1. YAZARLAR

  2. Necmettin Turinay

  3. T. Çiller ve 28 Şubat
Necmettin Turinay

Necmettin Turinay

Yazarın Tüm Yazıları >

T. Çiller ve 28 Şubat

27 Ocak 2011 Perşembe 12:59A+A-

Abdullah Öcalan’ın yaptığı açıklama öncesinde Tansu Çiller, toplum gündemine bir kere daha gelmişti.

Demirel, Mesut Yılmaz ve şimdi bir siyasi mevta durumuna düşmüş Hüsamettin Cindoruk DYP kongresinden önce bir araya gelmiş, güya Tansu Çiller’i dudak ucu ile DYP Genel Başkanlığı’na davet ediyorlar!.. Sonradan öğreniyoruz ki Çiller’e ne telefonla, ne de özel aracılar vasıtası ile böyle bir davet ulaştırılmış!.. Zira bunu bilahare Çiller’in kendisi açıkladığı gibi, onun açıklamasından üç-beş gün önce, biz de bu konuya temas etmiş ve bunun sahte bir şov olabileceğine özel bir vurgu yapmıştık.

Orada demek istemişik ki Çiller, yukarıda isimlerini verdiğimiz triumviranın büsbütün dışında birisidir!.. Bu üçlü nasıl 28 Şubat’la, bilahare Ergenekoncu gruplarla, dahası bir hayli zamandır da Encümen-i Daniş’le uzak-yakın bir dayanışma içinde iseler, bunların tam aksine Tansu Çiller, meydanı terk etmiş ve bunu da içine sindirmiş birisi olarak karşımızda durmaktadır.

Daha önemlisi de Tansu Çiller’in, yaygın kanaatlerin aksine, öbürlerinden daha farklı bir duruş sergilemesidir. Haliyle bu duruş, hareketsiz ve eylemsiz de olduğu için, onun hakkında bir kanaat geliştirmek pek de kolay olamamakta idi.

İşte şimdi Çiller, uzun sürmüş bir inzivanın ardından bir kere daha gündeme geliyor ve bu sefer de onu Abdullah Öcalan gündeme taşıyor. Peki, durduk yerde vuku bulan bu ifşaat nasıl değerlendirilmelidir?

28 Şubat’a doğru yıllar, özelde de Çiller’in Başbakan olduğu dönem hatırlanacak olursa; o sıralarda Çiller’in, Suriye’de bulunan Öcalan’ı öldürtmek için(!) özel timler kurdurduğu, çok konuşulan ve iddia edilen bir mesele idi. Daha iktidara gelişi sırasında, 33 erin şehit edilmesi dolayısıyla, Tansu Çiller, anarşi ve terör karşısında iyice bunalmış ve bu işin önünü almak yolunda da ciddi bazı tedbirlere başvurmak istemişti. Fakat bu teşebbüs akim kaldı biliyorsunuz!.. Sorumluluk da, bu işten Apo’nun haberdar edilmesini sağlayan(!) kişi olarak, Mesut Yılmaz’ın üzerine yıkılıvermişti. Fakat aynı sıralarda bu gammazlamayı, Yalçın Küçük’ün yaptığını iddia edenler de olmadı değil!.. Fakat şimdi anlıyoruz ki, asker içinde, Apo ile dayanışma içinde çalışan bir grup böyle bir hava yaymış ve çeşitli kombinazonlar gerçekleştirmiş!..

Nitekim Öcalan’ın, Çiller hakkında yaptığı son ifşaat da açığa vuruyor bu durumu!.. Çiller’in kendisini öldürtmek istediğini duyan Öcalan’a, asker içindeki o sınıflar diyorlar ki, “Bu ‘kadını’ temizleyin veya temizlemek isterseniz, biz gereken şartları size hazırlarız” vs. Apo tabii bu işi adamları vasıtası ile yapacak, sorumluluk da kuşkusuz PKK’nın üzerine atılıverecek!.. İşte meselenin özü burası!..

Fakat hadisenin daha önemli bir yanı var: O da Tansu Çiller’e yönelik bu tasavvurun, asker içinde yer tutmuş herhangi bir kliğe mi ait, yoksa tepelerde esen sert rüzgarların bir yansıması mı olduğu sorusudur.

Bir defa özetlemeye çalıştığımız sürecin, 28 Şubat’a doğru Türkiye’nin kademe kademe evrildiği bir döneme rastladığını hatırlatalım. İşte bu sıralarda Doğan Güreş emekli olmuş, Karadayı Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmiş ve 28 Şubat’a hazırlanan askeri kadroları da bütünü ile iş başında!.. Çaresiz fakat, inatçı ve hırçın da bir Başbakan olarak Çiller şartları da zorlamaktan yana!.. Dolayısıyla birbiri peşi sıra inip çıkan iktidarlarla fazla bir şey yapılamıyor.

Bir yandan ABD ve İsrail’le iyi ilişkileri olsa bile, Çiller’de hırs var, inatçı bir kişiliği var ayrıca!.. Böyle bir haleti ruhiye içinde, Erbakan’ın Başbakanlığındaki koalisyona can havli ile katılıyor. Katılıyor ki, yarım kalmış niyetlerini, siz sayın ki hırsını veya hıncını (ne ise onlar) gerçekleşirmek peşinde!..

Zira böyle bir lider için (yetişme tarzı ve kültürü bakımından), Erbakan Hoca ile koalisyona girmenin zorluğunu varın siz düşünün!.. Fakat değil mi ki nöbetleşe Başbakanlık yapılacak, işte bu yüzden, temelde hiç hazzetmediği Hoca ile koalisyona mecburen razı olmak durumunda kalıyor.

Ancak Erbakan-Tansu Çiller koalisyonu sırasında yani 1996 sonbaharında, Türkiye’nin önüne önemli bir NATO paketi çıkageldi. Bu yeni bir stratejik plandı ve fesh edilmiş Varşova Paktı’ndan boşta kalan Doğu Avrupa ülkelerinin, NATO üyeliğine dahil edilmesini amaçlıyordu. İşte Tansu Çiller bu noktada, Türkiye’nin eline tarihi bir fırsat geçtiğini düşünerek, NATO stratejisinin şarta bağlı olarak kabul edileceğini bütün dünyaya ilan ediverdi. O şart da, Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne dahil edilmesi idi!.. Yani siz Türkiye’yi AB’ye kabul edin, biz de NATO stratejisini veto etmekten vazgeçelim!..

İşte o anda Çiller’in, uluslararası sistem ve ordu ile ilişkisi büsbütün bitti!.. Çiller de ikna olmadığına göre, ne yapmak gerekirdi? Sizin anlayacağınız, 12 Eylül 1980 darbesinin şartları yeni baştan oluştu. Nitekim o zaman da Türkiye, Yunanistan’ın NATO’ya geri dönüşüne direnip durmamış mıydı?..

Dolayısıyla 28 Şubat darbesi, Çiller’in veya Türkiye’nin bu inatçı(!) direnişini kırma denemesidir. Nitekim hemen hemen ardından, 26 Kasım 1996’da, Susurluk operasyonu icad edildi ve suç da Çiller’in üzerine yıkılıverdi!..

YENİ AKİT

YAZIYA YORUM KAT