Gülay Göktürk

Gülay Göktürk

Yazarın Tüm Yazıları >

Patinaj

14 Ekim 2009 Çarşamba 02:38A+A-

PKK'lıların dağdan indirilmesi ve silahların susması için yürütülen temaslar gittikçe yoğunlaşıyor.

Adına af densin ya da denmesin, lider kadro dışındakileri Türkiye'ye getirip topluma yeniden kazandırmak; lider kadro için ise kabul edilebilir bir çözüm bulmak için Dışişleri bir koldan, MİT bir koldan yoğun bir çalışma sürdürüyor.

Hükümet, açılımın diğer boyutlarını daha rahat hayata geçirebilmek için bu alanda ilerleme sağlanması gerektiğinin farkında ve en kısa sürede sonuç almak için eldeki bütün imkanlar kullanılıyor. Bu konuda somut planlar ortaya çıktıkça çetin tartışmalar da gündeme gelecek elbette. Böyle bir affı içine sindiremeyenlerin yumuşatılması, ikna edilmesi için yoğun çaba gerekecek. Ayrıca, başka suçtan hüküm giymişlerin daha şimdiden başlayan "Bizim suçumuz devlete silah çekememek mi?" tarzı itirazları daha da yükselecek; genel bir af dahil birçok talep gündeme gelecek.

Bütün bunlar zor süreçler... Ama doğrusu "demokratik açılım"ın zihniyet cephesindeki tıkanmalar kadar zor değil...

Demokratik açılımın iki kilit noktası artık iyice belli oldu: Anayasal vatandaşlık ve Kürtçe eğitim meselesi...

Evet, Başbakan'ın da defalarca söylediği gibi, Anayasa değişiklikleri kısa ya da orta vadede gerçekleşmeyebilir. Ama bu durum, bu iki temel meseledeki tartışmaların gidişatının kısa ve orta vadede yapılabilecek şeylerin kaderini de etkileyeceği gerçeğini değiştirmiyor. Bir başka deyişle, Anayasa değişikliği uzun vadeye ertelense bile, tartışmaları ertelemek mümkün değil; bu tartışmalar sürecek ve bu konuda alınacak pozisyonlar -özellikle de hükümetin pozisyonu- genel atmosferi etkileyerek; yarattığı karamsarlık ya da iyimserlikle yapılacak diğer reformların önünü tıkayabilir ya da açabilir.

CHP liderinin "değişmez 3 madde" şartı ve hükümetin bu şartlar karşısında benimsediği üslup bu açıdan önemli.

"Değişmez"lerden biri malum, Türklüğü milli kimlik olarak empoze eden madde...

Bu tartışmada açıkça bir patinaj durumu yaşanıyor. Kabaca iki cephe oluşmuş durumda ve herkes kendi tezini -neredeyse aynı laflarla- sürekli tekrarlayıp duruyor. Ve tabii tartışma ilerlemiyor. (Ertuğrul Özkök'ün Hürriyet'in logosunun altındaki 'Türkiye Türklerindir" sloganını savunmak için yazdığı son yazı bu patinajın bir örneğiydi.)

Ben DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş'ın Star'dan Fadime Özkan'la yaptığı röportajdaki şu cümlelerini bu patinajı belli açılardan kırabilecek bir yaklaşım olarak görüyorum:

Demirtaş, Özkan'ın "Türk adının bir ırkın adı olmaktan çok milletin adı olduğu tezine, dolayısıyla ortak tarih, dil ve kültür nedeniyle ülkedeki farklı ırka mensup toplulukların bütününü kapsayan bir ad olmasına ne diyorsunuz" sorusuna cevaben şunları söylüyor:

"Bunu anlıyorum ama bu tanım 1924'te yapılmalıydı. Bu kadar acı ve ayrışma yaşadıktan sonra bu tanımı yapamayız, Türk milleti artık kapsayıcı bir tanım olmaktan çıktı. 1921 Anayasası'nda böyleydi, 1924'te değiştirildi. Türk milleti birden o tarihte başladı ise Türk tarihinin 1924 öncesine gitmemesi lazım. Ama açın bakın kitaplara, Türk tarihi Orta Asya'dan, Uygurlar'dan başlar. Dil, edebiyat da Orta Asya'dan başlar. Eğer Kürtler Türk milletinin bir parçası ise şuna cevap vermek lazım: Biz Kürtler Orta Asya'dan gelmedik. Araplar da Ermeniler ve Rumlar da gelmedi. Hepsinin ortak tarihi, edebiyatı, folkloru değil orası. Her birinin ayrı bir kültürü, dili var. 1924'te "Biz yeni bir milletiz ama hepimizin farklı dilleri var, bu korunacak, Türkçe ortak dil olacak, Türkçe bizi millet yapacak" denseydi sorun olmazdı. "Siz Türksünüz, herkes Türkçe konuşacak, başka dilde eğitim yasak, siz yoksunuz" dendi ve sorun yaşandı. Artık yeniden başa dönemeyiz."

Fadime Özkan üsteliyor:

"1924'teki tanım, sonraki uygulamalar olmasaydı Kürtler'in 'Türk milleti' tanımına itirazı olmazdı yani?"

"Hiçbir itirazı olmazdı. Bugün de Türk'üm dediğimde, kendimi inkar etmeden, onurum kırılmadan, asimile olmuş bir Kürt'üm anlamına gelmeden, rahatlıkla Türk'üm diyebilirdim."

Bu satırları, yıllardır döne döne Anayasa'da yer alan Türklük tanımının etnik bir tanım değil, kapsayıcı bir tanım olduğunu ileri sürenlerin empati duygularını sonuna kadar zorlayarak okumalarını isterdim.

Anayasalar sadece hukuki değil, aynı zamanda -ve ağırlıklı olarak- siyasi metinlerdir. Ve bu siyaset o ülkenin yaşadığı tarihi geçmiş içinde şekillenir; kavramlar o tarihi geçmiş içinde muhteva kazanır. Anayasa yazmaya kalktığınızda tarihi sıfırlayamazsınız.

İşte bu yüzden, siz kırk kere de "Bizim Anayasamızda Türklük birleştirici üst kimlik olarak kullanılıyor" deseniz, Kürtler onu kendi tarihi geçmişleri içinde yorumlar, öyle algılarlar.

Ve siz bu algıyı hiç umursamadan temcit pilavı gibi aynı şeyleri söyler durursanız, iletişim kopar. Tartışma adı altında, dillerindeki klişeleri boş şişeler gibi birbirinin kafasına fırlatan bir insan topluluğu kalır meydanda.

BUGÜN

YAZIYA YORUM KAT