1. YAZARLAR

  2. Richard Falk

  3. Felâketten ders almak: Sendai ve Fukuşima'nın ardından
Richard Falk

Richard Falk

Yazarın Tüm Yazıları >

Felâketten ders almak: Sendai ve Fukuşima'nın ardından

07 Nisan 2011 Perşembe 05:00A+A-

Nükleer enerjinin tarihinde gerilere doğru gittiğimizde, o inanılmaz "Faustçu pazarlık" çıkıyor karşımıza: Nükleer silahlardan vazgeçin ve buna karşılık olarak nükleer enerjinin "faydaları"na sınırsız bileti kazanın. Egemen devletlerin oluşturduğu bir dünya düzeninde nükleer silahların ya tamamen yasaklanması ya da güvenliğini onunla sağlama şansının herkese verilmesi gerekir.

Japonya'daki Fukuşima reaktörünün ortaya çıkarttığı felâkete rağmen Türkiye nükleer reaktör inşa etme planlarını devam ettirmekte kararlı. Rusya hükümetiyle ulaşılan bir anlaşmayla söz konusu reaktörlerin inşasına karar verildi ve Japonya'daki olayların ardından Rusya Cumhurbaşkanı Dmitri Medvedev ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yeniden teyit edildi. Her iki lider de kendilerinden gayet emin bir şekilde nükleerin Japonya ve Türkiye gibi deprem bölgesindeki ülkelerde bile güvenli hale getirilebileceğini vurguladı. Akkuyu reaktörlerinin önümüzdeki birkaç yıl içinde, mülkiyetine de sahip olacağı nükleer santrali işletecek olan, Rusya devletine ait Rosatom firması tarafından inşa edilmesi planlıyor. Akkuyu, Adana'nın yaklaşık 180 kilometre uzağında bulunan bir deprem bölgesinde inşa edilecek. Anlaşmaya göre Türk hükümeti ilk 15 yıl boyunca üretilecek olan enerjinin yüzde 70'ini satın almayı taahhüt ediyor.

İki hükümet arasında varılan bu anlaşmaya rağmen, hem Türkiye'nin hem de şimdi reaktörler inşa etmek niyetindeki diğer ülkelerin önünde duran soru, kazalar karşısındaki öngörülemez savunmasızlığı ortadayken, nükleer enerjiye bel bağlamanın makul olup olmadığı. 1986 yılında Çernobil reaktörünün bir kısmının erimesinin ardından, bu felâket, Soğuk Savaş bağlamında yorumlanmış ve Sovyetler Birliği'nin teknolojik kusurlarına bağlanmıştı. Ancak bu açıklama, mümkün olan en ileri teknolojileri kullanan ve depremlerin yol açtığı riskler konusunda son derece hassas bir ülke olan Japonya için geçerli olamaz. Reaktörü işleten firma olan Tokyo Enerji Şirketi'nin güvenlik sicili pek parlak değildi ve de Fukuşima reaktörleri hem eski hem de kusurluydu. Bu da maliyetleri azaltmaya ve kâr elde etmeye dair unsurların, hangi ulusal ortamda olursa olsun, emniyet prensiplerinin önüne geçebileceğini gösteriyor. Aynı şekilde, Amerikalıların nükleer enerji tecrübelerinin ve Japonların sicilinin de gösterdiği gibi, nükleer enerjinin işleyişini düzenlemek ve kamu çıkarını gözetmekten sorumlu olan devlet birimi zamanla özel sektör yaklaşımı benimseme eğilimine girerek halkın iyiliğinden ziyade işletmenin ayakta kalmasını düşünür hale geliyor. Türkiye'nin bu eğilimleri anlaması ve ileride nükleerden dolayı pişman olma noktasına gelmemesi çok önemli.

nükleer teknoloji pazarlıkları

Öte yandan, mesele o kadar basit değil. Nükleer enerjinin reddedilmesi durumunda kömüre ve diğer fosil yakıtlara bağımlılığın artması söz konusu. Mevcut haliyle kömür kullanımının toplum sağlığı üzerindeki olumsuz etkisi, nükleer enerjiyle ilişkilendirilen etkilerden daha fazla. Raporların çoğu Çernobil'in 10 bin can aldığını bildiriyor ki bu, hemen hemen kömürün her yıl aldığı can sayısına denk geliyor. Ancak böylesi bir karşılaştırma konuyu tüm yönleriyle ele almaktan uzak. Fukuşima gibi bir krizin tüm bir toplumda oluşturduğu dehşet verici korkuyu ve ilerleyen yıllarda milyonlarca insana zarar verme potansiyelini hesaba katmıyor. Japonya'da an itibarıyla, rüzgârın ve dolayısıyla radyoaktivitenin Tokyo'ya doğru dönmesi gibi sıradan bir gelişme, zararın boyutunun katlanmasına sebep olabilir.

Nükleer enerjinin yol açtığı asıl risk, bilhassa enerjinin ne kadar pahalı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, tek bir ülkenin, bu anlık risklerle temiz ve etkin bir nükleer gücün getirileri arasındaki dengeyi nasıl kuracağı meselesi. Arka fonda aynı zamanda, nükleer enerjiye duyulan ihtiyaç, alternatiflerin varlığı ve Türkiye açısından, nükleer enerjinin aynı zamanda bölgede önümüzdeki on yıl içerisinde ortaya çıkabilecek olan nükleer silahlar yarışında, önemli olacak bir stratejik hedefi yansıtıyor olma ihtimali de var.

Nükleer enerjinin tarihinde gerilere doğru gittiğimizde, o inanılmaz "Faustçu pazarlık" çıkıyor karşımıza: Nükleer silahlardan vazgeçin ve buna karşılık olarak nükleer enerjinin "faydaları"na sınırsız bileti kazanın. Nükleer silaha sahip ülkeler, tartışmalı Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (1963) görüşüldüğünde bir yandan gizlice birbirlerine göz kırparken bir yandan da nükleer silahlardan tamamen arınma sözü veriyordu.

Nükleer teknolojinin yayılmasına dair pazarlıkların kötü yarısı büyük ölçüde yerine getirilmiş olmakla birlikte iyi kısmı (silahlardan kurtulmak ve savaş düzeninin ötesine geçmek) gönülsüzce girişilen nükleerden arınma teklif ve pazarlıklarının bile yolunu açamadı. Daha ziyade, önde gelen nükleer silah sahibi ülkelerin kendi aralarında zaman zaman vardıkları anlaşmalardan; Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği (şimdi Rusya) arasındaki nükleer rekabeti dengede tutmak amacıyla, "mali yükleri ve kasıtsız bir nükleer savaş ya da kaza risklerini azaltmak üzere tanzim edilen, silahların kontrolü" diye anılan düzenlemelerden oluşan bir düzen ortaya çıktı.

riskler ve maliyetler

Nükleer silahların kontrolüne dair bu eleştirel görüş yakın zamanda başkanlık düzeyinde girişilen bir taahhütle tasdik edildi. Birleşik Devletler hükümeti, ABD Senatosu'nu yeni START Anlaşması'nı onaylamaya ikna etmeden evvel nükleer silahların geliştirilmesine devam etmek için bütçeye 80 milyar dolar daha eklenmesi niyetinde olduğunu açıkladı. Yeni START, tek başına ele alındığında kayda değer bir gelişme olsa da, Washington tarafından, yanlış bir şekilde, nükleer silahlardan arınmaya yönelik bir adım olarak sunulan en son kontrolü kurnazlığı. Silahların kontrol altına alınmasında prensip olarak bir sorun yok, belirli şartlar altında riskleri ve maliyetleri azaltmakta faydalı olabilir, ancak silahlardan arınmakla bir ilgisi yok ve öyleymiş gibi sunulmamalı.

Nükleer silahlardan ayrı düşünemeyeceğimiz genel dünya düzeninin içinde yer alan nükleer enerji meselesi Türkiye'nin, kendi menfaatlerini ve kaba kuvvete dayanmayan diplomasisini destekleyecek şekilde değerlendirilmeli. Bu perspektiften hareketle, hiçbir şey, bölgenin barış ve güvenliğine, İran ve İsrail'i de içine alan nükleerden arınmış bir bölgeden daha fazla katkıda bulunamaz. Bu da, Türkiye de dâhil olmak üzere tüm ülkelerin, NATO'ya taahhütlerinin parçası olarak, topraklarında nükleer silah bulundurmasını yasaklıyor. Diğer riskler de göz önünde bulundurulduğunda, bölgede savaşa daha az açık olan bir ortam oluşturmak için nükleer enerjinin üretimine dair yeni emniyet supapları çok önemli. Böyle olumlu bir senaryo da ancak İsrail-Filistin sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunması durumunda söz konusu olabilir.

Kanımca, Fukuşima'daki trajik olaylar birçok ülke yönetimine ve toplumlarına hem nükleer enerjiyle hem de nükleer silahlarla ilişkilerini gözden geçirmeleri için muzzam bir fırsat sunuyor. Nükleer enerji açısından, riskler ve maliyetler birkaç ay evvel olduğundan çok daha endişe verici hale geldi. Bazı ülkelerin sahip olduğu ve diplomaside ona bel bağladığı, bazılarınınsa askerî saldırı tehdidiyle men edildiği (2003 yılında Irak'a saldırının bahanesinin bu olduğu, bugün de İran'a tehditlerin temelini oluşturduğu unutulmamalı) nükleer silahlar konusunda da, bu durumun sürdürülebilirliği ve ahlakiliğinin değerlendirilmesinde gecikilmiş vaziyette.

Egemen devletlerin oluşturduğu bir dünya düzeninde nükleer silahların ya tamamen yasaklanması ya da güvenliğini onunla sağlama şansının herkese verilmesi gerekir. Yayılmanın önlenmesi yaklaşımı, sadece nükleer sahibi devletlerin bir nükleer silahsızlanma anlaşmasının üzerinde çalışmasına izin veren ve yeni devletlerin silahlanmasını engelleyen bir geçiş süreci olarak anlamlıydı. 48 yıl sonra, silaha sahip olmayan devletlerin sahip olanlardan daha tehlikeli olduğuna dair yayılmayı önleme kurgusunu kabul etmek makul değil. Bir başka ülkeyi yok etme kapasitesine sahip silahlara sahip olma fikrinin kendisi bile iğrenç. Radyoaktif serpinti, Fukuşima'dan kaynaklanan kaygılarla Hiroşima ve Nagasaki'nin sadece isimlerinin bile akla getirdiği kâbusları ölümcül şekilde birbirine bağlıyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT