1. YAZARLAR

  2. MEHMET ALİ KAÇMAZ

  3. Bölücülük, Demokrasi ve Anadil
MEHMET ALİ KAÇMAZ

MEHMET ALİ KAÇMAZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Bölücülük, Demokrasi ve Anadil

07 Kasım 2012 Çarşamba 13:09A+A-

Yemin olsun ki Tanrıya
Anlamış değilim hala
Neden demokrasi herkes demektir de
Ben demek değildir.1

Günlerdir anadilin hak olup olmadığı tartışılıyor. İktidar/güç sahipleri tarafından başlatılan tartışma, başta konunun muhatapları olmak üzere geniş bir çevre tarafından devam ettiriliyor. 21. yüzyılda yaşadığımız için hükmetme yetisine sahip kişilere ait bu tarz söylemleri, tüm dillerin özgürlüğü ve korunması için ufuk açıcı birer çıkış olarak görmeyi düşlerdik ama yaşadığımız ülke için böyle bir beklentinin pekte mümkün olmadığını tekrardan görmüş olduk. Bu bağlamda iktidar sahiplerinin söylemleri ufkumuzu açmasa da, tartışma onların istemedikleri bir minvalde ve hatta çoğunluğun onlara karşı tutumları ile devam ediyor. Garip olan şey ise bu ülkenin kuruluşundan beri “bölücü” kategorisinin ilk sırasında yer alan Kürtlerin dili olan Kürtçenin, anadil olarak kullanılıp kullanılamayacağının, Kürt olmayanlar tarafından başlatılan gündem ile tartışılmasıdır.

Başka bir gariplik (ya da kimilerine göre tutarlılık) ise konuyla ilgili 89 yıllık cumhuriyet tarihinde bir değişikliğin olmamasıdır. Çünkü 89 yıllık cumhuriyet rejiminde bu tarz tartışmaların tümü, iktidar sahiplerinin reddiyeleri üzerinden gitmekteydi ve görüldüğü gibi herhangi bir değişiklik olmadan aynı seviyede devam etmekte. Gariplik ise her fırsatta cumhuriyet rejimini, sistemi eleştiren bir hükümetin, cumhuriyetin sorun haline getirdiği Kürtler konusunda onunla aynı çizgide olması.

Hatırlayacağınız üzere tartışma Diyarbakır emniyet müdürünün teröriste de ağlamak gerekir şeklindeki açıklamaları ile başlayıp, Bülent Arınç’ın övgüleri, Erdoğan’ın sövgüleri ve Burhan Kuzu’nun hangi ilahi kitaptan aldığı bilinmeyen “şeytanın nifakı” sözleri ile devam etti ve duracağa da benzemiyor. Sonuçta bölünme korkusu çerçevesinden bakıp, kendi dilinizin dışındaki dillerin hak olmadığını veya şeytanın fikri olduğunu gayet rahat bir şekilde savunabilirsiniz. Peki ya öteki tarafın ya da tarafların bu ucube fikirleri kabul etmesi de, söylendiği kadar rahat olabilir mi? Övgüleri yapanların ne bu dünyada nede diğer dünyada konuyla ilgili mahkum olmayacakları düşüncesindeyim ama sövgü sahipleri için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil.

Tabi bu tip reddiyeleri ilk kez duymuş gibi bir şaşkınlık içinde değiliz. Toplumun hatırı sayılır bir kesiminden de aynı söylemleri işittik/işitebiliriz fakat bunu dillendirenler başbakan ve anayasa komisyonu başkanı gibi etiketlere sahip iseler bunların söylemlerinin tutarsızlıklarına karşı koymak gerekir. Bu karşı koyuş, AKP’nin toplumu ilgilendiren ciddi konularda tutarsızlıklardan, zikzaklardan, adaletsizliklerden vazgeçmesi için yapılmalıdır. Toplumu ilgilendiren önemli konular derkende yüzlerce sorundan bahsetmiyorum. Temelde cumhuriyetin kuruluşundan beri örülen iki temel korku duvarından bahsediyorum. Bu korku duvarlarının kod adları bölücülük ve irticadır. Çok kabaca ikisini şöyle tanımlayabiliriz:

Türk ırkı dışındaki ırkların haklarını savunmak ve bu hakların verilmesini istemeyi bölücülük olarak, İslam dininin emir ve yasaklarına uygun bir şekilde yaşamayı talep etmeyi de irtica olarak tanımlayabiliriz.

Sistemin kabaca bu şekilde tanımlayıp, sistem dışı bıraktığı iki grup (bölücü-irticacı) arasında ise şöyle bir bağlantı vardır. Görebildiğimiz kadarıyla bölücü olarak yaftalananların bir kısmının zihinlerine irtica korkuları, irticacı olarak yaftalananların bir kısmının zihnine de bölücülük korkuları örülmüş. Bu bağlamda bu kesimlerden bölücü olarak yaftalananlar İslam’a reddiyeler dizerken, irticacı olarak yaftalananlar ise diğer ırklara aynı tür reddiyeleri dizmekteler. Aslında daha da genellemek gerekirse siyasi mücadele içerisinde olan hemen hemen tüm kadroların genlerine belli ölçülerdeirtica ve bölücülük korkuları bulaşmış durumda. Ve ne yazık ki başta Kürt sorunu olmak üzere toplumu ilgilendiren en önemli konular, genlerinde korkular barındıran bu grupların karşılıklı çatışmaları yüzünden çözülememektedir. Hâlbuki sistem ikisini birden istememektedir. Ve bu günlerde kırmızıçizgilerini parça parçada olsa iki grup üzerinden hala yerine getirebilmektedir. Bu sayede iki tarafın birbirini yemesiyle 89 yıllık sorunlar devam ettirilmekte.

***

Son zikzaka geri dönecek olursak, hatırlanacağı üzere Başbakan Erdoğan Almanya benzetmesi ile Kürtlerin anadilde eğitim haklarının olmadığını söylemişti. Bunu söylerken kötü örneğin bir değerinin olup olmadığını tartmadan söylediği ortada çünkü olumsuz bir örneği göstererek olması gerekeni reddetmek hiçbir insani değerde karşılığı yoktur. Eğer bir örnek gösterilecek ise olumlu olduğu için gösterilir ve yapılmasının zaruretinden bahsedilerek, olması için çaba harcanır. Kendisi, her Almanya ziyaretinde Türklere anadilde eğitim hakkının verilmemesinden yakınırken bunları söylemesi utanç verici olsa gerek.

Eğer Almanya’dan bir örnek verilecek ise tam da Almanya’da Türklere bile anadilde eğitim yok dediği bir zaman diliminde, başörtülüye çalışma izninin2 çıktığına dair örneği vermek daha yerinde olurdu. Ve başbakana “Almanya’da bile başörtülüler çalışırken burada bu hak neden yok?” diye sormak gerekirdi. Bırakın çalışmayı yakın zamana kadar haydi kızlar okula ama başörtüsüz denirken şimdi başörtülü okumanıza izin verdik ama okuduktan sonra çalışmanız zinhar mümkün değildir denmekte. Bu bağlamda haklı taleplerin yerine getirilebilmesi için illaki Almanya’da olması hatta Almanya’da sadece Türklere verilmesi gerektiği tarzında bir şartın ortaya konması kadar komik bir şey olamaz.

Bir taraftan Kürtçe devlet hizmetlerinin verilmesi gerektiğini savunurken diğer taraftan Kürtçe anadilde eğitim verilmemesi gerektiğini söylemek büyük bir tezattır. Konuyla ilgili illaki müzakere de şart değil (zaten konuyu müzakere eden bir başbakan da yok) PKK ve BDP ile müzakere yapmadan AB kriterleri ve insan hakları mahkemesinin konuyla ilgili Türkiye’yi mahkum ettiği kararları bile düşünülerek sorun çözülebilir.

Yıllarca AB uyum yasaları diye diye ekonomik alanda bir başarı elde edildi fakat özgürlükler alanında bu başarı istenen seviyeye bir türlü taşınamadı. Aslında özgürlükler alanında demek doğru değil çünkü birçok alanda o da aşıldı ama Kürtlerin özgürleştirilmesi ve sorun olmaktan çıkarılması anlamında yapılması gerekenler tamamıyla yerine getirilmedi ve getirilmiyor. Hatta sorun sıralamada hep sonlara bırakılarak her gün yaranın daha da açılmasına sebebiyet veriliyor.

Sonuç itibari AKP kadrolarını oluşturan kişilerin sahip oldukları yada sahip olduklarını iddia ettikleri tüm kimlikler ile bu sorun çözülebilir. Yani ile ister İslamcı kimlikle veya demokrat kimlikle veya liberal kimlikle veya ileri demokrasi diye tanıttıkları kimlikle olsun bu sorun kolaylıkla çözülebilir. Çünkü bu kimlik tanımlarının hepsinin teorik kısmında insanların doğuştan edindikleri hakların tümünün korunması zorunludur.

Bu zorunluluk günışığı gibi aşikâr iken başlangıçta alıntı yaptığım dörtlükte dendiği gibi ileri demokrasiden bahseden bir yönetimde “demokrasi herkes demek iken, neden Kürt/ler demek değildir?” ve yine Çözümsüzlüğün nedeni olan ve başbakanın kırmızı diye niteleyip dilinden düşürmediği korku çizgilerinden vazgeçmenin zamanı gelmedi mi?

-----------------------------------

1 Amerikalı Şair Hughens (Kürt Sorunu ve Müslümanlar (Ekin Yayınları) adlı kitapta, Mahmut Yavuz’un Kürt dilinin sekülerleştirilmesi başlıklı yazısından alınmıştır)

2https://www.haksozhaber.net/almanyada-musluman-kizin-basortu-zaferi-33051h.htm

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum