1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Çözüm Sürecinin İmkân ve Kapasitesi
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Çözüm Sürecinin İmkân ve Kapasitesi

25 Nisan 2013 Perşembe 06:03A+A-

PKK’nın sınır dışına çekilip silahsızlandırılmasına ilişkin Hükümetin yürüttüğü süreci sabote etmek üzere seferber olanların başarı şansı var mı? Gerek devletin gerekse PKK’nın kabarık sicilinde bulunan provokasyon ve sabotaj teamüllerini yabana atmayalım elbette. Ancak içinden gelip geçtiğimiz günlerin bu kötülük kapasitesinin giderek güç ve itibar kaybettiğini de gözler önüne serdiğini atlamayalım.

Sadece Kürt sorunun çözümü açısından değil daha geniş manada sürecin iyiye mi yoksa kötüye mi gittiğini daha net analiz etmemiz gerekiyor. Çünkü bölünme-parçalanma, ABD ve İsrail’in hizmetine koşulma, küresel sermayenin oyuncağı olup neo-liberal iktisat politikalarının pazarına dönüşme, etnik ve mezhebi çatışma potansiyelini besleme gibi daha birçok söylem kafa karıştırmak, şüphe ve vesveseyi her alana hâkim kılmak amacında.

Ulusal ve Küresel Statüko Korkusu

Peki, suni umutlar beslemek kadar büyük bir tehdit olan umutsuzluk aşılamak, vesveseyi karakter haline getirmek, komplo teorileriyle yatıp kalkmak gibi kişilik bozukluklarının ne kadar gerçek dışı olduklarını görmek için ne yapmak lazım? Birçok şey yapmak lazım ama birisi de şu: Resmi ideoloji ve iktidar sınıflarının toplum nezdinde zaten öteden beri şaibeli olan hormonlu itibarlarının yerlerde sürünmekten beter oluşuna dalalet eden moralsiz çığlık ve çaresiz gürültülere bir nebze olsun göz atmak. Çünkü korku kaynağı olarak adres gösterilenlerin içinde bulundukları duruma takip etme işi ziyadesiyle faydalı ve ilham vericidir.

Laik-ulus devlet, Türk ulus kimliği ve Kemalizmi temsil noktasında en üst düzeyde temsil hakkını elinde tutan CHP’nin bu süreçte basit ve tutarsız ayak sürümelerinden başka yapabileceği bir şey kalmış mı? Baksanıza ‘devletin partisi’ bir miting veya kampanya başlatma iradesinden dahi yoksun olarak ancak örtülü bir biçimde MHP’nin etkinlik ve söylemlerine destek vermekle iktifa edebiliyor. Sadece tabanını değil kadro ve teşkilatlarını MHP ve İP’e kaptırma endişesiyle Kılıçdaroğlu bir müddet daha gemiyi yüzdürmeye çalışıyor. MHP ve İP’in de durumu CHP’den daha parlak sanılmasın.

Türkçü-Atatürkçü karakteri baskın sol-ulusalcı gruplarla, aydın ve sanatçı müsveddelerinin bir kurtuluş vesilesi olarak inşa ettikleri Milli Merkez’in başkanlığına Hüsamettin Cindoruk’u seçerek imkân ve kapasitelerini ilan ediyorlar. Sadece tükenmiş değil aynı zamanda çürümüş ve kokuşmuş, toplum nezdinde bir an önce kurtulunması gereken musibet muamelesi gören aktörler yine o nakaratı tekrarlıyorlar: “Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk’ü koruma ve kollama görevini sonsuza dek sürdüreceğiz.”  İnsan kedini “Vay canına!” demekten alıkoyamıyor. Üstelik bu kararlılık bildirgesinin arkasına şu müthiş sloganı eklemişler:  “Bölünme anayasasına izin vermeyeceğiz.” Kiminle birlik olup izin vermeyecekler? Elbette başını Perinçek çetesinin çektiği Ergenekon artıklarıyla!

Namı “demokrat postuna bürünmüş azılı cuntacı” olarak bilinen Hüsamettin Cindoruk Maocu-Kemalist sentezinin temsilcisi Perinçekgillerin kucağında siyaset yapmaya soyunurken hiç de yabancısı olmadığı yoldaşlarıyla birlikte hareket ediyor doğal olarak. Zekeriya Beyaz ve Necla Arat’ı, Ataol Behramoğlu ve Arslan Bulut’u, Kemal Alemdaroğlu ve Ufuk Söylemez’i, CHP’nin eski ve yeni birçok milletvekilini Ergenekon’un en şapşalca tertiplerinden biri olan Milli Merkez’in Yürütme Kurulu’nda hem de oy birliğiyle bir araya getiren saik nedir? Elbette ki, kaynağı Atatürk’ün Bursa Nutku olan seferberlik görev emridir. Bu seferberlik görev emriyle harekete geçen Kemalist yurtseverlere bakıp da heyecanlananlar arasında doğal olarak ulusalcı iktidar rüyalarıyla yatıp kalkan Ümit Kocasakal ve Nihat Genç gibi figürler oluyor.

Bu arada “süreci kimler destekliyor?” sorusu kadar “süreci kimler köstekliyor?” sorusunun da önemli olduğunu hatırdan çıkarmamak gerek. Çünkü köstekleyicilerin tarihsel süreç içerisinde iktidar sınıfları olarak oynamış oldukları rol kadar propaganda ve manipülasyon yetenekleri de maruz kaldığımız zulümlerin sebebidir. Ancak eskiden korku ve tahakküm kaynağı olan bu aktörler ve siyasetlerinden geriye artık sadece absürt gülünçlükler ve Don Kişotça kabadayılıklar kalmıştır.

 

Güçlenen İtirazlar Statükoyu Sarsıyor

Ulusalcı statükonun sergilediği acziyet gibi değil ama benzer bir tablo küresel statüko açısından kendisini gösteriyor. Bu noktada İsrail-ABD bağlantılı olmak üzere Türkiye’nin merkezinde olduğu iki gelişmeye değinmeksizin statüko korkusunun fazlasıyla abartılan yönü tam olarak anlaşılamaz.

İsrail’i Mavi Marmara için Türkiye’den özür dilemeye ve tazminat ödemeye, Gazze’den ambargoyu kaldırmaya zorlayan değişen dengeleri göz önünde tutan ABD’ydi. Lakin ABD’yi İsrail’i özre ve yumuşamaya zorlayan siyasetinin altında insani ve hukuki gerekçeler ya da daha büyük tuzaklar aramanın beyhude olduğu aşikârdır. Çünkü Mısır, Tunus ve Libya’da yaşanan intifadaların zaferle sonuçlanması, Suriye’de bütün katliam ve tecavüzlerine rağmen halkı bastıramayan Esed-Baas despotizmi için çalan çanlar, ilaveten ilk elde Ürdün’ü bekleyen akıbet İsrail’in güvenliği ve orta doğuda ABD adına işleyen istikrarı yerle bir etti.

Sürecin daha da kötüleşmemesi, kontrolden çıkıp daha da radikalleşmemesi adına ABD hem kendi adına hem de İsrail’in bekası adına tedbir arayışındadır. Somut veriler, somut gelişmeler kuvvetle bu hususu işaretliyor.

AK Parti Hükümeti sayesinde Ergenekon ve Balyoz davalarıyla birlikte işletilen sürecin Türkiye’yi İsrail karşısında zaaflı, bağımlı ve işbirliğine muhtaç olmaktan kurtaran yönü gecikmeli de statükoyu sarsan etkilerini göstermeye başladı. Bu bağlamda ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Gazze ziyaretini erteleme ricasına Erdoğan tarafından verilen cevabın sadece oyun değil aynı zamanda ezber bozan bir mahiyet taşıdığı ortada değil mi?

Bütün bunlar ve daha fazlası güç dengelerinin zannedilenden daha sarsıcı bir biçimde değiştiğini, köprülerin altından çok sular aktığının göstergesidir. Ne ulusacı güçler ne de küresel güçler kadiri mutlak değildir. Her toplumun, devletin ve iktidarın bir eceli vardır ve bu ecelden hiçbir güç azade değildir.

Tuzak kuranların, tuzak kurmakta ustalaşanların kurbanı olmaktan başka çare yok zannedilmesin. Makul ve mantıklı bir çare var ve iradesine sahip çıkanlar muhakkak ki adaleti, merhameti, kardeşliği esas alan çözümü inşa edeceklerdir.

YAZIYA YORUM KAT