1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Seri cinayetler: “Ana kucağı”
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Seri cinayetler: “Ana kucağı”

14 Ağustos 2009 Cuma 03:29A+A-

Hiçbir alfabe gerekmez oysa “ana kucağı”nı anlatmak için...

Hiçbir lisana ihtiyaç duymaz anneler kucaklarını açtıklarında... Irk, din ve dil, hudut kapıları, pasaportlar ve iklim koşulları... Her şeyi aşan bu “ana kucağı”nın karşısında saygıyla titrer. Şayet, kollarını açıp bekliyorsa bir anne, bu dünyanın en içten ve en sınır tanımaz çağrısıdır çünkü...

Önce Almanya’dan geldi acı haber: Mısır asıllı Eczacı Merve Şirbini kocası, çocuğu ve Mahkeme Heyeti içindeki yargıçlar ve polislerin gözleri önünde defalarca bıçaklanarak öldürüldü. Şirbini hunharca katledildiği sıralarda üç buçuk aylık hamileydi. Onu herkesin önünde defalarca bıçaklayarak öldüren kişi, sokakta, tenhada, pusu kurarak değil, modern birey için korunmanın en yüksek safhada gerçekleştiği mahkeme salonunda işlemişti cinayetini... İnsana pes dedirtecek bu katliam, içimizde “korku”dan “nefret”e geçişin an meselesi olduğu şu kızgın gündemimizi nasıl da yüzümüze vuruyor...

İnsanları üst araması ve parmak izinden takip etmeyi geçiniz... Retinasından, diş kırığından, hatta tırnak parçasından tanıyarak güvenlik fişlemesi yapan, sıkı yasal denetimleri ile tanınmış Avrupa için güvenlik; büyük bir söyletiymiş meğerse dedirtiyor bu cinayet... Öte yandan “Güvenlik”, 11 Eylül sonrasında Müslümanların aleyhine işletilen abartılı haliyle tüm dünyada bariz bir şekilde “islamofobi”yi işaret ediyor.

Geçtiğimiz hafta Amsterdam’dan gelen benzer kadın cinayeti haberi de islamofobinin artık uluslararası bir politika olmaktan çıkıp, toplum içinde gerçek kişiler nezdinde yaygınlaştığının bir başka örneği...

33 yaşındaki Arzu Erbaş Çakmakçı, sahibi olduğu çocuk yuvası ve anaokulunun önünde hunharca bıçaklanarak öldürüldü... İronik bir şekilde “ana kucağı” adını taşıyan anaokulu, onu toplumda saygın bir işkadını haline getirmişti. Hatta çevresindeki yardım kuruluşlarıyla her zaman iyi diyalog halinde olmuş Arzu Hanım, Hollanda Kraliyet Ailesi tarafından yardımseverliği ile takdir görmüş, topluma örnek vatandaş olarak sunulmuş bir kadındı... Yol ortasında bıçaklanarak öldürüldüğündeyse, “ana kucağı” kana boyandı...

Yürekleri sarsan bu iki kadın cinayetinde de kurbanlar, 1-Müslüman, 2- Başları örtülü ve 3- Meslek sahibi kadınlardı...

Konu Doğulu kişiler olduğunda güvenliği kendisi için hak gören devlet sistemleri, konu aynı doğulu kişileri korumak olduğunda nedense yetersiz kalıyor Avrupa’da. Hatta Müslüman kadınlar üzerinden yaşanan bu tür seri cinayetlerde güvenlik kurumlarının gevşekliği, duyarsızlığı ve seyirci kalışları insanı derin şüphelere sevkediyor...

Alman asıllı İngiliz vatandaşı olan Natalie Bracht, İslam dinine girdikten sonra kocasıyla aralarında artan geçimsizlik sebebiyle boşanmıştı. Ailenin beş çocuğu, Yahudi babanın talebi üzerine, “evlatlarına sürekli akıl dışı masallar anlatan anne”den koparılmalıydı. Mahkeme de babanın talebini uygun bulunca beş çocuk, annelerini ancak gardiyan denetiminde ve ancak ayda sadece beş dakika görmek üzere ayrı yetimhanelere yollandılar... Natalie Hanım, çocukları üzerindeki velayet hakkını mahkemeler kanalıyla takip ederken, zihinlere ister istemez Batı nezdindeki “Müslüman Kadın” algısının giderek negatif ve itici şekliyle kazınıp kazınmadığı sorusu takılıyor.

Bu olayların, birbirinden serbest, tekil vakalar olduğunu düşünmek gereksiz bir iyimserlik olur. Adeta “seri cinayetler” diyebileceğimiz bu tür imha edici öfke, neden hep kadınların, neden hep Müslüman kadınların, üzerinde patlıyor? Hiç düşündük mü?

Bunun çeşitli sosyolojik sebepleri vardır. Başta hangi ırk ve sosyal yapıda olursa olsun kadın cinsinin erkek cinsine göre daha kolay el değdirilebilecek ve güçsüz olduğu şeklindeki yaygın kanaat mesela... Muhakkak bu seri cinayetlerde de geçerli bir önyargıdır...

Ama işe soğukkanlı ve dışarıdan baktığımızda, “seri cinayetler” adını verebileceğimiz bu birbirini tekrar eden olayların, temelde “ana kucağını” hedeflediğini görmemek mümkün değil... Yani cinayetler her ne kadar “kadına karşı” işlenmiş gözüküyorsa da, aslında hedef alınan kişiler çocuklardır... Şirbini’nin annesini doğranırken seyreden küçük çocuğu, Erbaş’ın delik deşik edilmiş vücudunu seyretmek zorunda kalan öğrencileri ve Bracht’ın kendisinden koparılan beş çocuğu düşünüldüğünde...

Kadınlar öldürülürken veya iptal edilirken, asıl dersin çocuklarına verildiğiyle alakalı... Dolayısıyla analardan çok, ana kucağının hedef alındığı seri cinayetler, karanlık ve nefret dolu bir geleceğin ütopyasını yazıyor...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT