1. YAZARLAR

  2. Nevzat Tarhan

  3. Irka Dayalı Adaletin Tehlikesi
Nevzat Tarhan

Nevzat Tarhan

Yazarın Tüm Yazıları >

Irka Dayalı Adaletin Tehlikesi

16 Şubat 2010 Salı 17:32A+A-

Ulus Devlet iddiası ile Milli Devlet iddiasını karıştıranlar bu yazıyı okumalılar.

Milli devlet anlayışında adalet esastır ama Ulus Devlet anlayışında güç odaklı ve ırk öncelikli anlayış ön plana çıkıyor. En büyük zalimliklerin adalet adı arkasında yapıldığını görebiliriz.
Küresel adalet olmadan küresel barış olmaz
Dünya barışı için küresel ahlak gerekir. Küresel ahlak için de ahlakın doğru tanımlaması yapılmalıdır. İyilik, yardımseverlik, doğruluk, hak tanırlık gibi ahlaki değer ve kavrayışlardan bağımsız bir adalet kavramı düşünülemez. İyi, güzel, doğrunun neler olduğu konusunda tartışmalar yapılırken bunların adaletle olan bağlantısının da kurulması önemlidir. Geçtiğimiz asır ırkı esas almış, ırklara dayalı, herhangi bir ırkın hakim olduğu ulus devlet anlayışının hüküm sürdüğü bir dönemdi. Bu devlet anlayışı ırk odaklı olduğu için sosyal adaleti sağlamakta başarılı olamadı. Irk esaslı devlet anlayışında her ne kadar yasalar önünde herkes eşit denilse de bir ırkı üstün ve önemli gören hukuk ve adalet anlayışı varsa pratik hayatta diğer ırka mensup olanlar kendilerine adaletsiz davranıldığını hissederler. Fırsatların önlerine eşit olarak çıkarılmadığını görürler, özellikle yazılı olmayan hukukta bu durum ortaya çıkar. Bu ırkın mensupları toplumsal hayatta yaşanan hak ve özgürlüklerden yeterince yararlanamaz. Mesela bir ailede 3 kişi yaşamaktadır. Fertlerden biri kendisini üstün, özel, her şeye layık görüyorsa ailedeki diğer fertlerin hep fedakâr ve verici olması gerekir. Bu durumda bencil kişiyle ilişkilerde sınırları net çizmek önemlidir. Bu yapılmadığı zaman kendini üstün gören kişinin elinde güç varsa onu bencil çıkarı yönünde kullanır. Yemeğin en iyi parçasını yer, evde en özel yere oturur. Kendisine özel ve önemli davranılması konusunda farklı avantajlar elde eder. Bu durum karşı tarafta adil davranılmadığı duygusunu uyandırdığı için rekabeti teşvik eder. İnsanda haksızlığa uğrama, kıskançlık, öfke, düşmanlık duygusu gibi olumsuz duygular uyandırır. Sevgiyi artırmaz, azaltır. İnsanların birbirinden üstün veya aşağı olmadığını ön kabul olarak gören ideal bir adalet anlayışının olması gerekir. Bunun içinde ahlakın egemen olduğu adalet anlayışı gelişmelidir. Toplumsal adalet anlayışı, hukuki adalet anlayışı, psikolojik adalet anlayışı ve doğadaki adalet anlayışı birbirinden farklıdır.
Eski Toplumlar Doğadaki Adaleti Taklit Ediyor
Eski toplumlar, adalet ve doğru davranışları arayışları sırasında doğadaki hayvanları gözlemleyerek, onların yaşantılarını modellemişlerdir. Mesela Budistler büyük baş hayvanları model almışlar, Japonlar karıncaların davranışlarını daha çok yüceltmişler. Şamanizm döneminde Türkler Orta Asya’da kurtları model almışlar. Onların davranışlarını gözlemleyerek, onlardan esinlenerek grup davranışlarını ortaya çıkarmışlardır. Kurtlarda lider tipi davranışlar görülür. Sürünün içinde lider vardır ve mutlaka itaat edilir. Aç kalınması durumunda gerekirse lider kurt en zayıf olanı seçer, parçalayıp yerler. Kurtların beslenme tarzı yağmacılıktır; gidip basarlar, avlanırlar ve dönerler. Lider kurt öldüğü zaman aralarında savaş çıkar. En güçlü olan grup lideri olur yahut iki gruba ayrılıp farklı sürüler haline gelirler. Tek grup halinde toplanmazlar, belli bir sayıdan sonra bölünürler. Orta Asya’daki Türklerin Selçuklu dönemine kadar olan zamana bakıldığında stil olarak yağmacılığı seçtiği görülür. Çinlilere devamlı baskınlar yapmışlar. Bunu geçinme ve zenginleşme yöntemi olarak benimsemişlerdir. Diğer taraftan lider öldüğü zaman çocuklar arasında kavga çıkmış, topraklar bölünmüştür. Göktürler, Hunlar hep çocuklar arasında paylaşılmıştır. Osmanlı döneminde bu tarzın uzantısı Ankara Savaşı’nda görülmektedir. Timur’un Yıldırım Beyazıt’ı yenmesinin ardından kardeşler birbiriyle kavga ederek Osmanlı devlet olarak parçalanır. Kardeşlerden Mehmet Çelebi Amasya’da bulunmaktadır. Hiçbir şeye karışmayan, uzlaşmacı ve birleştirici tavrı nedeniyle dağılmış Osmanlıyı tekrar toparlamıştır. Daha sonra Mehmet Çelebi, “Padişah öldüğü zaman uzakta olan şehzadeler arasında önce gelen sultan olur” kuralını getirmiştir. Osmanlı ailesi, ümmetin birbirine girmesi yerine kendi çocuklarını feda etmeyi göze aldılar. Fatih bir ferman yayınlayarak kardeş katlinin fetvasını verdi. Bölünmeye engel olmak için Osmanlı padişahları hep yabancı kadınlarla evlenmişlerdir. Eş Türk olduğunda öncelik istemekte ve devlet işlerine müdahale söz konusu olmaktaydı. Böylece ırk odaklı Emevi tarzı bir durum ortaya çıkıyordu. Bunu önlemek için yazılı olmayan bir kural olan yabancılarla evlilik ortaya çıktı. Tarih boyunca yaşanan bu uygulamalar, tabii hukukun insanın başvurduğu adalet anlayışlarından biri olduğunu göstermektedir.
Aristo’nun adalet anlayışı
Aristo 2 türlü adalet tanımı yapar. Biri dağıtıcı adalet, diğeri denkleştirici adalettir.
Dağıtıcı adalet eşitlik ilkesini benimser. Bir toplumda para, servet, şan, şeref, unvan gibi değerler vardır. Bu değerlerin, toplum üyeleri arasında yeteneklerine ve statülerine uygun olarak dağıtılmasını öngören adalet türüdür.
Denkleştirici adalet ise hak ile olan ilişkiyi vurgular. Toplum üyeleri arasında bozulmuş dengelerin tesisini öngören bir adalet sistemidir. Denkleştirici adalet, sosyal adalete daha yakın bir sistemdir. Evinde sobası olmayan, soğukta oturan birine, çalışıp kazan demek yerine destek vererek çalışmasını desteklemek denkleştirici adalete örnektir.
Aristokrasi sınıfı, Aristo’nun dağıtıcı adalet teziyle ortaya çıkmıştır. Aristokrasi, toplumda özel, önemli ve üstün bir sınıftır. Pastanın en büyük dilimini onlar alır ve hakkıdır. Aristo’ya göre, üstün sınıftan birisi bir köleyi dövdüğünde, ceza olarak onun dövülmesi gerekmez. Ama köle olan birisi bir aristokratı döverse sadece dövülmesi yetmez ayrıca ceza da verilmesi gerekir. Aristo kadın erkek eşitliğini de kabul etmeyerek, erkeklerin üstün olduğunu, kadınların zayıf bir ırk olduğunu, yönetimde yer verilmemesi gerektiğini söyler.
Ahlaki adalet, hukuki adalet, toplumsal adalet, psikolojik adalet ve biyolojik adaletin hepsi farklı dengeler içersinde bulunmaktadır. Fakat hepsinin ortak bir noktasının olması gerekir. Bütün bunlara bütünleyici adalet demek gerekir. Sadece eşitliğe dayalı adalet adaletsizliğe, sadece özgürlüğe dayalı adalet zayıfların yok edilmesine sebep olur. Bunların arasında dengenin sağlanması gerekir.
Güçlü Olanın Haklı Olduğu Adalet Anlayışı
Ortaçağdan sonra aydınlanma döneminde tabii hukuk ve pozitif hukuk tartışmaları yaşanmış. Adalet tanımlamaları insanın davranış modeliyle yakından ilgilidir. Doğacı adalet felsefesinde olanlar, adalet kavramını güç kavramı ile paralel tutmuşlardır. Sofistlerin de adalet anlayışı olan bu adalete göre güçlü olan haklıdır ve onun dediği olur. Sofistler hukukun kaynağını insanın doğasında aramak gerektiğini düşünürler. Hukukun kaynağını doğada arayanlar büyük balığın küçük balığı yuttuğunu, aslanların zayıf hayvanları parçaladığını görürler. Fakat bu görüş doğru olsaydı, güçlü olan yaşasaydı bütün ormanın aslandan ibaret olması gerekirdi. Bu durum güçlülüğe dayalı adalet anlayışının doğaya uygun olmadığını göstermektedir. Tabiata bakıldığında kurtlardaki hukuk farklı, karıncalardaki farklı, aslanlardaki farklı, fillerdeki farklıdır. İnsanın doğruları çerçevesinden bakıldığı zaman biyolojinin adaleti farklı bir adalet olarak ortaya çıkar. Karıncaların, sineklerin, balıkların milyonlarca yumurta yumurtlaması evrende dengeye dayalı bir adalet olduğundan dolayıdır. Doğada adaletsiz görülen alanlar var ama bunlar istisnadır. Doğaya sadece belli bir kesitten değil, bütüncül olarak bakıldığında canlı nesillerinin hepsinin dengeli bir şekilde sürmesine dayalı bir adalet görülür. Canlı türünün biri milyon yumurta bırakırken, bir diğeri daha az yumurtlar ama ikisi de belli bir denge içersinde yaşar. Türler yok olmaz. Fakat bütünü görmeden anlık ve tek bir açıdan bakıldığında yaşamın bir mücadele olduğu düşünülür. Darwin, evrende yaşamın bir mücadele olduğunu, güçlünün ayakta kalması esasına dayalı tesadüfi varoluşun bulunduğu tezini savundu. Güçlünün hayatını sürdüreceğini iddia etti.
Sofistler, adalet kavramını güç üzerine oturtur. Örümcek ağı benzetmesi yaparak “güçlü olan sinekler delip geçer, zayıf olanlar takılır kalır” derler. Güçlü olana adalet tesir etmez ve onun hakkı olarak görülür. Kuralları güçlü olanın koyması ve değiştirmesi adil olarak kabul edilir. Pagan kültüründe olan bu adalet yaklaşımını Aristo biraz yumuşatmıştır. Pagan kültürü, doğadan alınan adalet anlayışı ile kölelik sorununu çözemedi. O dönemde iyi bir askerle iyi bir savaş köpeği arasında hiçbir fark yoktu. Hatta iyi bir savaş köpeği düşmanı öldürdüğü, daha iyi koruyabildiği için askerden daha çok kıymetliydi. Bu düzende aristokrat sınıfın faydasına dayalı, erdemsiz bir adalet vardı. Adalet, basit insanları kandırmak, güçlü insanların koyduğu kurallara uydurmak için kullanıldı.
Aydınlanma çağında güçlünün hayatını sürdürmesi sosyal darwinizm olarak ortaya çıkmıştır. Dünya savaşları da bu teze dayanarak başladı. Hitler, güçlüyü koruyan adalet anlayışına göre kendi ırkının üstünlüğüne inanarak dünyaya hakim olması gerektiğini düşündü ve bu hakimiyete engel olacak Yahudileri, Polonyalılara saldırı hakkını kendinde gördü. Kavgam kitabını doktrin haline getirerek Alman toplumunu saldırganlığa inandırdı.
Ulus devlet anlayışı, Darwin’in biyolojideki ırkların (türlerin) üstünlüğüne dayanan adalet anlayışını kabul etmiştir. Aydınlanma çağında da toplumlar ve kültürler arası adalet anlayışında güç odaklı adalet benimsenmiştir. Bu dönemde pozitivizm ortaya çıkarken en büyük ilham kaynağı, güçlünün hakim olması kavramıdır. Güç kavramının adalet kavramı ile eş değer olduğu görülür. Hatta sofistler adalet, eşitlik kavramlarının boş kavramlar olarak tanımlamışlardır. Tabiatta hakim olan biyolojik kanunların insanlara da emrettiğini, kuvvetli olanla zayıf olan arasında bir mücadelenin olduğu ve kuvvetlinin zayıfı yok etmesi gerektiği görüşü savunuldu. Dolayısıyla kuvvetli olan insanların toplumda hakim olması esastır fikri kabul gördü.
Günümüzde yaşanan kavgaların zihinsel arka planını kendi uzmanlık sınırlarım içersinde toplum psikolojisi bakışı ile anlatmaya çalıştım umarım işe yarar.

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT