1. YAZARLAR

  2. Vahap Coşkun

  3. Samimiyet değil, süreç önemlidir
Vahap Coşkun

Vahap Coşkun

Yazarın Tüm Yazıları >

Samimiyet değil, süreç önemlidir

13 Ekim 2010 Çarşamba 00:58A+A-

Türkiye'de siyaset alanında "samimiyet" kavramına çok büyük değer atfedilir. Herhangi bir siyasal aktör bir soruna ilişkin bir öneri dile getirdiğinde, öncelikle bu önerinin içeriği değil, öneriyi dillendirenin samimiyeti masaya yatırılır ve buna göre pozisyon alınır.

Eğer kişi samimi bulunulursa ona destek verilir, ama eğer kişinin samimiyetinden şüpheye düşülürse ona destek olmaktan imtina edilir.

Oysa siyasette asıl olan, samimiyet değil, "süreç"tir. Toplumsal karşılığı olan bir siyasetçi, bir kamusal sorunla ilgilenmeye başladığında, o siyasetçinin niyetinden bağımsız olarak, orada bir süreç başlar. Öyle ki bazen bu süreç, onu başlatanın arzusu hilafına bir istikamete savrulabilir, onun istemediği birtakım sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle siyasette maharet, niyet okuyuculuğuna soyunup bir kişinin samimi olup olmadığını tayin etmek değil, başlayan bir süreci doğru bir şekilde yönlendirebilmek ve yönetebilmektir.

Son dönemlerde Kılıçdaroğlu'nun söylediklerini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. CHP'nin genel başkanlık koltuğuna oturduktan sonra Kılıçdaroğlu, önemli açıklamalarda bulundu. Özellikle Kürt meselesi ve başörtüsü yasağı gibi uzun yıllardan beri geniş kesimleri mağdur eden sorunlarda inisiyatif aldı. Eski genel başkan Baykal bu iki temel sorunda devlet görüşlerini tekrarlamaktan başka bir tavır sergilemez iken, Kılıçdaroğlu bu klasik dili terk etti ve çözümü öne alan bir söylem geliştirdi. Mesela, Kürt meselesinin çözümü için genel affın söz konusu olabileceğini belirtti ve partisinin meşhur 1989 tarihli raporunu yenilemeye girişti. Üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağının kalkması için partisinde bir komisyon kurdu ve kamuoyuna bu sorunun çözülmesi için gerekli sorumluluğu alacağına dair taahhütlerde bulundu.

Kılıçdaroğlu'nun bu sözleri, her iki sorun için de yeni bir sürecin başlamasını sağladı. Kürt meselesi ve İslami talepler, Cumhuriyet'in tabu olarak kabul ettiği iki konuydu ve bu konularda CHP'ye oy verenlerin yerleşmiş kabulleri vardı. Örneğin, "Teröristlerle görüşülemez." ve "Türbanlılara üniversitelerde yer verilemez." idi. Genel Başkan'dan beklenen, her daim bu kabulleri üst bir perdeden savunması ve bu konularda asla taviz vermemesiydi. Ancak Kılıçdaroğlu bu şekilde davranmadı ve farklı konuştu. Sözgelimi, Öcalan ile devletin görüşüp görüşülemeyeceğinin tartışıldığı günlerde Kılıçdaroğlu çıkıp, "Devlet bir sorunu çözmek için herkesle görüşebilir." dedi. Kendi partisinden bazı milletvekilleri ve belediye başkanları başörtüsüne cephe almışken "Ben ilke olarak üniversiteye gelmiş insanların kılık kıyafetlerine karışılmasına karşıyım." açıklamasını yaptı.

Elbette bunları yaparken bazen yalpaladı. Mesela gelen tepkiler üzerine "genel af" konusunda söylediklerini tevil etmeye çalıştı. Veya başörtüsü mevzuunda olduğu gibi, "Bir tutam saç görünürse bu başörtüsü olur, saç hiç görünmezse bu türban olur." gibi tamamen yanlış ve anlamsız beyanatlar verdi. Ancak bu yanlışlıklar, artık başlamış olan sürecin ilerlemesini durdurmadı; aksine gelişen süreç üç önemli sonuç doğurdu:

Birincisi, sorunlar daha aklıselim bir şekilde tartışılmaya başlandı. Önceleri "aşırı" olarak kabul edilen ve ağza alındığında çok kişinin tüylerini ürperten çeşitli önerilerin, aslında karşı karşıya bulunulan sorunları çözmek için atılması gereken normal adımlar olduğu anlaşıldı. "Genel af", "Öcalan'la görüşme" ve "başörtüsüne özgürlük", politik gündemin sıradan maddeleri haline geldiler. Kılıçdaroğlu'nun bu önerileri seslendirmesi hem siyasi ortamı yumuşattı, hem de bu önerileri savunanların çeşitli sıfatlarla itham edilmelerini anlamsız kıldı. Çünkü kendisini Cumhuriyet'in kurucusu olarak gören bir partinin genel başkanının bu sözleri sarf ettiği bir ortamda, bu tür önerileri getirenleri "bölücü" veya "mürteci" olarak damgalamanın hiçbir inandırıcılığı kalmadı.

İkincisi, bu süreç CHP içerisindeki ezberleri de bozdu ve parti içi tartışmaların alevlenmesine sebebiyet verdi. Bilhassa Kılıçdaroğlu'nun başörtüsüne ilişkin yaptığı açıklamalar, partide ciddi bir rahatsızlığı su yüzüne çıkardı. Necla Arat, Nur Serter, Canan Arıtman ve Mustafa Akaydın gibi isimler, CHP'nin politikasındaki bu değişikliğin partinin tabanınca kabullenilmediğinden bahisle, duydukları memnuniyetsizliği açık bir şekilde kamuoyu ile paylaştılar. Aynı şekilde, daha önce kayıtsız şartsız bir biçimde Kılıçdaroğlu'nu destekleyen bazı medya gruplarında da Kılıçdaroğlu'na yönelik hoşnutsuzluk sesleri yükselmeye, eleştirilerin dozu artmaya başladı.

CHP'DEKİ DEĞİŞİM AK PARTİ'Yİ DE ETKİLER

Bu durumda Kılıçdaroğlu'nun önünde iki seçeneğin olduğu söylenebilir: Biri, gelen tepkiler üzerine geri adım atıp partiyi geleneksel çizgisine geri çekmesidir. Bu tercih, CHP'nin mevcut durumunun muhafazasını sağlayabilir ama partinin büyüyüp güçlenmesini sağlayamaz. Diğeri ise, başlattığı süreci devam ettirmesidir. Bu tercih, CHP'nin daha geniş kesimlere açılmasına imkân verebilir ama parti içinde birtakım sıkıntılara yol açacağı da muhakkaktır. Nitekim Abant'taki toplantıda bazı milletvekilleri, başörtüsü konusundaki politika değişikliğinin sürmesi halinde parti içindeki konumlarını yeniden değerlendirmeye tabi tutacaklarını söylediler. Bunun anlamı şudur: Eğer CHP başörtüsündeki yeni pozisyonunu korursa, bazı milletvekilleri CHP'den ayrılabilir. Bu tehlikenin varlığına rağmen, kendisine genel seçimlerde % 40'lık bir hedef koyan Kılıçdaroğlu'nun partiyi eski çizgisine çekmeyeceğini ve temkinli de olsa bu süreci devam ettireceğini düşünüyorum.

Üçüncüsü, bu sürecin AKP'yi de değişime zorlamasıdır. Bundan önceki dönemlerde AKP'nin işi rahattı: Rakibi olan siyasi partiler (CHP ve MHP) statükoyu savunuyor ve çözümsüzlükte ısrar ediyor, AKP ise çözüm üretmeye çalışan tek değişimci parti haline geliyordu. Bu rakipsiz ortam AKP'ye geniş bir hareket alanı bırakıyor, AKP değişim miktarını kendisi belirliyordu. Toplumdan daha köklü değişimler gerçekleştirmesi yönünde talepler yükseldiğinde ise AKP, muhalefet partilerinin statüko muhafızlığını gerekçe gösterip "Ancak bu kadar yapabiliyorum." diyerek sorumluluğu üzerinden atıyordu.

Oysa bugün durum değişti; değişim ve çözümün savunusunu yapan tek parti AKP değil artık. Anamuhalefet partisi de, değişimin geçer akçe olduğunu gördü ve oyuna müdahil olmaya çalışıyor. Örneğin, yeni anayasa konusundaki "istemezük"çü tavrını terk ediyor, hatta AKP'den daha ileri gidip "Yeni anayasa hemen şimdi" diyor. Seçim barajının düşürülmesini savunuyor, vesayet rejiminin ortadan kaldırılması için her türlü yardımı yapacaklarına söz veriyor.

Kılıçdaroğlu ve CHP'nin tüm bu sözleri yerine getirip getirmeyeceği veya hangi oranda yerine getireceği o kadar önem taşımıyor. Önemli olan, bu sözlerin değişim sürecini derinleştirmesi ve bunun da AKP'yi zorlayacak olmasıdır. CHP'nin barajı indirmeyi teklif ettiği yerde, artık AKP'nin -eskisi gibi- seçim barajının düşürülmemesini inatla savunabilme şansı kalmamıştır. Dolayısıyla CHP'deki değişim AKP'yi etkilemektedir. AKP, iktidarını korumak ve daha fazla güç kazanmak için eskisinden daha değişimci olduğunu hem sözleriyle hem de eylemleriyle göstermek zorunluluğuyla karşı karşıyadır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT