1. YAZARLAR

  2. Sait Alioğlu

  3. Alevilik Üzerine “Günümüz Açısından” Bazı Mülahazalar…
Sait Alioğlu

Sait Alioğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Alevilik Üzerine “Günümüz Açısından” Bazı Mülahazalar…

12 Ekim 2012 Cuma 00:37A+A-

Osmanlı’nın Son Dönemi ve Cumhuriyet Bağlamında…

Alevilik Osmanlı döneminde, Sünnilik çerçevesinde yanlış bir şekilde ortaya konan ‘Hilafet teorisi’ ve ona yüklenen karşıtını ötekileştirici oranda, baskın çıkmasından dolayı ayakta kalabilmek için,  Dersim gibi Anadolu’nun kimi dağlık bölgelerinde ve Rumeli’de ve Osmanlı’nın payitahtı olan İstanbul’da, varlık gösterebilmişti.

Cumhuriyet devrimleriyle birlikte, Türklüğe ve haliyle Türk ulusçuluğuna vurgu yapılması, gerek etnik, gerek dini, gerek mezhebi ve gerekse de kültürel alandaki “doğal” farklılıklara rağmen, toplumun tümünden müteşekkil homojen bir yapı oluşturma çabaları, her kesimden ziyade Alevi kitle içerisinde bulunan Kürt ve Zaza unsurları büyük bir yıkımın eşiğine getirip bırakmıştı. 1937 Dersim katliamı bunun en belirgin örneklerindendir!

Ama ne gariptir ki, Dersim katliamı sonrası yaşananlara baktığımızda, sevgiden olmasa bile, korkudan ve zamanla da o kitlenin laikleştirilmesi sonucu, Kemalizm’e bir minnet borcunun oluştuğunu, bununda o kitlenin kendi celladına âşık olma halini vücuda getirdiğini, CHP’nin Alevi kitle üzerinde bugüne kadarki tasallutundan biliyoruz!

İşte bu manzaraya baktığımızda Alevilerin cumhuriyet sonrası ve aynı zamanda onunla birlikte başlayan sorunlarının müsebbibini başka saiklerde ve yerlerde arama yerine, esas nirengi taşının bizzat Kemalist toplum projelerinin kıvrımlarında aramak, hem daha sağlıklı ve hem daha anlaşılır olacaktır.

Kemalist sistem, kendine, kendi politikaları adına ‘adam’ devşirme işini büyük oranda laikleşen Sünni kesime mensup bulunan Türkleri, kısmen azınlıkları ve Alevileri değerlendirirken,  bu kesimin ya baştan beri var olan, ya da kendisinin oluşturduğu sosyal, siyasal, dinsel ve kültürel sorunlarını hep görmezden gelmiş, çeşitli atraksiyonlarla üzerini örtmeye çalışmıştır. Bülent Ecevit’in “Önce siz gidin kendi aranızda anlaşın, sonra bana gelin.” Sözü bunu en güzel şeklide açıklamaktadır, sonuca baktığımızda…

Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal

Alevilerin Osmanlı, özellikle de Yavuz döneminde uğradıkları eza, sıkıntı, katliam ve sürgünlerden ziyade, cumhuriyet döneminin ilk yıllarında uğradıkları tenkil, katliam, sürgün ve devşirilmeleri sonucunda kendi insicamlarının bozulduğunu, akabinde de bir nevi ölümün gösterilip sıtmaya razı edilmesi kabilinden sistemle iç içe yaşamaya başlamaları, bunun yanında sistemin uluslaştırma politikalarına karşılık Sünni kesimin yeterince ses vermemesi sonucu, başta eğitim kadrosu, ordu ve bürokraside önlerinin açıldığı bilinen gerçeklerdendir.

Sünni kesime rağmen önlerinin açılmasına, eğitim yoluyla laikliğin Anadolu’da ve Kürt bölgelerinde laikliğin Aleviler eliyle yürütülmesine ve CHP şemsiyesi altında toplanmalarına rağmen, var olan acılar hiç dinmemiş olacak ki, Aleviler, psikolojik mülahazalarla Sünni kesimden geride kaldığı şüphesine inanıp Kemalizm’e daha bir sarılmaları sonucunu doğurmuştu…

Yine buna rağmen var olan hoşnutsuzluk Alevileri, yine sol çizgide ve laiklik içre kalmaları şartıyla, yeni parti arayışlarına itmişti; CHP’nin tek parti diktatörlüğüne rağmen, yeterli olmasa da Aleviler ve tüm toplumsal kesimler açısından, ondan daha makul politikalar üretmiş bulunan Demokrat Parti’nin nispeten ‘iyi’ politikalarına bakıldığında…

27 Mayıs sol destekli askeri darbesi sonrasında genel başkanlığını Mustafa Timisi’nin yaptığı Türkiye Birlik Partisi’ni Aleviler ve ilerici kesimler adına siyaset sahnesinde görüyoruz. Ama hem yirmi yedi yıllık tek parti yönetimi ve Menderes hükümetinin darbeyle devrilmesine tepki olarak, süreç içerisinde sistem içerisine çekilip sağcılaştırılıp muhafazakârlaştırılan geniş Müslüman kesimlerin ve bir kısımda Alevi oylarının büyük çoğunluğunun o dönem kurulan sağ partilere gitmesi sonucunda TBP marjinal bir siyasi teşekkül olarak varlığını sürdürmüştü.

Yetmişlerin başında hem dünya konjönktürü ve hem de onun Türkiye’ye yansıması sonucu sol politikalar bağlamında Bülent Ecevit’in yıldızının parladığını ve onun, sol düşünceyi var olan mevcut sol formlardan ayrıştırmak ve iktidara gelip onu perçinlemek adına ortaya attığı “Ortanı Solu” söylemi başta ilerici olarak kendilerini tesmiye eden kesimlerle Alevi kesimi yeniden kucaklamaya çalışmıştı.

Ama Ortanın Solu söylemine rağmen, belki de sair ‘ilerici’ toplum kesimleri dışında, ne Sünni kesimlerin ve ne de Alevi kesimlerin onlarca yıldır birikme sonucu kangrenleşen hiçbir sorununa neşter vurulmadı, tanımı dahi yağılmadı ve haliyle de sorunlar için çözüm önerileri sunulmadı…

Altmışlı, yetmişli ve hatta seksenli yıllarda var olan sağ tandalı popülist siyasetler sonucunda da hiçbir toplumsal sorunun çözümü için ciddiyet pek mümkün olmamıştı. Bir ara Refahyol döneminde başta Kürt sorunu olmak üzere sorunların tümünün çözümü noktasında atılmak istenen adımlar, belki de başta sistem mağduru bazı toplumsal ve siyasal kesimlerin kullanılması sonucu akamete uğramıştı. 28 Şubat postmodern darbesi Sünni kesimlerin üzerine giderken, bu konuda birçok sol ve Alevi kesimden de yararlanmaya çalışmıştı.

Yerel egemen güçlerin, kendilerinden emin bir şekilde ‘muhtar dahi olamaz!’ dedikleri bir liderin ve kadrosunun öncülüğünde kurulup üç dönemdir iktidarda olan Ak Parti hükümetleri döneminde ‘Kürt ve Roman açılımına paralel bir biçimde ortaya konmaya çalışılan Alevi Açılımı ve akabinde var olan sorunların çözümü için düzenlenen ‘Alevi Çalıştayları’ işi çözüme vardıracak bir performansla devam etti. Ama bu açılım ve çalıştaylar başta Aleviler üzerinden öteden beri rant yemekle meşgul derin ve gizli güçlerle birlikte, yine onun rantını yiyen sair sol kesimleri ve bizzat ta Aleviler içerisinden çıkmış olup geleneğe dayanan bir Aleviliği değil de nerdeeyse ‘Alisiz Alevilği’ daha doğrusu onun inanç değerlerini boşlamayı kendine şiar edinmiş Alevici çevreleri rahatsız etmişti.

Alevi Açılımı; Ertelemekten Hakikate…

Birtakım lokal ve aynı zamanda da akim kalan bazı çabalara rağmen ne muhafazakâr, ne millici kesimden olmak üzere, Alevilik gibi konuların rantını yemekle meşgul sol/sosyalist kesim açısından da başta Kürt açılımı olmak üzere, Roman ve konumuz açısından söylersek Aleviliğin ve müntesiplerinin var olan kadim sorunlarını çözmede, bugüne kadar ne bir iktidar ve ne de sivil güçler tarafından bir çaba ortaya konmamıştı. Hatta sosyal demokrat kimlikli partisinde, yoğunluklu olarak Alevilere yer veren müteveffa Bülent Ecevit, Alevilerin meşruiyet arayışlarına girip bir yol aradıklarında, onlara şöyle diyebilmişti: “Önce siz gidin kendi aranızda anlaşın, sonra bana gelin.”

Bizce, içeriğinden ziyade, bazı kasıtlı ve iktidar içre sıkıntılara rağmen, Ak Parti iktidarının ön ayak olmasıyla, cesur bir adım olarak adı konmaya çalışılan açılımlar serisinden sayılan Alevi açılımı ile ilgili birçok ‘çalıştay’ yapıldı. Konunun uzmanları, çeşitli sivil toplum kuruluşları ve muhatap çevre olan Alevilerin katılımıyla yüzlerce ve onlarca yıldır adeta kemikleşen sorunlar yumağına el atılmaya çalışıldı.

Ama gerek Alevi kesim içerisinde mevcut iktidarın, biraz da konjönktür gereği, kalıcı hale gelen her yaptığı işi ve atmaya çalıştığı her adımı, kendileri açısından bir teslim alma, alınma ve çözülme olarak okuyan taraflarla birlikte, geleneksel refleksleriyle sanki bugüne kadar Alevi kitleyi güya korumayı kendisine bir hak telakki eden sair sol/sosyalist kesimlerle birlikte, geçmişte iktidarın nimetlerini tepe tepe kullandıktan sonra iktidarı elden giden siyasi çevreler, bunlara ve politikalarına yanaşıp Ak Parti düşmanlığını, ne adına olursa olsun savunan bazı toplumsuz ve temelsiz İslamcı kesimlere rağmen, ister T.C. ve geleceği adına, ister mevcut iktidarın, varlığının üçüncü şahıslara hissettirmeye çalışıldığı bir ‘İslami hassasiyet’ veya başka bir şey için olsa bile, açılımlara adım atıldığı gözden kaçmamaktadır!

Kim Erteliyor, Kim Görmezden Geliyor, Kim Açılıma Destek Veriyor?

Erteleyen, Görmeyen ve Yok Sayan; Aleviliği baştan beri İslam dışında görme eğilimini besleyen, kendileri de Alevi bir kökene sahip olup süreç içerisinde ise, aslında Aleviliğin de dayandığı metafizik bir çerçeveyi bilerek ‘es geçen’ ve Aleviliği de bu sayede(!) materyalizm ve sair ideolojik seküler, laik, sol/sosyalist bir çerçeveye dâhil etme uğraşısı veren ‘Alevici’ çevreler, kurumlar ve şahıslar. Ör. Pir Sultan Abdal Derneği, Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF); Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu(AABK) Ki,  bu çevreler Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tamamen kaldırılmasından yanalar…

Gören, ama; Alevi kesim açısından bir ‘iyi niyetle’ kendilerini İslam içinde görme istidadını sürdürmek isteyen ve Alevi kitle içerisinde birtakım dinsel ve sosyal makamları bulunan, bunları korumaya çalışan ve bu makamları vasıtasıyla da alanlarını genişletme, Alevilerin makul anlamda önderliğini üstlenme ve Diyanet İşleri başkanlığı (DİB) kurumu içerisinde reform yapılmasını isteyen çalışma ve çabalar içerisinde olanlar. Ör. Cem Vakfı vb.

Gördükleri halde Kemalizm’den vazgeçemeyenler de söz konusu. Bu da, türüne özgü bir garabet olsa gerek…

Hem Gören, Hem İsteyen ve Hem de Açılıma Destek Olanlar; Aleviliği İslam’ın özü olarak gören, Müslüman mezhepler arasında kucaklaşmayı savunan ve kendi açılarından İslam’ın özü olarak gördükleri Aleviliği hem Sünnilere ve hem de Alevilere öğretme çabası içerisinde olanlar. Ör. Dünya Ehl-i Beyt Vakfı ve vakfın açmış olduğu Alibeyköy/İstanbul merkezli faaliyet gösteren Ehl-i Beyt Akademisi vb…

Önce Birkaç Soru…

Sorunları şöyle sıralayabiliriz; a)Alevi/Bektâşi kimliğinin ‘ne’liği, ‘nasıl’lığı ya da din ve inanç boyutu nedir ve neler kapsar?

b)Alevilik bu minvalde mistik bir içe bakış mı, İslâm’ın en esaslı bir yorumu mu? Mistik anlamda bir içe bakışsa, Aleviliğe göre iç nedir, dış nedir, dış olmadan için mahiyeti anlaşılabilir mi; daha doğrusu şeriat olmadan marifetin ve tarikatın bir esprisi olabilir mi?

Ki, bu konuda Sünni çoğunluk içerisinde varlığı bilinen Nakşibendilik gibi sufi tarikatları Sünni İslâm bağlamında apaçık bir şekilde kendini İslâm şeriatına bağlamaktadır. Ki, bu konuda Aleviliik için ne söyleyebiliriz…

c)Alevilikte, sair İslam mezheplerinde olduğu gibi formel bir ibadet olgusu var mı? Namazla birlikte İslam’ın şartı olarak bilinen umdeler, Kur’an ve Sünnete bağlı kalınma şartıyla farklı yorumsamaları içerecek oranda Aleviler tarafından yerine getiriliyor mu? Ör. Günde beş vakit namaz, Hac, Zekât, Ramazan orucu…

Eğer bunlar kabul edilip yapılıyorsa, Aleviler için, formel ibadetler için esas mekân cami mi, yoksa bir başka yer mi? Cemevi bir ibadet yeri mi, yoksa bir nevi köy odası, ya da bir kültür merkezi mi, ya da herhangi bir dernek lokali gibi kültürel bir işleve mi sahip?

d)En can alıcı soru ise, Alevilik genel kabul gördüğü oranda İslâm’ın içerisinde mi, yoksa dışında mı mütalaa edilmektedir? Bu konunun netleşmesi açısından ileri sürülen görüşler, kendi başlarına ne kadar gerçeği yansıtmaktadır?

Genel anlamda ‘Alisiz Aleviliğe’ ne demektedirler; itiraz mı, kabul mü daha baskın çıkmaktadır?

Çözüm Bekleyen Sorunlar ve Bazı Teklifler

Konu ile ilgili tüm toplumsal kesimlerin katılımıyla makul bir Alevilik tanımının yapılması ve bu tanımın, ontolojik temellerinin ileriye dönük olarak, olası çabaları  ortaya koymaya çalışmak,

Var olan dağınıklığın giderilebilmesi için, kendini İslâm içerisinde gören kesimlerin geleceklerinin laik, sol/sosyalist kesimlerce ipotek altına alınamamasını sağlayabilmek,

İbadet yeri bağlamında Cemevlerinin onay ve rıza ile kültür merkezine dönüştürülmeleri, isterlerse Sünnilerden ayrı olarak ibadet etmeleri için camilerin inşa edilmeleri, ya da diğer Müslüman kesimlerle –bu daha mantıklı- camileri paylaşmalarını sağlamak;

İslâm’ın öngördüğü olgulara zıt bir şekilde süreç içerisinde ortaya çıkan dedelik/babalık kurumunun süreç içerisinde Alevilerinde, din bürokrasisi ve dinsel hiyeraşinin İslâmi olmadığını görüp bu kurumsallıktan vazgeçmeleri, bu zevatın olacaksa eğer, Sünni kesimlerdeki kanaat önderliğine ircası şeklinde olmasını sağlamak;

Diyanet kurumunun laiklik üzere kurulduğundan yola çıkarak, İslâmî anlamda herkesimin kendi resmi yapılarını oluşturmalarını, onların iç işleyişlerinin devletten bağımsız hareket etmelerini sağlamak, gerekirse, devletin bu yapılara, sürdürülebilirlik oranında sosyal ve kültürel temelde maddi oranlarda destek çıkmasının, çıkabilmesinin anayasal çerçevede teminat altına alınması –ki bu bir vatandaşlık hakkıdır, sonuçta…

Tabi ki, bunlar bizim sistem bağımsız çıkarımlarımız ve görüşlerimizdir, sonuçta ve herkesten önce bizleri bağlar. Muhatap Alevi çevre ve çevrelere gelince, sonuçta kararı bizzat onlar verebilecektir…

YAZIYA YORUM KAT