1. YAZARLAR

  2. Süleyman Ceran

  3. Muhacirlerin Umut Verici Hikâyeleri: “Yeni Baştan”

Muhacirlerin Umut Verici Hikâyeleri: “Yeni Baştan”

Şubat 2021A+A-

Onuncu yılına giren Suriye direnişi tüm yakıcılığıyla varlığını sürdürüyor ve çok yönlü değerlendirmelere ihtiyaç bulunuyor. Milyonlarca kişiyi ülkelerinin dışına savuran süreç, beraberinde pek çok problemi de getirdi/getiriyor. Siyasetçiler vesilesiyle sosyal medya üzerinden Suriyelilere ilişkin yapılan yalan yanlış tezviratın sahada şiddete dönüştüğü görülüyor. Mülteci, göçmen, sığınmacı, düzensiz göçmen gibi sıfatlarla ve değişik katmanlarda kurulan ilişkilerle yaşayan Suriyeli kardeşlerimizin içlerinde bulundukları hal-i pür melali sağlıklı bir şekilde kamuoyuna anlatmanın kıymeti paha biçilemez. İnsanların barınamayacağı rutubetli bodrumları fahiş fiyatlarla tutmak zorunda kalan, düşük ücretlerle ve sigortasız çalıştırılan, en ufak yanlışları takip edilen, yoksulluk sınırının çok altında yaşayan Suriyeli muhacirlerin yaşadığı sıkıntılar görmezden gelinemez. Ülkemize göç eden milyonlarca insan bir şekilde hayatına “yeni baştan” başlıyor. İşte yaşanan bu sosyolojik, psikolojik, politik ve ekonomik süreci anlamaya katkı olarak çekilen “Yeni Baştan” belgeseli takdiri hakediyor.

6. Uluslararası Âlemlere Rahmet Kısa Film Festivali’nde en iyi belgesel ödülünü, çektiği “Yeni Baştan” ile alan yönetmen Taha Ovacı, 25 yaşında, gencecik bir üniversite öğrencisi. Akranı olan pek çok yönetmenden farklı dertlere sahip olan Ovacı’nın bu çabası, başlı başına kıymetli.

“Hicret etmek ve vatanından uzak olmak asla kolay bir şey değildir.”

Eşlerini, çocuklarını, yakınlarını, tüm mal varlıklarını kaybeden insan hikâyeleriyle doludur muhacirler. Dokunsanız bin ah işiteceğiniz milyonla insan. Taha Ovacı da bu geniş kitleden seçtiği dört muhacir kadın üzerinden ülkemizde yaşayan kardeşlerimizi daha yakından anlamamıza yardımcı oluyor. Belgeselde muhacirlerin isteyerek değil şartların dayatması sonucu Türkiye’ye geldiklerinin ve ne kadar güzel bir ortam olursa olsun vatan hasretiyle yaşadıklarının altı özenle çiziliyor.

Televizyonlarda, sosyal medyada yapılan paylaşımlarla muhacirlerin konforlu, dertsiz, pozitif ayrımcılıklarla dolu hayatlar sürdürdükleri algısı oluşturulmaya çalışılırken, gerçekler ne yazık ki istenen düzeyde karşılık bulmuyor. Savaşın ilk yıllarında oluşan muhacir-ensar pozisyonu siyasi, ekonomik ve ideolojik nedenlerle hızla kan kaybediyor. Balkanlardan, Kafkaslardan ve dahi pek çok coğrafyadan kopup gelen sayısız göçmene yurt olan bu coğrafyada Suriyelilerin bir kısmının dahi kalıcı olacak olması endişe oluşturuyor. Suriyelilere karşı oluşturulan nefret kampanyalarına imza atan kişi sayısı, ülkemizde bir buçuk milyon kişiye yaklaşıyor. Bu sayı saf, katışıksız faşizan duygu besleyen insan sayısı aslında. Her geçen gün Suriyelilerin savaş mağduru olmadıklarına olan inanç da ne yazık ki artıyor. Yapılan son araştırmalarda Suriyeli muhacirlerin de %92’sinin ayrımcılığa uğradıklarını düşündüklerini gösteriyor. Tablo çok vahim. Halkı Müslüman olan, antiemperyalizmin sembol ülkesi olan Türkiye’de durum böyleyken kim bilir başka coğrafyalara savrulan muhacirler ne durumdadırlar diye insan düşünmeden edemiyor.

Yeni Baştan’da dinlediğimiz dört muhacir kadının ortak noktası, bitmeyen vatan hasreti, ülkelerine dönmeyi sabırsızlıkla bekleyiş ve ağır imtihanlardan geçtikleri gerçeği oluyor.Röportaj yapılan konuklardan birisi, “Hicret etmek ve vatanından uzak olmak asla kolay bir şey değildir.” dedikten sonra “Göç etmek, karanlık bir tünelde yürümektir.” diyor, aynen öyle. Sonu belirsiz bir yolculuk. Hiçbirinin hayatı kolay değil. Sokakta nedensizce dövülüp öldürülmek, bodrumda çıkan yangında can vermek, hastane köşelerinde darp edilmek, kitlesel olarak ayrımcılığa uğramak sindirilebilecek şeyler değil.

Çikolata Kâğıdı…

Irkçılık hastalığının ara ara ilkokullara kadar indiği ülkemizde muhacir ailelerin yetişkinleri kadar çocukları da sıkıntılar içinde yaşıyor. Belgeselde, muhacir kadınlardan birisi bu durumu çok güzel bir örnekle anlatıyor: “Binanın merdivenlerinde bir çikolata kâğıdı bulduğumda onu çocuklarımın atmadığına eminim çünkü çocuklarıma yere hiçbir şey atmamamız gerektiğini öğrettim. Ama çocuklarımın atmadığına emin olmama rağmen eğilip o kâğıdı alıyorum çünkü binadakilerin o çöpü Suriyelilerin yere attığını düşünmelerini istemiyorum. Biz gurbette iyi insanlar olduğumuzu ispat etmek zorundayız. Oysa biz ülkemizdeyken herkes iyi insanlar olduğumuzu biliyordu.

Yerdeki çikolata kâğıdını almazsa bu kâğıdı atan kişinin apartmanca Suriyeliler olacağı algısı ne yazık ki boş bir kuruntu değil. Yabancı karşıtlığı algısı yayılıyor. 2019 yılı sonbaharında Adana’da bir çocuk tacize uğrayınca mahalleli bunu yapsa yapsa Suriyeliler yapmıştır diye hareket ederek muhacirlerin dükkânlarını taşlayıp evlerini yakmıştı. Tacizi yapan kişinin Türkiyeli olduğu kısa sürede ortaya çıkmasına karşın haberlerde karşılık bulmamıştı. Bunun gibi gözünün üstünde kaşın var bahanesiyle yapılmış sayısız şiddet vakası var. Sözcü ve Yeniçağ gibi gazetelerin farklı ideolojileri benimsemelerine karşın iş Suriyelilere karşı düşmanlığa gelince nasıl elele manşetler atıp muhacirleri hedef gösterdiklerine çokça şahit olduk. OysakiTürkiye’deki suç oranının %1,3’üne karşılık gelen oranlarıyla Suriyelilerin karıştıkları suç olaylarının, yansıtılanın çok çok altında bir durum olduğu söylenebilir. Üstelik bu olaylar çoğunlukla kendi aralarında gerçekleşiyor. Bu orandan çıkarılacak olan sonucun Suriyelilerin diken üstünde, pür dikkat bir hayat sürdürdükleri gerçeğidir.

İnsana iyi, zararsız olduğunu karşısına ispat etmek zorunda hissettirilmesi ne kadar da acı bir durumdur. Her siyasi yaklaşıma farklı ölçülerde de olsa sirayet etmiş olan ırkçılık hastalığı sadece ülkemizi değil dünyayı da tehdit ediyor.

Elhamdulillah…

Yüzdeler, anketler ve çalışmalar karanlık bir tablo çıkarmış olsa da en başından beri Suriye direnişine destek olan, muhacirlere kol kanat geren milyonlarca Türkiyeli de var. Kardeşliğin, yapay ulusal sınırları tanımadığını gösteren sayısız örneklik sergilenmeye devam ediyor. Suriyeli kardeşlerimizde yıllar içinde gördüğümüz şey hep tevekkül olmuştur. Hamd, dillerinden eksik olmaz hiç. Yeni Baştan belgeselinde dinlediğimiz, büyük kayıplar yaşamalarına rağmen umutlarını yitirmeyip hayata tutunan ablalarımızın kalbimizde kristalden tevekkül abidelerine dönüştüklerini söylemeliyiz.

İki ay kuşatma altında kalıp ekmeği bırakın, içmeye su bulamayan bu insanlar kanalizasyonu kullanmak zorunda kalır. Un dağıtılan bir yere gitmek için evden oğlu Ahmed ile çıkan ablamız, havada beliren uçağı görünce eve koşar. Üç evladı bombardımanda ölür, yanında gelen Ahmed ise bir bacağını kaybediyor ne yazık ki. Belgeselin sonunda Ahmed’in protez bacağı kabullenmesi, yüzünün gülüyor olması ailenin de Türkiye’ye uyum sağlaması anlamına geliyor. Suriye krizi bittiğinde ülkemizdeki muhacirlerin bir kısmı döneceği gibi bir kısmı da kalacak. Suriyelilerin ülkemizle uyum sürecini, Türkiyelilerin de sindirme eşiğini sağlıklı atlatmaları toplumsal dinamikler açısında hayati önem taşıyor.

Her ne kadar yıkıntılarla, yok olmuş bir coğrafyayla başlayıp siyah bir fon belgesele egemen olsa da filmin sonlarında umudun rengârenk yüzü bizi karşılıyor. Röportaj veren muhacirler kendilerini geliştirip çalışma imkânı buluyorlar. Hayata ve geleceğe daha güvenerek bakıyorlar. Taha Ovacı ve arkadaşlarının Yeni Baştan isimli çalışması, Suriyeli kardeşlerimizin son yıllar içinde geçirdikleri süreçleri anlamamıza, empati kumamıza ve ümitvar olmamıza katkıda bulunuyor. Emeği geçenleri kutluyor, Suriye direnişinin her türlü kültürel katkıya ihtiyacı olduğunu ve bu gayretlerin TIR’larla gönderilen unlar kadar, fukara evlerine taşınan erzak poşetleri kadar, uhuvvetin bir göstergesi olan sıcak kucaklaşmalar kadar kıymetli olduğunu vurgulamak istiyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR