1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Sorgusuz mahkûmiyet: ‘Zeval’
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Sorgusuz mahkûmiyet: ‘Zeval’

01 Ağustos 2010 Pazar 00:31A+A-

Yazı İşleri Müdürümüz Ahmet Can Karahasanoğlu hakkında, mahkûmiyet kararı verildi.

Mahkemeler söz konusu olunca çok fazla seçenek yok; ya mahkûm olursunuz, ya da serbest kalırsınız...
Her iki halde de suç/ceza ilişkisi, taraflar ve mahkeme huzurunda cereyan eder.
Hakimler, her iki tarafı da dinler, olay etraflıca ortaya konur, suçlama ve savunma kendi sözünü söyler, deliller, şahitler, olay hakkında hüküm koyacak yargıçları aydınlatır...
Ahmet Can Karahasanoğlu hakkında ise bu olağan işleyiş atlanarak, üzerine suç isnad edilen kişi, yani Ahmet Can Karahasanoğlu, sorgu sual eylenmeden gıyabi bir şekilde cezalandırılmış... Bu nasıl bir iştir derseniz... Hukukun imhası işte böyle bir iştir deriz... Sorguya suale ihtiyaç yok, çünkü Hakim Bey’in zihninde, soruşturmasa, soru sormasa, sesini işitmese ve söz hakkı vermese de, daha başından suçludur Ahmet Can... Hakim Bey’in zihninde, sesini ve sözünü hiç işitmediği kişi hakkında verilecek karar zaten çok önceden yazılı olduğu için, muhakemenin de, hukukun da pek bir anlamı yoktur... İşte böyle bir cezadır Yazı İşleri Müdürümüzün aldığı ceza...
¥
Bu konuda değişik kesimlerden hukukçuların ve akademisyenlerin görüşlerini okudunuz. Hemen hepsi de “sorgusuz infaz”a isyan ediyor, bunun hukukla alakası olmadığını söylüyor... Beni asıl rencide edip insan olarak vicdanımı titreten durum ise, hukukun bu tür pespayece kullanılışından çok, hukukun felsefi özüne dair yaşadığımız kayıplar...
Çünkü hukuk, adalet idesine hizmet eden bilimsel bir alandır. Yani hukukun felsefesi, adaletle ilgilidir. Bu yüzden reel hayattaki hukuksal yanlışlar, salt olarak operasyonel/mekanik hatalara değil, adaletle ilgili ciddi yoksunluklara yol açar... Vicdani bir krizdir hukuki hata. Adaletin yargıçlar tarafından hatalar nezdinde imhası, toplum için beka değil, zevaldir.
Hakimlik mesleğini saygıdeğer ve kutsal kılan da bahsettiğimiz bu adalet felsefesidir. Yeryüzü insanları, Yaratıcı Tanrı’dan bekledikleri adaletin, hakimler aracılığıyla yeryüzünde tecelli edeceğini umarlar... Bu yüzden yeryüzü yargıçlarının vereceği kararlar, hukuka uygun olmak zorundadır ki; toplumsal adalet hisleri yara almasın... Yeryüzü yargıçları, hukuka uygun kararlar verirken, önyargısız, taraf tutmadan, şeffaf hareket etmek zorundadır... Bu; onların, toplumsal itimada şayan bilgeliğinin de bir tür kanıtı olacaktır...
Hüküm verme, kuralları olan, usûlü ve işleyişi yasalarla belirlenmiş bir konudur. Hakimin kişisel dünya görüşü, felsefi ve sanatsal duruşu elbette vardır, olacaktır. Fakat kişisel bu tip yargıları, beğenileri, inanç ve zevk anlayışları; önüne getirilmiş meselede farklı bilgiler üzerinden konuşan tarafları dinlemesine engel değildir. Engel olmamalıdır. Bu yüzden hakim; adaleti tesis etmek konusunda, kendini aşmış, kişisel dokusunu, adaletin önüne engel olarak koymayan kişi demektir...
Hakim; işiten, gören, anlayan, hisseden, çözümleyen kişidir...
Dolayısıyla taraflardan birini işitmeyen hakim sağırlıkla, taraflardan birini görmeyen hakim körlükle, meseleyi anlamayan, hissedemeyen, çözemeyen hakim ise bilgelik konusunda noksanlıkla malüldür...
Bu cümleleri Ahmet Can Karahasanoğlu mahkûm edildiği için, karara itiraz etmek konusunda kurmuyorum.
Bu cümleleri ortada karar olmadığı için kuruyorum.
Çünkü taraflardan birini dinlemeyen, olayı soruşturmayan, anlamaya lüzum görmeyen bir tür müsamere mahkemesi var karşımızda...
Şayet Ahmet Can, kanuna uygun şekilde dinlenip sorgulansaydı, sonucu üzerinde mahkûmiyet veya beraatı tartışabilirdik... Ama şimdi böylesi bir tartışmaya bile giremiyoruz...
Postacı kapıyı çalacak ve size hakkınızda verilmiş mahkûmiyet kararını uzatacak. Durum budur. Ve bu, elbette hukuk değildir, adaletse hiç değil!
¥
Ahmet Can Karahasanoğlu hakkında verilmiş bu karar, basın hukuku tarihi içinde elbette tartışılacak ve kanun dışı kararlar başlığında literatüre geçecektir...
Ama benim sanatsever olarak asıl müteessir olduğum konu, sanatçı kişiliğini, her zaman pırıltılarıyla takip ettiğim genç bir edebiyatçının, sert ve ideolojik körlükler içinde bu şekilde infaz edilme girişimi hakkındadır... Ahmet Can’ın edebi kimliği, Türkiye şartlarında meydan muharebelerine dönüşmüş ideololjik basın kamplaşmaları içinde, hep ikinci plana itiliyor...
Sadece basınla ilgili son davalar değil...
312 Generalin karşısında bile ısrarla hâlâ edebiyat, yine edebiyat diyen bu genç ‘kurşun kalem’i, destekleyen yüreğimdem başka bir şey yok elimde...
Ahmet Can’ın yazdığı “Zeval” adlı romanı kütüphanemden indirip, yeniden okumaya başladım...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT