İsmail Kılıçarslan

İsmail Kılıçarslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Fecr neydi sahi?

23 Haziran 2015 Salı 08:24A+A-

Bu Ramazan'da da anlı şanlı hocalarımız mevzilerine girdiler ve oradan yine biz gariban Müminlerin akıllarını karıştırmaya başladılar. Soruları şöyle: Fecr ne zamandır? Sahur vakti yani imsak fecr-i kazipte yani yalancı fecirde mi girmektedir yoksa fecr-i sadıkta yani gerçek fecirde mi?

Eh, bu tartışmaları takip etmeyen, imsak vaktinin ne zaman girdiği konusunda bir taraf tutmayan, bu konuda söz alıp konuşmayan insan yok hemen hemen etrafımda. Doğrusu bu fıkıh meselelerinin böylesi bir tatlı tarafı var. Sizi derhal bir tartışmanın içine çekiyor ve siz oradan Allah'ın dini konusunda bir uzmanlık sergileyerek yolunuza devam ediyorsunuz.

Peki ama bu anlı şanlı hocalarımızın mevzilerine girip tartıştıkları 'fecr' ne demek? Aslına bakarsanız bu soruya vereceğiniz cevap, sizin kim olduğunuzu aşağı yukarı tayin edecek bir cevap olur.

Mesela fıkıhçı hocamız derhal 'teknik' bakımdan cevabı yapıştırır: 'Efendim fecr, sözlükte yarmak, açığa çıkmak anlamına gelmekte olup ıstılahta güneşin doğmasından önce beliren tan yeri ağarmasına denir.'

Nasıl? Çok tatmin edici bir cevap değil mi?

Aynı soruyu babaanneme(ve/veya onun yaşındaki herhangi bir yaşlıya) sorduğumuzda alacağımız cevap şudur: 'Uyanma vaktim evladım.'

Evet, babaannem fecrin ne olduğunu tarif edemez, ancak fecirde ne yapması gerektiğini tastamam bilmektedir: Fecirde uyanılır. Fecirde uyanmamış insanın gün boyu işleri rast gitmeyecektir. Hatta fecirden hemen sonra gelen seher vakti için de babaannem 'koyun yatmaz hayvan iken / ne yatarsın seher vakti' der de başka bir şey demez. Çünkü babaannemin saati 'Müslüman saati'dir.

Geldik işin ek yerine. Fecr-i kazip, fecr-i sadık, seher ve kuşluk vakitlerinin artık sadece tek bir adı vardır günümüz insanı için:

Sabah.

Dümdüz söylemek gerekirse, fecr, seher ve kuşluk vakitleri 'sabah'a yenilmişlerdir. Yanlış anlaşılmasın, saatini kurup sabah namazına kalkan, namaz sonrası ya hemen uyuyan yahut hemen çalışmak için yollara düşen Müslümanlar için de bütün o vaktin adı 'sabah' olmuştur artık. Geçmiş olsun.

Anlı şanlı hocalarımızın Ramazan'dan Ramazan'a parlattıkları fecr tartışmaları bile bu güzelim kavramı yeniden asli yerine koymaya yetmemektedir. Hatta zannediyorum bu tartışmalar fecri sadece 'din' ile mukayyet bir kavram haline getirip hayatın dışına çıkarmaya yaramaktadır.

Oysa bir 'göz aydınlığı' olarak fecr, bizim her gece 'küçük ölüm' olan uykudan uyanıp yeniden yaşamaya başlamamızı ve hayatımızı kendisi üzerinden tanzim etmemizi salık vermektedir. 'Fecirde kalkılıp namaz kılınır, seherde kahvaltı edilip işe gidilir, kuşlukta bir mola verilir' şeklinde ilerleyip giden bir çemberden 'sabah kalkılıp işe gidilir, öğlen yemek yenir, akşam işten gelinir, gece uyunur' düzlüğünde bir zamana evrilmiş olmanın derdini çeken bir tek kişi tanımıyorum. Zamanın sadece 'din'e ait taraflarını ve onları da tartışma konusu yaparak konuşan hoca taifesi var etrafımızda. Ne büyük bir köşeye sıkışmışlık hali…

Ahmet Haşim'in 'Müslüman Saati' isimli şaheser yazısının giriş cümlesi şöyledir: 'İstanbul'u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilâların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu.'

Dikkat isterim. Ahmet Haşim, dindarlığı ile tanıdığımız, dini referanslarıyla hatırladığımız biri değildir. Ancak şu paragrafı şöylece yazabilecek kadar 'yerli'dir: 'Gerçi, astronomik hesaplara göre bu “saat” iptidaî ve hatalı bir saatti, fakat bu saat hatıratın kudsî saatiydi. Güneş saatinin adetlerimiz ve işlerimizde kabulü ve ezanî saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkithanelere bırakılmış battal bir “eski saat” haline gelişi, hayata bakış tarzımızın üzerinde korkunç bir tesire sahip olmamış değildir. Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi. Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş ilgisiz dostlardı. Gelen yabancılar ise hayatımızı sonu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanınmaz bir hale getirdiler. Yeni “ölçü” bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda darmadağın ederek, eski “gün”ün bütün setlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni “gün” vücuda getirdi.'

Hayır. Nostalji yapmıyorum. Sadece, düşünmeye başlayacaksak 'sahur yemeyi ne zaman bırakacağımızı' düşünmek yerine en temelden başlamayı öneriyorum. Yoksa 1 saat erken, 1 saat geç tartışmasının bizi götüreceği yer bellidir. O yer, hiç sağlıklı bir yer değildir.

Ne diyordu Yorgos: 'Şarkıyı unuttun evladım. Ne diyordu şarkı: 'Koklasam saçlarını bir gece ta fecre kadar.' Unutma, unutturma yeğenim.'

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT