1. YAZARLAR

  2. Cahit Karaalp

  3. Tarihselci Kur’an Okumalarına Eleştirel Bir Yaklaşım

Tarihselci Kur’an Okumalarına Eleştirel Bir Yaklaşım

Şubat 2021A+A-

Bu yazıda Türkiye’de son dönemlerde sözleri medyada tartışma konusu olan, tarihselci düşünceye sahip iki önemli ilahiyatçının Mustafa Öztürk ve İlhami Güler’in bazı söz ve düşüncelerini konu edineceğim.

I

Öztürk’ün geçen ay medyaya yansıyan ve toplumda ciddi tartışmalara sebebiyet veren konuşmasına katılmak ilmen mümkün değildir ancak bu konuşmasından dolayı onun linç kampanyasına maruz kalmasını da doğru bulmamaktayım. Şahsen Öztürk’ü ilmî mahfillerde eleştirir, tenkit ederim ama asla tekfir etmem. Zira bize düşen tekfir etmek değil, tenkit etmektir.

Öztürk, söz konusu konuşmasında Kur’an’ı tarihselci bir gözle okuduğu için Kur’an’ın “Velid bin Muğire aşağı As bin Vail yukarı” dediğini, “birkaç lavuk müşriki” konu edindiğini söylemiştir. Hâlbuki Kur’an’da Ebu Leheb ismi dışında hiçbir müşrikin ismi geçmemektedir. “Zenim” ayetinin geçtiği Kalem Sûresi’nde bile isim belirtilmemiş, karakter tasvir edilmiştir ki bu karakterler her dönem bulunabilmektedir. Kur’an “müşrik, kâfir” isimlerini kullanır ki bu kavramlar belli bir döneme değil, her döneme hitap etmek için kullanılmışlardır. Eğer Öztürk’ün dediği gibi hitap o dönem müşriklerine özel olsaydı isimle hitap edilir, “kâfir, müşrik” gibi geneli ifade eden kavramlar kullanılmazdı.

Kimi müfessirlerin “zenim” kelimesine “veledi zina” (piç) anlamı vermeleri Kur’an’ın da bunu kastettiği anlamına gelmez. Zira “zenim” kelimesi sözlükte “bir topluluktan olmadığı halde kendisini o topluluktan gören, toplumuna güvenerek iş yapan arsız” anlamına gelmektedir. Babasına manevi olarak benzemesi beklenilen ama benzemeyen birine mecazen “babasının oğlu değil” ifadesi Türkçede de kullanılmaktadır. Zenim kelimesi de bu kullanıma benzer bir kullanımdır. Allah hiç kimseyi müşrik dahi olsa zina çocuğu olduğu için ayıplamaz, hor görmez. Zira çocuğu olarak doğmak çocuğun değil, ana babasının suçudur.

Öztürk’ün ileri sürdüğü gibi Kur’an’ın dünyası Arabistan ile sınırlı değildir. Kur’an adını, yurdunu vermediği nice peygamberleri ve örnekleri de zikreder. Kur’an’ın verdiği tüm örnekler insanlığın tümünü ilgilendirdiği için genelde isimlere yer verilmez. Elbette ki Kur’an’ın verdiği örneklerde yerel unsurlar da olacaktır ki bu gayet doğaldır. Zira yerel olmayan bir şeyin, evrenselliği iddiasında bulunulamaz. Kur’an’ın anlam ve lafız olarak Allah’a ait olduğuna, Hz. Peygamber dâhil kimsenin Kur’an’ın metninde bir müdahalede bulunmadığına ve Kur’an ahkâmının evrensel olduğuna inanan biri olarak ben, Öztürk’ün konuyla ilgili söz ve düşüncelerinin kabul edilemez olduğunu ifade etmeliyim. Bununla birlikte fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken bu tür yaklaşımların “sapkınlık, ilhad, irtidat, tekfir” gibi konulara malzeme edilmemesi gerektiğini düşünmekteyim.

II

İlhami Güler’in son dönemde tarihselci bir bakış açsıyla kaleme aldığı “Kur’an’ın Mahiyet ve Yorumu1 isimli kitabındaki bazı cümleler hakkındaki fikirlerimi yazmaya çalışacağım. Yazımda İlhami Güler'e ait sözlerin başına GÜLER, kendime ait sözlerin başına ise REDDİYE yazacağım ki meramımız daha açık anlaşılsın.

GÜLER: “Kur’an’daki cezalandırma, ‘işkence-intikam’ yolu ile ‘gözdağı/dışlamaya’ dayanır. Oysa yirminci yüzyılda cezalandırma, mahkûmları‘ıslah etme/geri kazanma’ düşüncesi ile yer değiştirmiştir. Hz. İsa’nın bu ıslah davası, Kur’an’da cılız da olsa korunur.” (s. 107)

REDDİYE: Yukarıdaki ifade hiçbir şekilde kabul edilemez. Böyle bir kıyaslama cezaların sonuçlarına bakılarak yapılabilir. Örneğin yirminci yüzyıldaki cezalandırma sistemi suçları durdurabilmiş veya suçluları ıslah edebilmiş mi? Mesela zina oranlarında düşüş olmuş mu? Ya da hırsızlık azalmış mı? Cezalar suçlunun ıslah edilemediği durumlarda uygulanan yaptırımlardır. Meselenin iyi değerlendirilmediğini düşünüyorum.

GÜLER: “Mekkî ayetler, bireysel imanı, vaaz ve irşadı; Medenî ayetler, toplumsal siyaset olarak dövüş ve kavgayı (cihad/kıtal) ifade eder. Teori ve pratik.” (s. 49, 65)

REDDİYE: Bu ifadelerle Kur’an’a haksızlık edildiği düşüncesindeyim. Bu ifadelere göre cihad dövüşe, kavga kıtale denk gelmektedir. Hâlbuki Kur’an’ın cihad anlayışı dövüş değildir. Medenî ayetlerde sadece cihad ve kıtalden bahseden ayetler değildir. Savaş ayetleri Medenî ayetlerde çok az bir yer tutar. Ne yazık ki bu ifadeler, sağlaması yapılmadan kaleme alınmıştır.

GÜLER: “Kur’an, tarih boyunca sürekli baştan sona ciltlerce ‘tefsir’ edildiği halde, hiç ‘özet’lenmemiş olması düşündürücüdür. Oysa biliyoruz ki metnin büyük bir bölümü, eğitim amaçlı tekrardır. Kur’an’da çok sayıda ayetin olması, onun çok şey söylediği anlamına gelmiyor. Özetlemenin, anlamayı kolaylaştıracağı kanaatindeyim.” (s. 123)

REDDİYE: Kur’an’ın geçmiş dönemde bir misyon icra ettiğini, tekrar arzeden ifadelerin o gün bir anlam ifade ettiğini ancak günümüzde anlamını yitirdiğini ve Kur’an’ın özetlenmesi gerektiğini ifade eden bu cümleler de aynı şekilde kabul edilemez. Zira Kur’an’da tekrarlar, insana ders ve mesaj vermek için farklı olaylar bağlamında zikredilmişlerdir. Dün ashabı yetiştiren kitap bugünde Müslümanları yetiştirebilir.

Kur’an’a hangi gözle baktığınız önemlidir. Kur’an’a tarihsel bir metin gözü ile bakarsanız özetlenebilir olarak görebilirsiniz. “Kur’an’da çok ayetin bulunması çok şey söylediği anlamına gelmiyor.” ifadesi ise asla kabul edilemez. Keşke İlhami hoca çok kitap yazmak yerine Kur’an’a odaklansa. Sözgelimi sosyolog Ali Şeriati ömrünün son dönemlerinde “Keşke zamanımın büyük bir bölümünü Kur’an’a verseydim.” demiştir. İlhami hocanın kitabında Kur’an hakkında öne çıkan “Arapların sorunlarını çözen kitap, Arap adetlerini şeriat olarak va’zeden kitap” (s. 120-123) algısı maalesef kendisini Kur’an’ın özetlenmesi gerektiği sonucuna götürmüştür.

GÜLER: “Mevcut diziliş haliyle (Mushaf) Kur’an’ı bugün uzmanı olmayan insanların eline vermek (meal), kaosa davetiye çıkarmaktır.”(s. 116)

REDDİYE: Kur’an’ı sadece uzmanların eline vermek kaosu bitirecek mi? Toplumdaki bilgi kaosu herkes meal okuduğu için mi yoksa hiç okumadığı için mi? Bunca tefsir ve farklı yorumları ortaya çıkaran meal okuyucuları mı uzmanlar mı? Ve önemli olan soru şu: Neden mevcut dizilişi ile uzmanı olmayanlar tarafından okunmamalı? O halde kimse bir alanda uzman olmadan kitap okumamalı. Meal okumak tehlike arzetmez, meal okurken haddini bilmemek tehlikedir. Meal, Kur’an’ı anlamak için okunursa bir şey ifade eder. Dini, meal üzerinden yeniden şekillendirmek için meal okumak hadsizliktir. Meal okumaktan sakındırmak yerine nasıl okumayı öğretsek daha doğru olur kanaatindeyim.

GÜLER: “Kur’an’daki mantık, ilahi olduğu kadar, 1400 sene öncesinde çöl coğrafyasında ortaya çıkan Arapların da mantığıdır.” (s. 105)

REDDİYE: Kur’an’daki mantık Arap mantığı değil, insanlık mantığıdır. Kur’an’ın indiği dönemin dilini kullanması, o dönemin sorunlarını çözmeye çalışması, Arapların mantığını içselleştirdiğini göstermez. Aksine Kur’an Arapların birçok mantıki yanlışlarını çürütmüştür.

GÜLER: “İslam dünyasının sorunu, yedinci yüzyılda Arabistan’da Tanrı tarafından üretilen ve ulema (fukaha, mütekellimun)2 tarafından biraz genişletilerek imparatorluk yapıları ve tarımsal üretime dayalı toplumsal ve tarihsel koşullar değişmediği için İslam dünyasında on dokuzuncu yüzyıla kadar kullanılan bir otomobilin (şeriat), yeryüzünün topoğrafyası değiştikten sonraki dünyada da hâlâ kullanılabileceği -Tanrı üretimi olması hasebiyle- vehmidir. Zevki ve şuuru değişmiş olanların kendileri de bu araca binmek istemiyor. Onun eskimiş olduğunu söylemeye de dilleri varmıyor. Muhafazakârlık, onu gönül/kalp müzemizde taşıyalım; ancak son model araçlara binelim, demektedir. Biz yenilikçiler ise ana aksamı aynı kalmak üzere modeli yenileyelim diyoruz: Dinamik şeriat.” (s. 51)

REDDİYE: Hocamızın “Sabit Din Dinamik Şeriat” kitabının bir nevi özeti olan bu cümleler kanaatimce Kur’an’a farklı bir zaviyeden bakmanın sonucudur. Kur’an sadece din olarak değil, şeriat olarakda evrensel bir yapı arzetmektedir. Eğer öyle olmamış olsaydı şeriatları tecdit eden peygamberler gönderirdi. İslam şeriatının Arabî olduğunu söylemek Kur’an’a haksızlıktır. İslam şeriatını kaldırdığınızda yerine ikame edeceğiniz şeriatı kimler inşa edecek? Hangi değerlendirme ve verilere göre şeriatı belirleyeceksiniz? Örneğin hırsıza hapis cezası mı vereceksiniz, zina edeni hapse koyarak mı bitireceksiniz? Bana söyler misiniz insanın fıtratına hitap eden bu şeriatın neresini beğenmediniz ve neresi Arabîdir?

İlk muhatapları Arap olan Kur’an’ın Arapların dili ile inmiş olması, onların anladığı misalleri vermesi evrenselliğe engel olabilir mi? Şimdi bir fıkra veya kıssa anlattığımızda insanlar tarihî şahsiyetlere mi mesaja mı odaklanır? Kur’an’ın evrensel dili hiçbir dönem değişmez. Tarihselci bakışaçısının en büyük dayanağı milli din söylemidir ki Hz. Muhammed (s) ile milli din söylemi sona ermiştir. Mahalli çözümler evrensel değildir, içtihada tabidir ancak Kur’an’da zikredilen şeriat, zannedildiği gibi mahalli değildir.

GÜLER: “Kur’an’a ‘tarihsel’ bir söyle(v)m/hutbeler toplamı olarak bakmayan kişi, eşitliğe dayanan modern ‘vatandaş’lığı kabul edemez. Zira Kur’an, kabile birliği olan ‘vatandaşları’ mümin-kâfir olarak parçalamıştır.” (s. 102)

REDDİYE: Böyle bir söylem ve üsluba ne denir bilmiyorum. Sayın hocam, modern vatandaşlığı kabul edip Kur’an’ı tarihsel ilan eden siz fikirlerinizle toplumu parçalamıyor musunuz? Yani ister istemez toplumda ayrışmalara neden olmuyor musunuz? Kur’anî hükümler, fikir özgürlüğünü her zaman benimsemiş ve tavsiye etmiştir. Parçalayan Kur’an değil, şirk dinidir. Çıkarından ödün vermeyen şirk dini toplumu parçalamıştır. “Sizi yurdunuzdan çıkarmayanlara iyilik edin, yurtlarından çıkarmayın; anneniz babanız sizi küfre davet etseler onlarla çatışmayın ama dediklerini de yapmayın, onlarla iyi geçinin.” vs. daha nice ayetler dediklerinizi yanlışlamaktadır. Ne yazık ki kendinizi kaptırdığınız tarihselci bakışaçısı, temelsiz iddialarda bulunmanıza sebep olmaktadır.

GÜLER: “Kur’an’daki sertlik ve ticaret, doğrudan Allah’tan değil; çölden (Araplardan) gelir. ‘Savaşçıların tanrısı, savaşçı; tüccarların tanrısı, tüccardır.’ (R.W. Emerson).” (s. 79-80)

REDDİYE: İlhami hoca, Kur’an’ın Araplar tarafından belirlendiğini, Allah’ın Araplara göre bir dil kullandığını, sertlik ve yumuşaklığı da ona göre belirlediğini ifade etmeye çalışmaktadır. Hâlbuki Kur’an, sert olduğu kadar da yumuşak bir kitaptır. “Ey kendileri hususunda aşırıya kaçan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, sizi rahmet için var ettim.” (Hud, 118-119) “Seni âlemlere rahmetimizin eseri olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) vb. ayetler bu gerçeği göstermektedir. Kur’an’da geçen ticaret kelimeleri ise maddi ticaretten manevi ticarete kaymıştır ve maddi ticaret anlamıyla çok az geçmektedir.

GÜLER: “Hz. Muhammed, deve tabiatında olan bir halkı ehlileştirmeye çalıştı (eğitti).Türkler at ve kurt tabiatındadır. Başka milletler, başka hayvan tabiatındadırlar. Deve eğitme rehberi (hidayet) olan Kur’an ve hadis, onlara yabancı geldiğinden onu kolay anlamayabilirler.” (s. 57)

REDDİYE: Bu bakış açısı beni hayretlere düşürdü. “Kur’an Arapları eğitmek için geldi, dolayısı ile Türkleri eğitmez, başka milletlere eğitim veremez.” anlamına gelen bu söylem tam anlamı ile Kur’an’ı hiç anlamamak veya Kur’an’a milliyetçi bir zaviyeden bakmak demektir. Kur’an’ın develeri eğitmek için geldiğini söylemek Araplara deve demekle aynı şeydir ki doğrusu bu söylemde salim aklın yer almadığını görmekteyim. Hamaset kokan bu söylem Kur’an’ı tanımadan tanımlamaktan ileri gelmektedir.

Değerlendirme ve Sonuç

Mustafa Öztürk ve İlhami Güler hocalarımız yukarıdaki sözleri ile Kur’an’ın tarihsel bir metin olduğunu, Arap dili ve kültür yapısından etkilendiğini, hatta buna göre şekil aldığını, Allah tarafından indirildiğini ancak Arabistanlı Araplar tarafından belirlendiğini, ceza meselelerinin yerel olduğunu ve sadece Araplar için uygulanabileceğini, dolayısı ile şeriatın güncellenmesi gerektiğini, Kur’an’ın evrensel bir kitap olmadığını, özetlenebilir bir kitap olduğunu ifade etmekte ve bu iddiaları garip bir mantık çerçevesinde temellendirmeye çalışmaktalar.

Ömer Özsoy ile birlikte Kur’an için fihrist kaleme almış İlhami Güler hocamızdan eğer mümkün ise kendisinin bir Kur’an özeti yazmasını beklerdim. Hocanın tarihselci bakış açısı, ne yazık ki hemen hemen tüm cümlelerine yön vermiştir. Keşke sayın hocamız Kur’an’a dikkatli bir gözle bakabilseydi, o zaman Kur’an’ın evrensel yapısını görür ve yerel unsurların azlığını anlardı. Sözlerin kısmen milliyetçi bir zihin dünyasının izlerini taşıdığını söylemek isterim. Ayrıca hocanın sözlerine baktığımızda sert bir üsluba sahip olduğunu görmekteyiz. Kur’an’ın sert üslubu çöle dayanıyorsa sizin sert üslubunuz neye dayanıyor sayın hocam; Ankara’ya mı?

Son olarak, her bilgi, Kur’an ve sahih-sarih sünnete uyduğu sürece alınabilir. İlim ehline düşen görev, bu bilgileri tetkik etmek ve sahihini sakiminden ayırmaktır. Tartışmaya açık, hakkında sahih ve sarih bilgi bulunmayan konularda farklı görüş beyan eden kişileri fikirlerinden dolayı tekfir etmek ilim ehlinin işi değildir. Aksi bir delil bulunmadığı sürece İslam’a ters görüş beyan edenlerin “mümin” olduklarına dair beyanları esas kabul edilir. Düşüncelerin İslam’a uymaması ilim ehli nezdinde tekfir konusu değil, tenkit konusu olmalıdır.

 

-----------

* Dr. Cahit Karaalp, Muş Alparslan Üniversitesi Tefsir Öğretim Üyesidir.

Dipnotlar:

1- İlhami Güler, Kur’an’ın Mahiyet ve Yorumu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2018.

2- Fakihler ve kelamcılar.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR