1. YAZARLAR

  2. Faruk Beşer

  3. Anlama Zorluğu Çocukluktan Başlıyor
Faruk Beşer

Faruk Beşer

Yazarın Tüm Yazıları >

Anlama Zorluğu Çocukluktan Başlıyor

11 Aralık 2016 Pazar 12:56A+A-

Neden İslam'ı anlamakta zorluk çekiyoruz sorusunun cevabını arıyorduk.

Zorluk çekiyoruz çünkü anlatmaya çok küçük yaşlarda başlamıyoruz. Kişiliğin yedi yaşına kadar büyük ölçüde tamamlandığı söylenir ve bizim çocuklarımız o yaşlara kadar evlerimizde olsun İslam'ın yaşandığı bir ortamı görerek büyüme şansını tam olarak elde edemezler. Elbette o yaşlardaki çocuğu karşımıza alıp ona düzenli dersler verecek değiliz. O sadece olup bitenleri gözlemleyerek büyüyecek. Konuşulanları belli belirsiz anlamaya çalışacak. Düzgün bir hayat yaşayan karı kocanın Allah'ın âdeta bir evlilik hediyesi gibi aralarına koyduğu sevgi ve meveddeti çocuk da hissederek yudumlayacak. Anne babasının beraberce namaz kılarlarken dua için ellerini açıp yakarmaları çocuğun ruhunda derin manalar oluşturacak. Yemesinden yatmasına kadar sünnete uymakla oluşacak İslam edebinin detaylarına farkında olmadan, yaşayarak alışacak.

Neden Resulüllah Efendimiz (sa) çocuğa yedi yaşında namazın emredilmesini söylüyor? Oysa o yaştaki çocuğun hiçbir sorumluluğu yoktur. Ama sorumlu olan ebeveyndir. Yedi yaşına vardığında çocuğa namazı anlatmaya başlayacaklar, on yaşında çocuk ikinci aşamaya girmiş ve bu işin olmazsa olmaz olduğunu hissetmeye başlamış, mükellef olma yaşına girdiğinde de artık namaza alışmış olacak. Çünkü namaz gibi, insanın kalkışından yatışına kadar bütün zamanını düzenleyen, onun her anına hükmeden bir başka İslami sorumluluk yoktur. O yaşa kadar namaza alıştırılamayan bir çocuğun böyle modern/başına buyruk bir kültürde ondan sonra namaza alışabilmesi çok zor olacaktır. Oysa mesele anlaşılınca görülür ki, İslam neredeyse namazdan ibarettir.

Her mümin emr bilmarufla mükelleftir. Zayıf ve bilgisi eksik müminler bunu hiç olmazsa sadece kendi hanelerinde yaparlar. İman, bilgi ve bilinç düzeyleri arttıkça halka halka etraflarına yayarlar. Küçük yaşta ve bir hanelik bir yaşama biriminde bunu göremeyen çocuklar neredeyse kaybolmuş çocuklardır. Ebeveynlerinin akılları başlarına gelse bile artık onları tekrar fıtrata/fabrika ayarlarına geri döndürmeleri çok zor olacaktır.

İslam'ın anlaşılmasının kendi hanemizde, çocuklarımızla başlatılması için aslında çok ileri düzeyde bir bilgiye de ihtiyaç yoktur. İmanın ve İslam'ın şartlarını herkes bilir, mesele onları uygulamaktır. Uyguladığımızda yanımızdakiler de önce görerek, sonra da anlatılanlarla bunu öğreneceklerdir.

Peki, bunu yapmamıza mani olan nedir? İşte burada başka bir anlama engeli karşımıza çıkar ki, o da yine bu modern hayatın bize dayattığı gününü yaşama, eğlence, zevkusefa, kısaca dünyevileşmedir. Dünyevileşme, yani dünya için yaşama, bütün zevk ve arzularımızı burada gerçekleştirme, tüketme isteği, üzüntülerimizin ve sevinçlerimizin hep dünya için olması, öbür dünya adına eksik bıraktığımız sorumluluklarımıza artık üzülememe, onları bir kayıp olarak görememe, cennetimizi ve cehennemimizi dünyaya getirme arzusu. Böyle bir hayat anlayışı sonucunda da Ahiret inancının gittikçe zayıflaması, orası için söylenen her şeyin, hesabın kitabın, sıratın, cennetin cehennemin hep varla yok arasında bir düşünce düzeyine inmesi, sonunda da, gidip gören mi var gibi bir inkârın başlaması. İşte bu sebeple imanda Ahiret inancının çok özel bir yeri vardır ve Allah (cc) Kuranıkerim'in çoğu yerinde imanı anlatırken, 'Allah'a ve Ahiret gününe iman'dan söz eder. Oysa Allah'a iman zaten Ahirete imanı da içerir, ama buna rağmen onun tekrarlanması, önemi ve onun imanın çabuk silinebilecek bir rüknü olduğu içindir. “Müminler Ahirete îkan/kesinlik derecesinde inanırlar” denir.

Doğru anlamayı zorlaştıran bir başka engel de bilgi kirlenmesi, kafalarımızın artık ayıklayamayacağımız kadar abur cubur şeylerle dolması, şeytanın modern hayata göre mutasyona uğramış hali olan medyanın, dizilerin, filmlerin, her türlü işe yaramaz bilginin zihnimizi işgal etmesi, çöplüğe çevirmesidir. Bunun sebebi de yine doyumsuzluk, tatminsizlik ve cenneti burada arama dürtüsüdür.

Duyguların eğitimine yer verilmemesi sonucu oluşan duygu fesadı anlamayı zorlaştıran bir başka sebeptir. İnsanların duyuları gibi duygularının da olduğunu biliyoruz. Mesela acıma, merhamet etme, kızma, haset etme, kin, nefret gibi duygularımızı ne ile ve nasıl eğitebileceğimizi bilmiyoruz, öğrenme gereği de duymuyoruz? Eliyle, gözüyle, ağzıyla zarar verebilecek olan insanın duygularıyla da hem kendine hem başkalarına zarar verebileceğini düşünmüyoruz. Allah ise ancak nefsinin duygularını temizleyip eğitenlerin iflah bulacağını, bunları karma karışık kılanların ise ziyan edeceğini söylüyor. İşte örnek mürşitlere en çok bu noktada ihtiyacımız var.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT