1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. “Tesettür gettosu” Getto Nedir?
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

“Tesettür gettosu” Getto Nedir?

15 Ağustos 2008 Cuma 02:13A+A-

Yirmili yaşlarımda Refah Partili günlerimde, benim gettom, kadın kollarıydı... Otuz iki ilçede, otuz ikisinin de tüm mahallerinde ve üç aşağı beş yukarı tamamına yakın sokaklarında, tam 18 bin kadınla beraber çalıştığımız o günler (1995)... Beraber çalıştığımız demek eksik olur, arkadaşlarımla beraber yaşadığımız o günler...

Ortak inanç, ortak umut, ortak rüya... Getto deyince bu gelir benim aklıma.

Ne istiyorduk?

İnsanca ve insana has onurlu bir yaşam...

Bunun için omuz omuza vermek, dayanışma ve sabırlı bir direnç gerekliydi. Birbirine benzemek, snob olan her şeyi törpülemek, bireysel tutkuları susturmak, örtmek, ertelemek, sade olmak, birbirinin deneyimini tatmak, dinlemek, kulak vermek, atılan çığlığa sadece başını çevirerek değil, yüreğiyle, zihniyle dönüp katılmak, misal; biri açken diğeri tok yatmamak, o yerde oturuyorsa divana geçip kurulmamak, açlığı, yoksulluğu, işsizliği es geçmeden, hatta içine içine girerek, bir sobanın etrafında halka olup ellerini ısıtırken bir taraftan da memleket meselelerinden bahsetmek, paylaşmak, umudu da, kahrı da, bilgiyi olduğu kadar tecrübeyi de ve her şeye rağmen hayatta kalmayı, onuru, rüyayı, gayeyi, mücadeleyi ve savunmayı... Paylaşmak. Kardeşlik bilinciyle... Sosyal adalet istiyorduk, hukuk önünde eşitlik, sağlık, eğitim; en önemlisi hayal kurabilmek çocuklarımızın mutlu yarınları için... Ve bu bizi dünyanın en sağlam yapıştırıcısıyla birbirimize kenetliyordu.

Ne garip değil mi?

Yukarıda yazdığım taleplerimizi, zenci hareketi Kara Panterlerin dağıttığı bir el bildirisinde de okuyabilirdiniz veya 68’lerdeki Çekoslavak Bağımsız Öğrenci Teşkilatlarının taşıdığı pankartlarda... Ya da Paris Komünü’ndeki cam işçilerinden veya Nikaragua’da Reagan’a karşı halkı örgütleyen Sandinistler’den de benzer talepleri işiteceğiniz gibi...

Kadınların en iyi teşkilatlandığı yerler mesela: Bağcılar, Kağıthane ve Ümraniye... Mahalle mahalle, hatta sokaklarıyla birlikte ezbere bildiğim, gözümü kapadığımda bile canlanıveren, sadık ve umutlu arkadaşlarımla kalbi atan yerlerdi bu üç ilçe... Nerdeyse kapı kapıya, insan insana tanıdığım İstanbul’un en kalabalık semtleri... Diğer ilçelerini de severdim İstanbul’un, ama ne zaman bu üçünün sınırlarına girsem, kendimi evimde gibi hissederdim.

Arkadaşlarım oradaydı çünkü... Sağlam kızlar, sıkı kadınlar...

“Dışarısı” sözkonusu olduğundaysa; aynı koku, aynı temas, aynı armoniyi, sözgelimi Mekke Medine’de değil de gariptir, bir tek Berlin’de hissetmişimdir... Gülersiniz şimdi böyle dediğime. Ama samimiyim ki bu böyleydi... Yani tam olarak hâlâ bilmiyorum, niye böyleydi?

Sebepsiz bir güvenlik hissi, yersiz bir neşe diyeceksiniz... Bunu kelimelerle anlatabilmenin pek imkanı yok. Hani astım hastaları sıkıştıklarında  ceplerinden çıkardıkları bir fısfısı ağızlarına sıkarlar ya, işte öyle bir şeydir getto... Nefesiniz genişler, sanki fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusu kaplar havayı, sanki çay kaşıklarının sabahları sizi neşeyle uyandıran çocukluk günlerindesinizdir, sanki hiç kimse ölmemiş, sanki hiç kimse ayrılıp küsmemiş, çekip gitmemiş gibi gelir, geminiz sağlam, tayfalar çalışkan ve kaptan efendiler hep fedakar, geminiz pupa yelken, hava hep güneşlidir...

Bir duvar yazısı kadar kısa ve özdür orada tüm işleriniz.

Ağızlarda ortak marşlar, türküler... Kederler ve utkular bir, dinlediğimiz masallar, sevdiklerimiz ve nefret ettiklerimiz bir... Hiç çatlağı olmayan sağlam ve pürüzsüz bir mermer benzeridir orada hayat. Yoksulluk ve kaybediş mi derseniz, ne elem, ne keder! Kalp atışları bir ve tek, havaya sıkılı bir yumruk kadar kararlı ve asabı bozuk bir muhalefet... Asabı bozuk bir muhalefet... Asabı bozuk bir muhalefet...

Getto, içerde ve merkezde olan değildir. Orası, dışta, taşrada, çevrede, banliyöde, zengin mahalleleriyle orta halli kişilerin oturduğu sınırların hemen bitiminde başlar. Kaçağı, göçmeni, başı belalısı, işsizi, veremi, sevmiş de alamamışı, koşmuş da varamamışı çoktur... Dil bilmezi, nüfusu bile olmayanı, minübüsü, “fakirsin dediler vermediler”i, toplu sünnetleri, yaz gelince halı yıkaması, kış gelince kömür dağıtımı... Böyle bir şey işte. Tık, tık, tık, kapıyı çal, selam ver, gülümse ve tanış...

Getto kalmadı artık!

Dış kuşaktakiler, hukuk ve adalet arayışlarında ciddi siyasal katılım imkanlarına kavuştular. Katılım ve temsil, dışta olanı, içeri taşıdı. Merkez, her ne kadar başta (aslında hâlâ) reaksiyon gösterse de bu “dağdan gelenlere”, bağını ve bahçesini (bağı bahçesi sandığı kariyerleri) yasal ve legal yollar üzerinden açmak, paylaşmak zorunda kaldı...

Merkez renklendi, çoğaldı.

Merkezkaç olansa, eski “asabı bozuk muhalefeti”ni yeni taşındığı merkezi muhitlerde derleyip bohçaladı, rafa kaldırdı...

Şimdi raflardaki tozlu resimler kadar hiç yaşanmamıştır sanki benim için o günler... Bağcılar’a yolum düşse kayboluyorum, Ümraniye Çarşı’sına kalabalıktan girmek istemiyorum, Kağıthane’de İbrahim Tenekeci’den başka tanıdığım kalmadı nerdeyse, Berlin’deki Sivaslılar duruyor mu, hâlâ kete pişirip, “Sivas’ın yollarına, çıkayım dağlarına” çalarken, hâlâ ağlıyorlar mı... Bilmiyorum... “Conversseverkizlar” adlı bir yazışma grubuna eklemiş birtakım tesettürlü genç kızlar beni. Çoğunun annesi, “eski arkadaşımmış”... Baktım, onların da bir gettosu var. Adaletten ve emekten bahsetmeseler de...

Vakit gazetesi

YAZIYA YORUM KAT