1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. Suriye’de bayram coşkusuna tanık olmak
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye’de bayram coşkusuna tanık olmak

08 Haziran 2025 Pazar 18:25A+A-

Özgür-Der’in organize ettiği program çerçevesinde, bayramdan beş gün önce Yavuz Karaoğlu kardeşimle birlikte Diyarbakır’dan yola çıktık. Devrim öncesinde defalarca ziyaret ettiğimiz bu topraklara, devrimden sonra ikinci kez adım atıyorduk. Her seferinde farklı bir hissiyatla yoğrulsak da, İslam coğrafyasının herhangi bir beldesine yapılan her yolculuk; insanın kopmuş bir parçasına yeniden kavuşmasının verdiği heyecanı ve mutluluğu taşıyor. Aynı zamanda bu yolculuklar, kardeşliğin ve ümmet olmanın hakiki anlamını yeniden derinden idrak etme imkânı sunuyor.

Suriye, Gazze ve Afganistan gibi savaşın ve sabrın iç içe geçtiği coğrafyalarda, yürekleri imanla dolu insanlarla geçirdiğim her an, kendi iç dünyama tutulmuş bir aynaya dönüştü. Bu topraklarda yalnızca yoksulluğa değil; kanaatkârlığa, yetim kalan çocuklara değil; umudu yaşatan dirence, savaşın izlerine değil; imanla inşa edilmeye çalışılan bir geleceğe tanıklık ettim. Bu yolculuklardan dönüşlerimde geride kalan, sadece birkaç gün değil; zihnime kazınan izler, yüreğimde yankı bulan sarsıntılar oldu. Bu yolculuklar, yalnızca fiziki bir ziyaret değil, aynı zamanda insanı kendi hakikatine yaklaştıran manevi bir tefekkür kapısıdır.

Ziyaret ettiğimiz yerlerde bizi ağırlayan kardeşlerimizin duygu ve düşünce dünyası, bizim hissiyatımızın çok daha ötesindedir. İçinde yaşadığımız konforun çoğu zaman bizi fıtrat ve hakikatten ne kadar uzaklaştırdığını bu seyahatlerde daha iyi kavrıyorum. Suriye’deki, Gazze’deki, Afganistan’daki kardeşlerimizin hayatı; sadece sabrı değil, aynı zamanda adaleti, sadeliği ve imanı merkeze alan bir yaşamı öğretiyor.

Savaşın en ağır yükünü çoğu zaman en görünmeyenler taşır: kadınlar ve çocuklar. Suriye’de karşılaştığımız her kadın, hem evini kaybetmiş bir anne hem de umudu ayakta tutan bir direniş sembolüdür. Çocuklar ise oyun çağlarında yetimlikle, mültecilikle tanışmış; ama buna rağmen gözlerinde umut taşıyan birer gelecektir. Onlar, yardım bekleyen değil; şefkat ve merhamet duygularının kaybolduğu çağımızda nasıl ayakta kalınabileceğini öğreten sessiz öğretmenlerdir.

Çocukluğumun geçtiği Diyarbakır ve Mardin’de büyüklerimiz Suriye veya Türkiye demeyi bilmezlerdi. Türkiye’ye “Serxet”, Suriye’ye “Bınxet” derlerdi. Hattın altı ve hattın üstü. Hat dedikleri şey ise Fransa’nın Bilad-ı Şam topraklarını işgal etmesi sonrasında Sykes-Picot’un aramızda sınır olarak çizdikleri tren hattıdır. İşgal devletlerinin masa başında çizdiği ümmet coğrafyasındaki birçok sınır gibi, Suriye ile aramızda çizilen sınırın da hiçbir sahiciliği yoktu. Aşiretlerin, akrabaların hatta ailelerin tren rayının alt tarafında kalanları Suriyeli, üst tarafında kalanları ise Türkiyeli olarak kaldı; ama ne çizilen bu sınırlar ne de araya döşenen mayınlar bu insanları hiçbir zaman birbirinden koparmadı.

Masa başında sınırları çizilen bu coğrafyalarda oluşturulan türedi ulus devletlerin hiçbir sahiciliği olmadığı için tek tek çatırdamaya başladılar. Sopa zoruyla, muhaberat ve işkence marifetiyle dayatılan bu yeni kimliğe, bu insanlar hiçbir zaman razı olmadı. 2011 yılı Mart ayında başlayan halk isyanı, 2024 yılı Aralık ayında şanlı bir devrimle neticelendi.

On dört yıl süren savaş boyunca bu halk, yalnızca askeri anlamda değil; ahlaki ve manevi zeminde de büyük bir direniş sergiledi. Taviz ve pazarlığa yanaşmayan yiğitlikleri ve imanla yoğrulmuş sabırları, nihayetinde Allah’ın da yardımıyla zaferle taçlandı. Ancak bu direnişin ardından gelen yeni süreç, en az savaş kadar zorlu bir başka mücadele alanını da beraberinde getirdi.

Sosyal ve siyasal düzlemde, Baas rejiminin yıllar boyunca derinleştirdiği etnik ve mezhepsel fay hatları hâlâ toplumsal bir tehdit olarak varlığını sürdürmekte. Buna ek olarak, rejimin kültürel mühendislik politikalarıyla tarihinden, değerlerinden ve kimliğinden koparılan sekülerleşmiş toplumsal kesimlerin varlığı, ortak bir gelecek inşasını zorlaştırmaktadır. Ekonomik açıdan ise savaş, zaten kırılgan olan yapıyı ciddi biçimde tahrip ederek enerji, altyapı ve sanayi gibi hayati alanlarda büyük ölçüde yıkım ve mahrumiyet yaşanmasına neden olmuştur. Bugün Suriye halkı yalnızca fiziki yıkımı değil; aynı zamanda toplumsal hafızası ve yapısı üzerinde oluşan derin hasarı da onarmak zorundadır.

Bazen bir kavga sonundaki yaraları sarmak ve ortaya çıkan harabiyetleri onarmak, o kavgaya tutuşurken gösterdiğiniz cesaret ve kararlılıktan çok daha fazla sabır, metanet ve kararlılık gerektirir. Yukarıda özetlediğimiz tabloyu onarmak; bozulan sosyal, siyasi ve ekonomik dengeleri düzeltmek, özellikle de İsrail ve İran gibi ülkelerin yıkıcı müdahaleleri altında Suriye’yi istikrara kavuşturmak, yeni hükümeti bekleyen en önemli sorunlardır.

Tüm zorluklara rağmen Suriye halkı, hayatın her alanında gösterdiği sabır, teslimiyet ve dirençle karşılaştığı imtihanı alnının akıyla veriyor. Bugün karşı karşıya oldukları sorunlara rağmen, devrimi kurumsallaştırma ve kalıcı bir toplumsal yapıya dönüştürme yönündeki kararlılıkları, yarına dair büyük bir umut vaat etmektedir. Bu sabır ve kararlılıkla inşa edilen iradenin, bölgede sadece siyasi bir değişim değil; aynı zamanda ahlaki bir dirilişin de temelini atacağına şüphe yoktur.

Bombaların gölgesinde sergilenen destansı direnişin yanı sıra, can havliyle hicret etmek zorunda kalanların, sığındıkları yerlerde karşılaştıkları ayrımcılık ve ötekileştirme neticesinde henüz sekiz yaşında bir çocuğun annesine “Anne, biz neden Arabız?” diyerek kimliğini sorguladığı bir ortamda bile, bu halk büyük bir vakar ve metanetle sınavını vermeye devam etti.

Artık savaşın ardından ortaya çıkan yeni süreçte, hem yerel aktörlerin hem de ümmetin her bir ferdinin omuzlarında ciddi sorumluluklar bulunmaktadır. Suriye’yi sadece yeniden inşa etmek değil, onu özgürlük ve adalet temelinde kurumsallaştırmak da bu sorumlulukların başında gelmektedir. Eğer devrim bir kıvılcım ise, onun kalıcı bir ışığa dönüşmesi bundan sonraki süreçte gösterilecek basirete, sabra ve kolektif akla bağlıdır.

Modern ulus-devlet anlayışının dayattığı yapay sınırlar, İslam ümmetinin tarihsel, kültürel ve insani birlikteliğini bölmeye yetmemiştir. Diyarbakır’dan Mardin’e, Serxet’tenBınxet’e uzanan kadim ilişkiler, tren raylarının çizdiği çizgilerle değil; gönüllerin ördüğü bağlarla yeniden şekillenmektedir. Suriye’deki kardeşlerimizle aramızda yeniden inşa edilen bu köprüler, sadece bir dayanışma değil; aynı zamanda emperyalizmin böl-paradigmasına karşı sessiz ama kararlı bir direniştir.

Bugün Suriye’de yaşanan dönüşüm, yalnızca bir rejim değişikliği meselesi değildir. Asıl değişim, halkın kendi kaderine sahip çıkma iradesinde, ahlaki ve inanç temelli bir toplumsal yapıyı yeniden inşa etme kararlılığında gizlidir. Suriye halkı, her türlü yokluğa rağmen bozulmamış bir ahlak, diri bir iman ve sarsılmaz bir umutla yoluna devam etmektedir. Devrimin en büyük başarısı belki de budur: Kirlenmiş siyasetin, çürümüş bürokrasinin ve bastırılmış toplumun yerine; adalet eksenli ve halkın katılımına açık yeni bir toplumsal irade doğmuştur.

Ziyaret ettiğimiz bölgelerde karşılaştığımız her insan, yaşadığı acılara rağmen dimdik duran bir iradenin, sarsılmaz bir inancın temsilcisi gibiydi. Savaşın geride bıraktığı yıkıntılar arasında yükselen ezan sesleri, seccadelerin üzerine serilmiş dualar, coşkuyla getirilen tekbirler bu insanların en büyük gücü ve sermayesidir.

Suriye halkı, fasid bir rejimden kurtulduğu için iki bayramı bir arada yaşıyor. Bu bayram bize öğretti ki gerçek bayram, bir milletin özgürlük mücadelesine şahitlik etmektir. Darısı, başta Gazze ve Kudüs olmak üzere Bilad-ı Şam’ın diğer şehirlerine…

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum