Sıradanlaşan kötülük ve toplumsal çürüme: Sessizliğin ürettiği suç
Giriş: Kötülüğün Göze Batmadığı Bir Çağ
Bir kötülüğe ilk kez şahit olduğumuzda duyduğumuz sarsıntı, aynı kötülükle ikinci karşılaşmamızda daha az etkiler bizi. Üçüncüsünde neredeyse alışmışızdır artık. Bu, sadece bir duygunun değil, insanlığın da çürümeye başladığı eşiğe işarettir. Çünkü kötülük yalnızca yapılınca değil, görmezden gelinince de yayılır.
Bugün yaşadığımız toplumsal yapıda kötülük, yalnızca münferit eylemlerin ötesine geçmiş, gündelik hayatın sıradan bir parçasına dönüşmüştür. Bir çocuğun sokakta itilip kakılması, bir yaşlının alay edilerek aşağılanması, kamu malının kişisel çıkarlara feda edilmesi, medyada şiddetin “reyting” için kullanılması… Bunlar artık infial değil; yalnızca “olağan” haber başlıklarıdır. İşte kötülüğün sıradanlaştığı, vicdanın ise sessizleştiği nokta tam da burasıdır.
Bir zamanlar korkuyla bakılan şeyler, artık tebessümle geçiştiriliyor. Ahlaki değerler, sosyal medyada “gündem” olma süresine indirgenmiş durumda. Gerçek mağdurlar görünmezken, kötülük pazarlanabilir ve tüketilebilir bir metaya dönüştürülüyor. Bu da gösteriyor ki kötülük artık yalnızca bir eylem değil, bir kültür halini almıştır.
Toplumsal çözülmenin yalnızca siyasal veya ekonomik krizlerle değil, ahlaki zaaflarla da ivme kazandığını fark etmek zorundayız. Farabi'nin "erdemli şehir" anlayışında, şehri inşa eden şeyin mimari değil, ahlak olduğunu hatırlamalıyız. Bugünse, erdemli bireylerin eksikliği, toplumu çürüten esas mesele haline gelmiştir. İbn Haldun’un dediği gibi, bir toplumun dirliği “asabiyet”le, yani ortak değer ve dayanışmayla mümkündür. Oysa çağımız, bireyleri yalnızlaştırmış, ortak vicdanı susturmuş, dayanışmayı ise çıkar hesaplarına feda etmiştir.
Modern insan, kötülüğün karşısında artık “rahatsız olmakla yetinmeyi” marifet sanıyor. Ancak kötülüğe alışan, zamanla onu üretmeye de başlar. Çünkü sessizlik, kötülüğün en güçlü zeminidir. Ve kötülük, çoğu kez büyük patlamalarla değil, küçük suskunluklarla büyür.
Toplumun temel taşı olan değerler sistemi, zamanla aşınmaya uğradığında çürüme, en görünmez ve tehlikeli biçimiyle gerçekleşir: kötülüğün sıradanlaşması. Başta sarsıcı gelen bir kötülük, tekrarlandıkça normalleşir; toplum bu kötülüğe alışır, hatta onu meşrulaştırır. Tıpkı “Çürümüş Toplumda Suç Kimdedir?”1 başlıklı yazıda ifade edildiği gibi, kötülük çoğu zaman sadece onu yapanların değil, onu görmezden gelenlerin, sessiz kalanların ve bu sessizliği sıradanlaştıranların suçudur.
Modern toplumda kötülük, medya yoluyla eğlenceye, bürokrasi yoluyla göreve, ideoloji yoluyla kutsala dönüştürülerek yaygınlaştırılır. Hannah Arendt, Nazi subayı Adolf Eichmann’ın yargılamasında, onun “canavar” değil, görevini yapan sıradan bir bürokrat olduğunu söyler ve “kötülüğün sıradanlığı” kavramını ortaya atar: “Kötülüğün en tehlikeli hali, bilinçsizce yapılanıdır. Eichmann düşündüğü bir kötülüğü yapmamıştır, düşünmediği için kötülüğü yapmıştır.”
Bugün de benzer şekilde kötülük, düşündürülmeyen insanlar eliyle yayılmaktadır. Bireylerin eleştirel düşünme yetisi körelmiş, ahlaki refleksleri paslanmış, suçun faili belirsizleşmiştir. Bu da, sistematik bir çürümeye kapı aralamaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm, kötülükle mücadeleyi hem bireysel hem de toplumsal bir sorumluluk olarak tanımlar: “İçinizden yalnız zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir fitneden sakının; bilin ki Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal, 8/25)Bu ayet, kötülüğe karşı kayıtsız kalmanın sadece faille değil, toplumun geneliyle ilgili sonuçlar doğuracağını vurgular.
Benzer şekilde Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu, imanın en zayıf derecesidir.”
(Müslim, İman, 78)Kötülük karşısında eylemsizlik, imanî bir zayıflık olarak görülmektedir. Bu bağlamda kötülüğün sıradanlaşması, sadece sosyolojik değil, aynı zamanda imanî bir krizdir.
Çürümenin Belirtileri: Ahlaki Dağılma ve Toplumsal Felç
“Çürümüş toplumda suç kimdedir?” sorusu, yalnızca bireysel bir sorgulama değil, yapısal bir çözümlemedir. Zira suç, sadece ceza hukuku terimi değil, aynı zamanda vicdanî bir yargıdır.
Toplumda ahlaki çürümenin üç belirgin belirtisi vardır:
- Değerlerin araçsallaşması: Ahlak artık işlevsel bir süs haline gelmiştir. İnsanlar, neyin doğru olduğuna değil, neyin işlerine geldiğine göre hareket ederler.
- Sessizliğin kutsanması: Kötülük karşısında susmak, hikmet veya akılcılık olarak gösterilir.
- Sorumluluğun yok edilmesi: Herkes kendini sorumluluktan azade sayar; “ben ne yapabilirim ki?” kültürü yaygındır.
Farabi’nin Faziletli Şehir tasavvurunda, şehir yalnızca yönetenler eliyle değil, faziletli bireylerle inşa edilir. Toplumun ahlaki seyrini, sıradan insanın vicdanı belirler. Eğer bu vicdan bozulursa, şehir cehaletin ve zulmün merkezi haline gelir.İbn Haldun ise asabiyetin, yani ortak toplumsal bilinç ve dayanışmanın zayıflamasını bir çürüme emaresi olarak görür:“Bir topluluk arasındaki asabiyet zayıfladığında, o topluluk çözülmeye başlar.”
Modern toplumun bireyciliği ve konformizmi, bu asabiyeti çözmüş; sonuçta insanlar yalnızlaşmış, kötülükle baş etmeyi bırakmışlardır. Zygmunt Bauman, modernliğin kötülüğü nasıl teknikleştirdiğini şöyle anlatır:“Holokost, modern bürokratik aklın mantıksal sonucuydu. Katliamın tasarımı, ahlaki yargının teknik işleme dönüşmesidir.” (Modernlik ve Holocaust, 1989)
Bu düşünce, günümüzde şahit olduğumuz çok sayıda toplumsal travmanın (savaşlar, yolsuzluklar, çocuk istismarı, adaletsizlikler) arka planını da açıklar. Vicdanın mekânı kalmamış; bürokrasi, sistem, medya ve ideoloji onun yerini almıştır. Kötülük, insanların gözünde “prosedür”e dönüşmüştür.
Suçlu Kim? Sessiz Olan mı, Görmeyen mi, Alışan mı?
Bir toplumda kötülük sıradanlaştığında, suç artık bireyde değil, kolektif ahlaki felçtedir. Kur’ân’ın uyarısı nettir: Zulme sadece zalimler değil, sessiz kalanlar da ortaktır. Farabi’nin faziletli şehir hayali, ancak duyarlı bireylerle mümkündür. Arendt’in vurguladığı düşünmeyen birey modeli, modern çürümenin çekirdeğini oluşturur.
Sonuçta, çürümüş bir toplumun suçlusu yalnızca kötülüğü yapanlar değil, onu sıradanlaştıranlardır. Ve kötülüğün en tehlikeli hali, alışılmış olanıdır.
Toplum olarak her türlü kötülüğün sıradanlaştırılmasına karşı durmalıyız. Gazze, Arakan, Doğu Türkistan, Suriye vb. coğrafyalardaki zulümleri kanıksamak, kendi coğrafyamızda yaşanan ve neredeyse kanıksanma seviyesine gelen her türlü olumsuzluklara gür sesle itiraz etmemek bizleri zalime ortak kılacaktır.
“Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma” (A’raf 47)
Dipnotlar:
1- https://www.haksozhaber.net/curumus-toplumda-suc-kimdedir-35566yy.htm
Kaynakça
- Arendt, H. (1963). Eichmann in Jerusalem: A Report on theBanality of Evil. Viking Press.
- Bauman, Z. (1989). ModernityandtheHolocaust. PolityPress.
- Farabi. el-Medinetü’l-Fazıla. (Çev. N. Çağatay).
- İbn Haldun. Mukaddime. (Çev. Z. Kadıoğlu).
- Kur’ân-ı Kerîm: Âl-i İmrân 3/135; Enfal 8/25.
- Müslim, Sahih, Kitabu’l-İman, 78.
- Avcı, C. (2012). Çürümüş Toplumda Suç Kimdedir?,Haksöz Haber.
https://www.haksozhaber.net/curumus-toplumda-suc-kimdedir-35566yy.htm





YAZIYA YORUM KAT