.

Herhangi bir şeyi sorgulama ve analiz etme, onu yok etme anlamı taşımadığı gibi, bunun kaygısını gütmek onun zarar göreceği vehminden kaynaklanır. Vehim ise sadece bir kurmacadır, gerçek değildir.

Yabancılaşma insaniyet yitimi ise; insani olanın evveliyetle teşhis edilmesi ve doğru kavranması gerekmektedir. Bu ifade ile meselemizi giderek somutlaştırma eşiğine getirmiş bulunmaktayız. İnsanın bir bütün olarak kavranması ve niteliklerinin ne olduğunun açığa çıkarılması yine insanın işi ve görevidir.

Bu merkezde öncelikle dini doğru anlamamız ve kendimizi gerçekleştirmemiz, yani halife atfına medar olan "el-insan"ı nasıl algıladığımız noktasında çekirdek bir kavram olan insanın "özgür"lüğüne vurgu yapmak ve temel özelliğinin bu olduğunu görmek gerekir. Zira özgür olmayan, halife de olamaz. Aslında özgün ve kuşatıcı bir yaradılış felsefesi ortaya koyamayışımızı, vahyi donelerin ötelenerek tarihsel ve kültürel tortular, ezberler tarafından nasıl manipüle edildiğini de burada görmek gerekir.

Örneğin insanın özgür olması meselesi, hem müvehhem (constructed) kader inancıyla hem de kulluk algısıyla olmadık anlamlarda daraltılmış ve içeriğinden soyutlanmıştır. İnsanın kendini keşfetmesi ve yeteneklerini geliştirerek kendi gerçeği ve gerçekliğiyle uyumlu bir erginlik sonucu Rabbine yönelmesi gereken bir süreçten, köleci bir toplumun muhayyilesi üzerinden "ibadet" ile "kulluk", bir özdeşlik içine sokularak bu kulvarda bir anlam sahası kurulmuştur. Yani insanı özgürleştiren ve onun özgürlüğü sonucu açığa çıkan 'ibadet' ile mülkleştiren 'kulluk' (memluk) bir tutulmuş, bu zihinsel kayma buna uyumlu bir paradigmaya evrilmiştir. Dolayısı ile insan, kendini inkâr ederek ve paketleyerek hangi irade ve kendilik gerçeği ile Rabbiyle bağını kuracak ve imanını yaşama lezzetine varacaktır? İşte temel paradokslarımızın bu ve benzeri birçok konuda masaya yatırılmaması, bir ezberi ve düşünce kısırlığını getiren yabancılaşma formasyonlarındandır. Özgürleşememiş, zihnini ve varlık algısını tarihsel verilerden azade kılamamış, bu yönüyle de gerek ontolojik gerekse de epistemolojik halisünasyonlara duçar kalmıştır. Varlığını özgürlüğü ile ölçememiş ve anlamlandıramamış bir zihin, elbette varlığına başka anlam alanları arayacaktır. Kuşkusuz, özgürlüğü olmayan bir varlık, artık kamilen "insan" değildir. İnsanı kendi gerçekliği ve bütünlüğü içerisinde kabul etmek işin başlangıcıdır.

İnşallah kısmet olursa, önümüzdeki konumuz yabancılaşmanın hangi saiklerden kaynaklandığı meselesi olsun.

İslahHaber

YAZIYA YORUM KAT