1. YAZARLAR

  2. Beril Dedeoğlu

  3. Pardon tartışma neydi?
Beril Dedeoğlu

Beril Dedeoğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Pardon tartışma neydi?

25 Mart 2008 Salı 01:25A+A-

Türkiye'de ağır ve yorucu tartışmalar var. Bu tartışmalara yoğunlaşmak, uluslararası sistemdeki çekişmeleri, sorunları, rekabet ve pazarlıkları göz ardı etmeyi gerektirmiyor, tam tersine biraz daha fazla ilgilenmeyi gerektiriyor olabilir.

Şu sıralar ki epey zamandır da sürüyor, en temel küresel tartışmalardan birisi NATO çerçevesinde yapılıyor. NATO tartışmaları ise, biri örgüt içi pazarlıklar, diğeri örgüt dışı pazarlıklar olarak ayrıştırılabilir. NATO çerçevesindeki sorunlar birkaç başlıkta toplanabilir. Bunlardan bir tanesi, genişleme meselesi. 2-4 Nisan'da Bükreş'te gerçekleştirilecek olan ve zirve merkezindeki tuvaletlerin yetersizliğiyle gündeme gelmiş olan toplantı gündeminin de en önemli konusu bu. Arnavutluk, Hırvatistan ve Makedonya'ya resmi davet yapılması öngörülüyor. Ancak, bunun dışında Ukrayna ve Gürcistan'ın da üyelikleri masaya yatırılacak. İlk üç ülke, NATO'nun Balkanlardaki gücüne işaret ediyor. Bu haliyle bakıldığında, ABD'nin Avrupalı müttefikleriyle birlikte Akdeniz egemenliğini korumadaki kararlılığı dile getirilebilir. Ancak bu teklif aynı zamanda Balkan yarımadasında var olma amacı taşıyan başka güçlerin çevrelenmesi anlamına da gelebilir. Dolayısıyla, Yunanistan ile Makedonya arasında yaşanan sorunları da belki Kosova sorunuyla birleştirerek değerlendirmek mümkün. Yunanistan, yarımadanın tümüyle NATO, yani içinde ABD'nin bulunduğu bir güvenlik sistemine terk edilmesini istemeyenlerin baskısı altında olabilir.

'Kim neyi istemiyor?' diye sorulduğunda ise, yanıtı başka gelişmelere bakarak vermek mümkün. NATO genişlemesi kapsamındaki ikinci halka olan Ukrayna ile Gürcistan, Rusya ise bu iki ülke üyeliği söz konusu olduğunda iç çamaşırı dolabı karıştırılmış gibi bir tepki veriyor. Çok özetle Rusya, bu iki ülke yoluyla NATO güçlerinin, sınırını çevrelemesini kabul edemeyeceğini beyan ediyor. Eğer bu konuda bir ısrar varsa, o zaman da bu iki ülkenin şimdiki halleriyle NATO üyesi olamayacaklarını, buna izin verilmeyeceğini söylüyor. Rusya, gayet açık olarak Ukrayna'yı Dinyeper ırmağı boyunca dikine, Gürcistan'ı da Osetya boyunca enine bölecek hareketleri destekleyeceğini dile getiriyor. Diğer bir ifadeyle bu, 'NATO'ya yarım devletler verme kararı olabilir mi?' bilinmez.

Türkiye, bilindiği kadarıyla NATO'nun Balkanlardaki gelişmesini destekliyor. Ne de olsa, bölgede var olmanın bir yolu da bu. Ancak sorun şu ki Türkiye, Gürcistan ve Ukrayna'da bölünmüş sistemler ihtimalinden rahatsız. Eğer bu iki ülkenin üyeliği lehinde oy kullanırsa, hem Rusya ile sorun yaşayabilir hem de komşu iki ülkede çıkabilecek olaylar karşısında pozisyon alması zor olabilir. Bu durumda Türkiye, NATO'nun Balkanlar genişlemesindeki Yunan-Makedon gerginliğini, Ukrayna-Gürcistan üyeliğinin ertelenmesi yolunda kullanmayı seçebilir. Yunanistan ile örtülü ittifak anlamına da gelebilen bu durum, belki NATO'nun Avrupalı üyelerine de zaman kazandırabilir. Yani belki Kıbrıs'ta boşuna balayı dönemine girilmemiştir.

Afganistan'a asker baş ağrıtacak

Ancak, önemli bir sorun var; ABD acele ediyor. ABD, Irak meselesine NATO ülkelerini kendi istediği gibi dahil etme projesinde başarısız olduktan sonra Irak'ta tek kaldı. Öte yandan Afganistan da bir sorun olmayı sürdürüyor ve ABD, son derece özet olarak, bu sorundaki sorumluluğu NATO'ya daha fazla yüklemek istiyor; bu durumda Irak ile ve diğer konularda daha rahat davranış alanı talep ediyor. Diğer bir ifadeyle ABD, NATO üyesi ülkelerin Afganistan'da istikrar gücü değil teröristlerle mücadele eden güç olmasını ve dolayısıyla asker sayılarını da artırmalarını istiyor. Avrupa ülkeleri, Fransa hariç, genel olarak bu öneriye sıcak bakmadıklarını beyan ettiler ve gözler Türkiye'ye çevrildi. Türkiye için sorun büyük. PKK ile mücadeleyi küresel güvenlik ve işbirliği ilişkilerinin merkezine yerleştirmiş Türkiye, bu konuda fazla hareket yeteneğine sahip görünmüyor. Kuzey Irak'ta operasyon yapabilmenin ve ABD denetimindeki bölgeyi talan edebilmenin bir karşılığı olmalı. Meselenin siyasal sorumlusu hükümet, ama Genelkurmay, şimdiden bunun mümkün olamayacağını beyan etti. Yani, K. Irak'a girme konusunda karar almaya zorlanan hükümet, şimdi bunun karşılığını ödemede yalnız bırakılabiliyor. Sorun, ne yazık ki iç çekişmelere indirgenemeyecek kadar karmaşık. Genelkurmay haklı, ne işi var Türk askerinin Afganlı öldürme operasyonunda? Ama öte yandan AKP'nin bu süreci bertaraf etmesine de yardım etmek gerek, çünkü onlar da askerlerin bize ait olmayan, üstelik meşruiyeti tartışmalı bir savaşta yer almalarına karşı, ama ABD'ye söylenmesi gereken sözlere, verilmesi gereken güvencelere de ihtiyaç var.

Türkiye'den söylenecek sözlerin bir kısmı NATO iç pazarlıklarıyla sağlanabilir. Türkiye, çok istemese de, genişleme tartışmalarında biraz sorun çıkarabilir. Ya da Fransa'nın askerî kanada dönme meselesi ile Kıbrıs'ın NATO dışı konumunu gerekçelendirerek zaman kazanabilir. Bununla birlikte, genel kanı bu sürecin tüketilmiş olduğuyla ilgili. Bu durumda ikinci bir pazarlık konusu gündeme geldi denebilir ve belki ABD'nin şahin Başkan Yardımcısı Dick Cheney'in Ortadoğu gezisi sırasında Türkiye'ye de uğraması ve askerî-siyasal en üst düzeyde görüşmeler yapması bu durumla ilgilidir. Biraz geriye gitmek gerek. ABD, Reagan döneminden beri "Batı ittifakı"nı yüksek teknolojiyle donatılmış bir savunma kampına dönüştürme arzusundaydı. Düşman konusunda anlaşamayan müttefikler, bu projeyi reddetmiş, hatta Avrupa'nın kendi savunmasını kendisinin yapabileceğini gündeme getirmişlerdi. Bu iki proje, birbirini hedef almayan, ancak birbirinden farklı uygulamalar olarak yaşama geçti. Bu durumda da bir NATO içi savunma konsepti, bir de NATO dışı ABD stratejileri ortaya çıktı. ABD savunma sistemine dâhil olan, ya füze ya da dijital takip sağlayan ülke, sisteme evet demiş olmalı. NATO'nun Avrupalı müttefikleri bu projenin parçası olmayı reddettikten sonra ABD'nin stratejisini ikili ilişkilerle yürüttüğü bir döneme girildi. Özellikle AB'ye sonradan üye olmuş, eski Doğu Bloku ülkelerini seçen ABD, buradaki halkların Rus korkusundan hareketle bulduğu Amerikan desteğini değerlendirmeyi denedi. Çek Cumhuriyeti, Slovenya ya da Polonya ve Romanya'nın söz konusu füze savunma sistemi çerçevesinde adlarının açığa çıkması ise meselenin içine Rusya'nın girmesine neden oldu.

ABD, NATO stratejileri içinde kabul ettiremediği sistemi bağımsızca yürütme derdinden vazgeçmiş gözükmüyor. Bu durumda, nazının geçebileceği müttefikleriyle NATO'dan ayrı anlaşmalar yapmayı deneyebilir. Nazının geçeceği ülkelerden birinin ise Türkiye olmayacağını söylemek oldukça zor. Mademki PKK konusunda bu denli pazarlık yapıldı, mademki ABD K.Irak Kürtlerini desteklemekten vazgeçti, neden Türkiye stratejik ittifakı devam ettirmesin ki... Bu stratejik ittifakın iki önemli ayağı var gibi gözüküyor. Birincisi, Türkiye topraklarına ya füze ya da dijital denetleme mekanizmalarının yerleştirilmesi. Türkiye, bu konuda kararsız. Topraklarına NATO ya da AB onaysız yerleştirilen her enstrüman AB-Türkiye ilişkilerini etkileyecek. Ayrıca ABD, İran, Rusya ya da her neye karşı bunu istiyorsa bunların Türkiye'nin de düşmanı olduğuna ilişkin bir emare yok. Dick Cheney'in ziyareti sırasında tam da tartışılacak konunun bu olduğu ve Rusya olmasa da İran konusunda Türkiye'nin tavır almaya zorlanması söz konusu olabilir.

Öte yandan, diyelim ki mesele füzelerle sınırlı. Bu alanda da sorunlar var, çünkü ABD ile Rusya 'hangi ülkeye hangi kalitede kaç tane füze satabiliriz?' pazarlıklarını zaten yapıyorlar ve pazarlıkların mimarı da Dick Cheney. Bu pazarlıklar hem NATO içinde, hem de dışında yapılabiliyor. Üstelik iki güç arasında sıkışmış ülkeler bu bakımdan daha da cazip bir pazarlık konusu olabiliyor. Biraz ABD savunma sistemine bulaşmak zorunda kalan ülkeler, Rusya'yı da ürkütmeme eğilimi taşıyorsa, gücü dengeleme yoluna gidebilir. Yani bir pazar, iki rakibe de kapılarını açabiliyor. Bir pazarın iki rakibe de kapılarını açabilmesi için iki rakip gibi görünen siyasal iradeye ihtiyaç olabilir. Tarih bize rasyonel olmayan karar alıcılara sahip devletlerde, işlerin tam da böyle yürütülmeye çalıştığı örnekler sunar. Güvenlik paradoksu içinden saflaşmış güçlerin mücadelesi, iç politika çelişkisine indirgenir. Lübnan'da, Irak'ta, Afganistan ya da Pakistan'da olduğu gibi. Üstelik her bir siyasal gücü, savunduklarından geri adım atmasına engel olacak argümanlar da bulunur. Dolayısıyla rakip güçler, uzlaşan güçler olamaz, geri adım atamaz.

Kararsızlığın bedelini ödemek...

Örnek verelim. Türkiye'de iktidar, PKK ile mücadelenin sorumluluğunu üstüne aldı ve ABD de bu mücadeleye yardım etti. Dendi ki, bu yolda başarı da sağlandı. Şimdi 'iktidar partisi nasıl Afganistan'da asker artırımına hayır diyebilir?' ya da ABD savunma şemsiyesine girmeye direnebilir. Oysa iktidar, Müslüman kesimin güvenini kazanan bir parti ve bu kesim ABD'ye son derece şüpheli yaklaşıyor. Oysaki iktidar, Rusya ile iş yapan kesimlerin de güveniyle iktidara geldi, şimdi nasıl bu ülkeyi karşısına alabilir? Öteki tarafa da bakmakta yarar var. Öteki taraf olarak neyi kast edebileceğimiz şüpheli olsa da kabaca AKP karşıtları denebilir.

Karşıtlar, askerî önlemlerin K.Irak'ta alınması, hatta az bile yapıldığı taraftarı olan kesim, yani ABD'nin sunacağı pazarlıklara da açık olunması gerektiğini düşündükleri var sayılabilir. Ama öyle değil. Aynı AKP karşıtları, Afganistan'a daha çok asker göndermeye de karşı, Rusya ile ilişkileri bozacak hamlelere de. Esasen, AKP'nin vereceği her karara karşı bir tavır var gibi; ama özde emin olmak mümkün değil. Bu, esasen bir iç politikada iktidar yarışı gibi görünüyor ve ne yazık ki bu arada Türkiye uluslararası güç dengelerine feda edilebiliyor. Mesele AKP mi, o da belli değil. İktidar, NATO genişlemesinin her türüne evet dese, Rusya ile "papaz" olabilir. Hayır dese, ABD ve ABD ile birlikte terör savaşı sürdürenlerle uyumsuz olur. Afganistan'a daha fazla asker gönderse, seçmeni iktidarı fazla Amerikancı olmakla suçlar. Göndermese, terörizmle mücadelede "Türkler kendine Müslüman" diyen devletlerle uğraşmak zorunda kalır. Dolayısıyla her tercihin dünyada ve Türkiye'de karşıtı hazır. Mesele, sorumluluğun kime yükleneceğiyle ilgili.

Sorumluluk kimin olursa olsun, siyasal iktidar ile "karşıt" güçlerin farklı ve paralel diplomasileri varsa, bu çocuklarımızı ilgilendirir. Biz, meseleyi AKP kapatma davası ile Selçuk, Perinçek, Alemdaroğlu soruşturması arasındaki bağıntıda arayabiliriz. Ama AKP, sadece bir siyasal parti ve sadece belirli dönem sandığın güven verdiği bir iktidar; diğerleri de sadece belirli görüşler bakımından öne çıkmış isimler, birbirlerine kıyılsalar Türkiye'de ne değişir? Ya, tüm olup bitenler tam da AKP'yi değil de iktidarı cezalandırma süreciyse, ya tam da bu çerçevede AKP'nin liberal kesiminin tasfiyesine hizmet ediliyorsa, ya bir biçimde ABD'nin haşin politikalarına direnenlerin eli daraltılıyorsa veya daha demokrat bir Türkiye projesinden vazgeçenlerin ekmeğine yağ sürülüyorsa ne olacak? Türkiye, küresel kararsızlıklarının bedelini Türk vatandaşlarına ödetmekten vazgeçebilir. Kurumların, geleneksel aidiyetlerin, siyasal beklentilerin hesaplaşması çok daha demokratik yollardan yapılabilir. Dünyada bu denli önemli kavgalar varken, Türkiye'deki kavgaları bundan bağımsız kılmak anlamlı değil. Dünyadaki kavgalar, şahıslar, isimler, partiler, ordular ya da liderler üzerinden yürümüyor. Çıkar, kazanç, refah ve istikrar hesaplarından yapılan kavgalar var. Akıl, çalıştırdıkça, besledikçe gelişen bir kastır. Tıpkı kol kasları gibi.

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT