1. YAZARLAR

  2. Yusuf Şahin

  3. İlköğretimde başörtüsü
Yusuf Şahin

Yusuf Şahin

Yazarın Tüm Yazıları >

İlköğretimde başörtüsü

13 Kasım 2010 Cumartesi 15:34A+A-

En önemli marifetlerimizden biri, ortada bir sorun yokken bir sorun çıkarmak, sonra da bu sorunu çözmek için uğraşmak, sorunu çözünce de "bak, bu sorunu nasıl çözdük" demektir. Oysa asıl marifet, sorun çıkarmamaktır.

İlkokullarda başörtüsü sorunu da bu tarz bir sorun aslında. Böyle yaygın bir talep yokken muhalefet tarafından sanki ortada bir sorun var diyerek yaygara koparıldı, sonra da bu, üniversitelerdeki başörtüsü sorununu çözmemenin bir mazereti olarak kullanıldı. İşin genel görünümü bu şekilde.

Diyelim ki bu şekilde yaygın bir talep var. Peki, o zaman, ilköğretimde başörtüsüne izin verilebilir mi? Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyeyim: Yaygın bir talep olmasa da, ilköğretimde başörtülü olarak okula gitmek isteyen öğrencilere ya bu şekilde davranmaları konusunda izin verilmeli ya da bu şekilde eğitimlerini alabilecekleri başka kanallar açılmalı. Bu görüşümüzün temelinde ne tür bir felsefî düşüncenin yattığını şöyle izah edelim.

Modern ulus devlet, daha önceki devlet türlerinden farklı olarak, kendi sınırları içinde yaşanan olaylara kayıtsız kalmayan bir devlet, bunu akılda tutalım. Ülke sınırları içinde olup biten her şey, devletin kontrol etmek istediği bir şey bugün. Dahası devlet, ülke sınırları içinde yaşayanları bir ulus olarak tanımlıyor ve bu ulusu bir arada tutacak araçlara sıkı sıkıya sarılıyor. Zorunlu askerlik, eğitim, spor bunlardan birkaçı. Bazılarının ileri sürdüğü gibi zorunlu eğitim öyle çok da masum bir şey değil aslında. (Burada, eğitimi kastetmiyoruz, eğitim tarihsel olarak hep var olan bir olgu. Sorun, eğitimin zorunlu olması ve devlet tarafından verilmesi.) Devletler, kendilerine sadık kullar yetiştirmek için zorunlu eğitimi önemsiyorlar. Zorunlu eğitimin süresinin artması, bu kulluk bilincini artırmayı kolaylaştıran bir unsur aslında. Eğitimin başka yararları da var, bunu inkâr etmek mümkün değil. Ama işin özünü kaçırmamak gerekir. Tek dil meselesi de bunun bir uzantısı. Ulus devlet, her yönüyle yekpare bir bütün oluşturmanın peşinde özetle.

Bizdeki durum biraz daha farklı. Batılı pek çok demokraside de zorunlu eğitim var. Ama oralarda, en azından, çocuklarını kendi inançları doğrultusunda yetiştirmek isteyenler için başka kanalların açılması yoluna gidiliyor. Devlet, lâik karakterinden dolayı belirli bir dinî veya felsefî düşünceyi temsil edici bir durumda olmasın diye, kendi okullarında dinî simgelerin kullanımını yasaklayabiliyor ama farklı bir şekilde çocuklarını yetiştirmek isteyenlere de mani olmuyor. Örneğin Fransa, dinle arası en limoni olan ülke olarak, bu konuda bizden oldukça ileride duruyor. Dindar ailelere, çocuklarını dinî okullara gönderme imkânı sağlıyor.

Bizdeki sorunun özü şu: Zorunlu eğitim diye bir şey var. Çocuklarımızı ilköğretime göndermediğimizde bir cezayla karşılaşıyoruz. Ama bu okullardaki programların içeriğinin oluşumuna bir katkıda bulunamıyoruz. Örneğin, yargı kararlarına rağmen, Alevi bir aile, çocuklarına zorla bir din eğitimi aldırmak durumunda kalıyor. Gerçi, özel okullar var. Bunun söz konusu eleştirileri anlamsızlaştıracağı söylenebilir. Ama bilinmeli ki, bu okulların Atatürk köşesinin nasıl düzenleneceğine varana kadar her şeyi, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından belirleniyor. Bir mal veya hizmetin özel sektör tarafından veriliyor olması, bu mal veya hizmetin sunum şartlarında müşterilerin söz sahibi olmasını gerektirir. Bir başka ifadeyle özel sektörde patron, sanılanın aksine, müşterilerdir. (Müşteri her zaman haklıdır, müşteri velinimetimizdir tarzındaki özdeyişler bunu yansıtır.) Talep, arzın koşullarını da belirler. Eğer müşteriler başörtülü veya karışık bir şekilde okullara gidilmesi yönündeyse arz, buna göre şekillenir. Önemli olan, bu sürecin bir zorlama, şiddet kullanılarak yapılmıyor olmasıdır. Şiddetin olduğu yerde piyasadan da, insanlıktan da söz etmek imkânsız hale gelir.

Siyasetçiler, doğal olarak, sistemin hassasiyetlerini de dikkate alarak diplomatik demeçlerle sorunu geçiştirmenin yoluna gitmektedirler. Borçlar hukukuna göre, eğer çocuğum komşumun arabasını çizmişse, benim hiç kusurum olmasa bile yine de bu zarardan sorumlu tutuluyorum. Niye? Çünkü bu çocuklar senin deniliyor. Eğer bu çocuklar benimse ve ben de çocuklarımın başörtülü bir şekilde okumasını istiyorsam, lâfı eveleyip gevelemenin bir anlamı yok; devletin, ya kendi okullarında buna izin vermesi ya da benim ve benim gibilerin talebini karşılaması gerekir. Birincisi, lâiklik ilkesiyle bağdaşmaz. O zaman, ikinci türden çözümlerin önünün açılması gerekir. Yok, deniyorsa ki, çocuklarımız –bir milletvekilinin dediği gibi- devletin şefkatli kollarında büyüyecek, devlet bir baba olarak onları kollayıp gözetecek, o zaman niye çocuklarımızın sağlık harcamalarını da, eğlence harcamalarını da, bez paralarını da biz karşılıyoruz?

Bu sorun üzerine tartışanlar, daha yakıcı sorulara niye cevap aramazlar? Bedava olduğu söylenen zorunlu eğitim için her yıl veliler, neden bu kadar bağış adı altında katkı yapmak durumunda kalırlar? Yıllarca Türkçe dersi almasına rağmen bir öğrenci, üniversitede bu dersten niçin başarısız olur? Ömrünün tamamı, okul-dershane-etüt üçgeninde geçen bir nesilden ne beklenebilir?

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT