1. YAZARLAR

  2. Fatma K. Barbarosoğlu

  3. Türkan Saylan ölünce…
Fatma K. Barbarosoğlu

Fatma K. Barbarosoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkan Saylan ölünce…

22 Mayıs 2009 Cuma 04:00A+A-

Biz onları üçü bir yerde olarak gördük Cumhuriyet Mitingleri esnasında. Necla Arat, Nur Sertel, Türkan Saylan. Hepsinin adına Prof. Dr unvanı eşlik ediyor. Hepsi de kendi çapında "idealist". Ama ben Türkan Saylan'ı ilk ikisinden ayırmayı tercih ettim daima. Türkan Saylan'ın benim için karşılığı temastı çünkü. Ta siyah beyaz ekranların TRT'li günlerinde kaydetmiştim adını. Şimdi adını hatırlayamadığım cüzamlılara dair bir roman okurken görmüştüm ilk onu. Adını okuyup ne anlama geldiğini bilmediğim hastanenin doktoru olarak konuşuyordu. En büyük acının hiç kimse ile göz teması kurmadan yaşamak olduğunu, cüzamlılara bakmaktan korkmamak gerektiğini anlatıyordu. Henüz orta okul öğrencisi idim ve bütün bu konuşmaları bu kadar net hatırlamamın sebebi halk arasında yaygın olan cüzamlılara bakarsan cüzam bulaşır sözünün doğru olmadığını ilk o zaman öğrenmeme dayanıyor belki de. Şimdiki çocuklar ne konuşuyor bilmiyorum. Bizim çocukluğumuzda en korkutucu hikaye vampirlere ve cüzamlılara dairdi. Öğle teneffüslerinin birinde ecinnilere karışanları, soğan kabuğunu orta yere atmamak gerektiğini, çünkü bunun üç harflilerin parası olduğunu konuşuyorsak, diğerinde muhakkak bir gün karşınıza aniden bir cüzamlı çıksa ne yaparsın sorusuna cevap arıyorduk. O zamanlar şimdiki gibi blog'tur face-booktur gibi şeyler olmadığı için, bol bol anket ve hatıra defteri doldurulurdu. "Hafif kızlar" ilk naylon çorabını ne zaman giydiğini yazarken, ciddi ve ağır kızlar bir cüzamlı ya da vampir gördüğü üzerinden korku hikayeleri uydururdu.

Cüzamı yok etmek için canla başla savaşmış prof dr, kendini "haydi kızlar okula" kampanyasına adamıştı. Ama bazı kızların okula gitmesini istiyordu sadece. Öteki kızları yok sayıyordu. Öteki kızlar ile göz teması kurmaktan kaçınıyordu. Söylemi Nur Sertel ve Necla Arat kadar doğrudan değildi belki. Ama o da diğerleri gibi, hem feminist hem Kemalist olunabileceğine iman edince, esnekliğini kaybeden bir katılıkla kendini muhkemleştirince, laiklik semasına çekilen bayrak oluverdi. Laiklik semasında dalgalanmak isteyen "bayraklar"ın nazarında özgürlük ve haklar sadece BAZILARI içindi.

Tartışmamız gereken birinci soru şu: Türkan Saylan sadece tıp alanındaki çalışmaları ile "yetinmiş", Cumhuriyet Mitingleri'ni tertiplememiş, adı Ergenekon davasına karışmamış olsa idi, arkasından ağlayanlar bu kadar kabalık olur muydu? Televizyon haberlerinde ölümü bu kadar çok yer tutar mıydı? Dürüst olalım. Hayır. Nasıl bu kadar rahatlıkla hayır diyebiliyorum!? Şuradan: Isparta uçağında hayatını kaybeden Prof.Dr. Engin Arık Hoca da fizik alanında çok önemli bir isimdi. Ölüm haberi kaç gün haber bültenlerinde kaldı! Oysa o da çok iyi öğrenciler yetiştirmişti. Onun öğrencileri de günlerce ağlamıştı. Hem da kameralar olmadığı halde ağlamıştı. Engin hoca dindar biri miydi. Hayır. Ölümü, onca haber değeri taşımasına rağmen; ideolojik bir hikaye içine rapt edilemeyecek kadar bilime adanmış bir ömrün sonunu işaretlediği için, kitlelere gıpta edilecek bir hayat hikayesi olarak nakşedilip aşılanması yeterince işlevsel bulunmamıştı. Oysa bilim insanları, sanatçılar, devlet adamları, hizmet adamları, kanaat önderlerine sadece yaptıkları iş üzerinden, hiçbir ideolojik hikayenin elverişli yapı taşı olmaksızın takdir edilip vefa gösterilmeli.

Tartışmamız gereken ikinci soru şu: Bilim insanlarının yaptıkları hizmetleri görmediğimiz için mi, onlar kendilerini bir şekilde siyasetin içinden ifade etmeye çalışarak, hastalarını kurtarmaktan vazgeçerek ya da bunu ikincil kılarak "ülkeyi" kurtarmaya kalkıyorlar!? (Ergenekon davası kapsamında tutuklanan Başkent Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mehmet Haberal'ı hatırlayalım lütfen.) Ülkeyi kurtarırken zamanın ruhunu kavramak gibi bir endişeleri olmaksızın, insanlar arasında kendilerince bir hiyerarşi kurarak, çağdaşlığı çağın içinden değil, sadece kendilerinde kayıtlı olan değerler üzerinden güncellemeye kalkıyorlar?

Üçüncü soru: Bazı meslekler kişilerin kendisini tanrısallaştırması için uygun bir ortam mı sunar? Mesela tıp mensupları. Hırsın ve azmin sonucu, mesleğinde bütün basamakları hızla tırmanmış doktorlar, "diğerlerini", aydınlatılmaya layık kör odalar, yoğrulup şekil vermeye müsait bir topak hamur olarak mı görür? "Hizmet ederken", hizmet ettiği nedir esasında! Kendi iktidarını yaygınlaştırmak, otoritesini güçlendirmek? Siyaset Meydanı'na katılmış olan merhum Yıldırım Aktuna'dan bir örnek aktarmak istiyorum bu bağlamda. Tartışma alevlenmiş Yıldırım Aktuna kendisine sunulan delilleri değerlendirmede yetersiz kalınca siyasi kimliğini terkedip, "deli doktoru" kimliğine dönüvermişti: "Sen bana deli dersen bir şey olmaz. Ama ben sana deli dersem ömrün boyunca bununla yaşamak zorunda kalırsın."

Ayet-i kerime “Her nefs ölümü tadacaktır” buyuruyor. Türkan Saylan tattı. Sıra bize de gelecek elbet. İnananlar için hayat daha kolay. İlahi adalete inandığımız için bekleme estetiğini daha içten yaşama şansına sahibiz.

Yoksa değil miyiz?

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT