1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Sahne aynı, üstelik roller de
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Sahne aynı, üstelik roller de

22 Nisan 2011 Cuma 11:04A+A-

Ortada dövülerek dişleri kırılan ve öldürülen gencecik bir çocuk var.

Yazıyı yazdığım saatlerde de kulağıma Batman’da bir polisin vurulduğu haberi çalınıyordu.

Böylesine netameli zamanlarda güvenli limanlardan çıkıp kelam etmek kolay olmuyor. Söze “Şehit namırın”ın diye başlamayınca örneğin, otomatikman “AKEPE’li” falan ilan ediliyorsunuz.

Tıpkı bölgeden gelen ölüm haberlerinin, hava durumu bültenlerini andırırcasına Hakkâri 10/17, Silopi 7/13 şeklinde verildiği yıllarda “Şehitler ölmez” nakaratına katılmayanların “PKK’lı” sayılması gibi.

Ama şehitler ölür ve ölenin de, sevgilisinin de, annesinin de, kardeşinin de umurlarında bile değildir ona taktığınız isimler, ikiyüzlü sanlar.

Şehadet şerbeti dedikleri şey de bildiğiniz kandır. Organizma dışındaki ağır akışkanlığı, yapışkanlığı ve ılıklığıyla iğrençtir. İçilmez, mide bulandırıcıdır.

Ve insanların kanını akıtan, ister üzerinde resmî üniforma olsun isterse ayağında mekap, ta Habil’le Kabil’den beri katildir.

İşte bu yüzden genç ölümlerinin ardından her ağızlarını açtıklarında “Hay kırk bin kere bölünsün emi...” diye isyan ettiğimiz vampirlerin dilinin muadilini terk etmeli önce.

Sonra, yıllardır muktedirlerin dümen suyunda verilen “Al şehit, ver şehit, ağla sevgili halkım” mücadelesini ne olur artık sorgulamalı.

Marquez’in bir gencin üzerine göstere göstere gelen ölümü anlattığı o meşhur Kırmızı Pazartesi’ndeki en sıradan karakter olan katilden rol çalan komşudan, bakkaldan ve hatta anneden farkımız olduğunu göstermeliyiz.

Darbe rejiminin müesses kurumlarından YSK’nın artık kimse için sır olmayan o ceberut devlet aklıyla aldığı iptal kararını açıkladığı pazartesi akşamı İbrahim ne yapıyordu acaba? Ölüm hangi kılığa girmişti ki, kendisine doğru yola çıktığını fark etmedi?

Ankara’dan yuvarlanmaya başlayan çığın sesi kulaktan kulağa nasıl ulaştı ona acaba?

Muhtemelen önce, siyasi ağabeylerinin miyopluklarının en moda ifadesi olan “AKEPE bizi seçime sokmuyor” çarpıtmalarını duydu. Ardından da “E gençlerimiz dağa çıkmasın da ne yapsın şimdi” teranesiyle yüreği kabardı.

Zaten üzerindeki çiğ bir süredir gözümüze kar gibi görünen hükümet cephesinin “Ne yapalım, hukuk” açıklamasının çaresizliğiyle de yarına dair umutlarına boş vermiş olmalı.

 Kimbilir belki de İbrahim’in birkaç mahalle ötesinde oturuyordu tetikçi de. Bir çocuğu vurup yerde tekmeleyecek kadar sinirlerini geren de ekranlarda meydan okuyan Devlet Bahçeli’nin görüntüleri olabilir.

PKK bayraklarıyla donatılıp, polisin üzerine sürülecek Diyarbakır Belediyesi’ne ait kepçelerin motorlarından gelen soğuma sesleri de gecenin sessizliğine rağmen işitilmemiş belli ki.

Herkes ölümün gelmesinden endişelendiğini söylüyordu ama kimse pozisyonunu terk etmeyi göze alıp hareket etmedi, irade koymadı.

İbrahim öldürüleceği yere doğru yürüdü; tetikçisi de, işkencecisi de. Bütün ülke de canlı canlı izledi.

İbrahim güpegündüz, sokak ortasında işkence edilerek öldürüldü.

Geriye yukarıdaki karede yer alan biraz kan lekesi, bir insan dişi, gaz bombası fünyesi ve iki de boş kovan kaldı.

Yoldaki izler temizlenmiştir. Hepimizin elindeki kan ve tek dişi kalmış vicdanlarımızdaki lekeyse, ne ağıtla, ne sloganla ne de cansızlığı artık fazlasıyla can sıkıcı hale gelen resmî açıklamalarla çıkartılabilecek gibi.

Başbakan’dan bu sefer “Hırsızın hiç mi suçu yok” türünden imalara başvurmadan İbrahim’in ölümünde sorumluluğu olanların hukuk önünde hesap vereceğine dair somut bir güvence bekliyoruz. Sanırım yaralı vesayetle makul sınırlar içersindeki bir mücadelenin olanaksız olduğunu da artık daha iyi anlamışlardır.

BDP yöneticileri de 80 yıldır en çok Kürtlerin ensesinde boza pişiren müesses nizamı tali plana itip AKP’yi hedef tahtasına oturtan ve bu haliyle çözüme de engel olan tavırlarını parlamentodaki siyasi mücadeleyle sınırlandırmalı bir an önce. Açık konuşalım, söz konusu bir çocuğun canıysa, Meclis’e sokacakları yüz vekil bile teferruattır.

Artık gına geldi. Ne siyasetinizin bekasına, ne kutsal davanıza, ne de gri binalardan ibaret organizasyonunuzun manevi şahsiyetine kurban verecek canımız var bizim.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT