1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. Silahsız PKK: Geleceğe dair bir okuma - 2
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Silahsız PKK: Geleceğe dair bir okuma - 2

12 Mayıs 2025 Pazartesi 22:54A+A-

Bahçeli, 1 Ekim’de Meclis’te DEM Parti milletvekilleriyle tokalaştıktan yaklaşık iki hafta sonra, partisinin grup toplantısında Abdullah Öcalan’a seslenerek PKK’yi tasfiye etmesi gerektiğini belirtti. Ardından, 27 Şubat’ta Öcalan, PKK’ye silah bırakma ve örgütü feshetme çağrısında bulundu. Bu gelişmelerin ardından, PKK 5-7 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirdiği kongrede, beklendiği gibi örgütün feshedilmesine karar verdi.

Bahçeli'nin Meclis'teki tokalaşmasıyla sembolleşen siyasal normalleşme, uzun süredir göz ardı edilen bir sivil uyanışın habercisidir. Bu sadece bir el sıkışma değil; siyasi farklılıkların, yeni bir ortak zemin arayışında eriyebileceğinin bir işaretiydi. Ve ardından gelen süreç gösterdi ki, artık çatışma yerine konuşmanın, inkâr yerine tanımanın, dayatma yerine uzlaşmanın dili konuşuluyor. Bu dil, uzun vadede sadece PKK gibi örgütleri değil, onların beslendiği zemini de ortadan kaldıracaktır.

Kongrenin "beklendiği gibi" fesihle sonuçlanacağını başta ifade etmiştim. Elbette bu sürecin risklerinin ve olası yol kazalarının farkındaydım. Ancak, Öcalan’ın 27 Şubat’ta PKK’ye silah bırakma ve fesih çağrısı yaptığı günden itibaren, PKK’nin başka bir çıkış yolunun kalmadığını ve bu sürecin örgütün feshiyle sonuçlanacağını Haksöz Haber’deki yazılarımda gerekçeleriyle birlikte detaylıca dile getirmiştim.

Burada, PKK’nin kendisini feshetmesinin önemsiz olduğu izlenimi uyandırmak istemem. Aksine, 40 yılı aşkın bir süredir binlerce can kaybına yol açan, ağır sosyal ve ekonomik maliyetler getiren terör ve şiddet sarmalının sona ermesi, sadece Türkiye için değil, tüm Ortadoğu’da yeni bir barış ve huzur ortamının kapılarını aralayacak çok önemli bir gelişmedir. Ancak, bundan çok daha önemli olan şey, bu sonucun doğmasını sağlayan şartların oluşmuş olmasıdır. Bunlar:

Birincisi, Türkiye’de sessiz ve derinden bir devrim yaşandığı gerçeğidir. Bu halkın gerçek evlatları, kendi kültür ve değerleriyle birlikte bu ülkenin yönetiminde söz sahibi olmaya başlamıştır.

İkincisi, Suriye halkının ödediği büyük bedellerin ardından gerçekleşen halk devrimidir.

Bu yaşadığımız devrimler, sadece politik ya da yüzeysel bir değişim süreci değil; halkların ve kültürlerin kimliklerini yeniden bulma, geçmişte kaybettikleri değerleri yeniden keşfetme yolculuğudur. Aynı zamanda bu devrimler, çok daha aydınlık günlerin müjdecisidir. Özellikle Suriye Devrimi sonrasında, İslami kesimin önüne büyük bir ufuk açılmıştır.

Ümmetten ulus yaratmayı büyük bir hevesle savunanların dönemi hızla kapanmaktadır. Baasçılık, Nasırcılık, Apoculuk gibi ideolojilerle birlikte Kemalizm de miadını tamamlamıştır. Batı’dan ithal edilen fikirlerle halkın dokusuna enjekte edilmeye çalışılan bu aşılar tutmamıştır, çünkü halkın değerleriyle, tarihiyle ve kültürel dokusuyla uyuşmamaktadır. Tarihimize, dinimize, kültürel mirasımıza ve tecrübi müktesebatımıza yabancı olan bu Batıcı ve seküler ideolojiler, nihayetinde tarihin tozlu sayfalarında yerlerini alacaklardır. Bugün yaşanan, bu yorgun ideolojilerin tarih sahnesinden çekilmesi değil sadece; aynı zamanda halkların kendi iç dinamikleriyle yeniden ayağa kalkmasıdır.

Bu iddialı cümlelerin, kendi zaaf ve yetersizliklerimizi görmezden geldiğimiz anlamına geldiği düşünülmesin. Bugün ümmetin evlatları, hayatın pek çok alanında ciddi sorunlarla yüzleşmeye devam etmektedir. Türkiye’de, Suriye’de, Libya’da, Mısır’da, Afganistan’da, Bangladeş’te ve ümmet coğrafyasının daha pek çok yerinde bir yandan sıkıntılarla mücadele edilirken, öte yandan umut verici kazanımlar da elde edilmektedir. Tüm zorluklara rağmen, hakikatin yeniden toprağa tutunduğu bir sürece tanıklık ediyoruz. On yıllar boyunca bu toprakların asli unsurları bastırıldı, kimlikleri törpülendi, inançları sistem dışına itildi. Ancak bugün görüyoruz ki, bastırılan tüm bu değerler filizlenerek ve güçlenerekgeri dönüyor.

Müslümanların bu söz konusu ülkelerde ortaya koydukları sarsılmaz iradeleri ile kendi kaderlerini şekillendirme gücüne sahip olabileceklerini ispatladıkları bu süreçte, insanlık, bir medeniyetin çöküşü ve yeni bir medeniyetin doğuşuna tanıklık ediyor. Geleceği şekillendiren bu yeniçağda, İslam dünyası hem fikirsel hem de coğrafi anlamda kendini yeniden inşa ediyor. Kim ne derse desin, bu coğrafyalarda sözünü ettiğimiz Baasçılık, Apoculuk, Kemalizm gibi ideolojiler bir yana; Sol, Sosyalist, Irkçı veya yeni ambalajlar içerisinde takdim edilen Cinsiyetçilik gibi Batılı ideolojilerin hiç biri moral ve ahlaki üstünlük olarak, dayandığı kökenler itibariyle veya fıtrata uygunluk açısından İslami düşünceye rakip veya alternatif olamaz.

Modern zamanların "düşünsel" ve "moral" merkezi olarak kendini konumlandıran Batı, elinde tuttuğu fiziksel ve moral üstünlüğü hızla kaybetmektedir. Özellikle 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında, İsrail’in hiçbir ilke, hukuk ve değer tanımayan saldırganlığına Batı'nın verdiği koşulsuz destek, Batı'nın uzun yıllardır savunduğu değerlerin aslında ne kadar içi boş ve işlevsiz olduğunu açıkça ortaya koymuştur.Artık insanlığa yön veren merkezler, kapitalist Batı metropolleri değil; Halep, İstanbul, Şam, Musul ve Gazze gibi kadim medeniyet birikimine sahip, değer üreten şehirler olacaktır.

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum