1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Sular ne zaman durulur?
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Sular ne zaman durulur?

03 Ekim 2008 Cuma 15:31A+A-

Bu bayramın hakiki ismi “fıtr” bayramıdır... Bizde fitre’nin, sadakanın, dayanışmanın, infakın, paylaşımın akrabası olan bir kelime fıtr... İçinde Ramazan’ı da, zekatı da, şekeri de baklavayı da, sadakayı da, kolonyayı da hep beraber barındıracak kadar

geniş ve güzel bir kelimedir “fıtr”... Ben onu Efendimiz’in (sav) Miraç gecesi bindiği Burak’a benzetirim içimden. Hani ayağını öyle bir geniş açıyla atarmış ki Burak... Gözün gördüğü en son noktaya ulaşırmış bir nefeste bir adımı... İşte fitreler ve sadakalar da aynen bu kutlu yolculuğun bineği gibidir kalbime göre... Gözün görebileceği en üst noktaya, bir yetimin gülümseyişi, bir hastanın size sarılmasıyla ulaşabilirsiniz... Allah hepimizi sadaka atlarının sırtına binen yiğitlerden eylesin... O güzel binekle, nice derdi savuşturan cesur sürücülerden eylesin...
Adeta gelenekselleşti... Bekler olduk. Yüreğimiz ağzımızda. Hani kötü yürekli şaka kutuları olur ya, aniden hiç beklemezken kutudan öcüüü diye çıkarak allak bullak eder adamı... İşte öyle bir şey. Bakalım bu Ramazan ne çıkacak bahtımıza demeye başladık... Tabii bu cümleden sütten çıkma ak kaşık olduğumuz da anlaşılmasın. Müslüman, sürekli kalbini ve ruhunu gözden geçiren kişidir. Bunu ertelersek, uyutursak paslanıyoruz. Yozlaşı dediğimiz süreç de buradan doğuyor. Doğmasa keşke. Keşkeyle olmuyor. Birbirimizi desteklemek sadece fakru zarurete düştüğümüzde gündemde olmamalı. Tam tersine muktedir, güçlü ve zengin olduğumuzda asıl desteklenmeye ihtiyacımız var... Birbirimizi hayra ve dürüstlüğe çağırabilme de bir anlamda sadakadır... Adet olmuş; “fakire bir sadaka” denir. Oysa öyle günlerden geçiyoruz ki; “güçlüye bir sadaka” diye nida eyleyen yiğitlere ihtiyacımız var... Ne olur birbirimizi hiç bırakmayalım. Birbirimiz üzerindeki sadaka hakkımız, birbirimizi hayra ve doğruluğa davet etmeyi de kapsasın. Sadaka verip alanlardan olalım, doğruluğu sık sık hatırlayanlardan... Kadir Gecesi, kendim için ettiğim duam; “Namazı dosdoğru kılanlardan, zekatı verenlerden eyle Rabbim” oldu. Namazlarımız bizi niçin koruyamıyor, niçin habire darbelerle delik deşiğiz, sürekli bunu soruyorum kendime... Bu bağlamda bendeniz fakir ve güçsüzüm, sizden de sadaka beklerim... Namazlarımız bizi karanlık gecelerde selametle yola çıkaran, yolda tutan, kandillerimiz, ışığımız olsun...
Ramazan’da adeta korku tüneline dönüşen türlü kıvrımlardan, sert sapaklardan, zorlu yokuşlardan geçtik... Yayların o en gergin anlarındaki, hedefi hep on ikiden vurmaya yeminli oklarla arkadaşlık eden talihlerinden konuştuk ülkece... En göz kamaştırıcı meydan okumalar birbirini kovaladı... Deniz Feneri üzerinden koparılan fırtına, sağlam limanlara sırtını dayamışlar için bir çerez hükmündeyken, uzak ve açık rotalardakileri vurdu boralar kasırgalar... İnsanların kalplerindeki camdan ve kırılgan merhamet telleri titredi... Bazılarımızınki zaten öylesine güçsüzdü ki, bu fırtınada yerle bir oldu. Demirden güllelerle, mermerden engellerle dövüldü merhamet hisleri... Olan yine uzakta ve açıkta kalana oldu. Sırtını sağlam limana dayamışlara ne gam ne keder?
Yardımlaşma adetlerimiz üzerinden çıkan bu kavgada, asli darbeyi “merhamet” kavramına yönelttik elbirliği ile... Fukaranın gurebanın bir garip tebessümü bile bize yük gelir oldu. İğdiş edildik. Analar sütten kesildi sanki, sütlerimiz buruldu... Bebeler ağlar, yetimler bekleşir, dullar kederle ellerini avuşturur... Bizlerse tartışır dururuz. Bu birbirine değmeyen figanları hangi tartı tartacak?
Çok şükür ki insanlarımız bunlara kulak vermiyor. Bayram günü caddeler, sokaklar anne babalarının, akrabalarının ellerini öpmeye koşanlarla doldu. Camiler, kabristanlar dünyadan ötelere halat atmaya çalışan gariplerin aminleriyle mühürlendi... Yani iyilik, doğruluk ve masumiyet, kanımca düzenbazlık ve kötücüllükten ağır basar. Biz biz olalım, kalbimizdeki merhamet alevini söndürmeyelim. Her yan buz tutmuş olsa bile...
Burası dünyadır.
Suları bir türlü durulmaz...
Duru su; bir hastanın duasındadır belki, belki bir yolcunun el sallayışında, belki bir servi ağacına takılı özlem dolu duada, bir dulun tebessümünde, bir yetimin gözünüze gülerek bakışında, güneşli bir havada veya kapınızı çalan bir tanrı misafirinde, sımsıcak fırından yeni çıkmış ekmek kokusunda, annenizin kolonyasında... Bunun gibi yok edilemeyecek, naif, küçük ayrıntılarda gizlidir belki suyun durulduğu zamanlar...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT