1. YAZARLAR

  2. Rıdvan Kaya

  3. MGK ve Demokrasi ya da MGK’nın Pençesinde Demokrasi

MGK ve Demokrasi ya da MGK’nın Pençesinde Demokrasi

Eylül 1997A+A-

Türkiye'de sistem gerçeğini, Demirel'in "Bakanlar Kurulu siyasi bir müessesedir. Ama Milli Güvenlik Kurulu devlettir" sözü gayet iyi özetlemektedir. Görüntü ile gerçek, hükümet ile devlet arasındaki farkı açık bir biçimde yansıtan bu sözler, 1997 yılı başında telaffuz edildiğinde MGK olgusu toplumun gündemine henüz yeni yeni giriyordu. Ama bugün artık herkes MGK'nın sistem üzerinde mütehakkim konumundan haberdar.

Yetmiş yıldır, sivil yönetim, demokrasi, halk iradesinin özgürlüğü, meclisin üstünlüğü vb. kavramlar mütemadiyen resmi ideoloji duvarına çarpıp parçalanıyorlar. Dünya konjonktüründe meydana gelen devasa değişimlere rağmen bugün de bu gelenek aynen korunuyor. Resmi ideoloji ve devletin sahibi ve muhafızı rolündeki ordu, MGK içindeki belirleyici konumu vasıtasıyla toplumsal hayalın her alanına doğrudan müdahalelerde bulunuyor, onay vermediği hiçbir gelişmeye, değişmeye legal zeminde hayat hakkı tanımıyor.

Anayasal çerçeve itibariyle istişari nitelikli bir organ konumunda olması gereken fakat fiiliyatta ordunun sistem üzerinde bir gözetim ve denetim, hatta giderek doğrudan müdahale organı özelliği taşıyan MGK, özellikle Refahyol döneminde toplumun her kesiminin gündemine geldi. Tabi icabında birbirine taban tabana zıt yaklaşımlarla: Egemenlerle aynı çıkar birlikteliğini ve dünya görüşünü savunanlar için bir kurtarıcı, bir muhafız olarak algılanırken; değişim taraftarları için ise halkın iradesi ve özgürlüğü önünde gayrı adil ve boğucu bir engel olarak görüldü-görülmekte.

Sistemin İslami yükseliş karşısında içine girdiği panikleme halinin bir neticesi olarak, ülkeyi totaliter, laik bir diktatörlük cenderesine sokmaya dönük icraatlarının altında hep MGK imzası var. Askeri brifinglerde açıkça İslami hareket öncelikli düşman olarak tespit ediliyor ve müslümanlar, düzenin halka halka daralan bir kuşatma harekatının hedefi durumundalar.

Böylesi bir ortamda MGK'yı yapısıyla, işleyişiyle, sistem içindeki etkinliğiyle tanımak önem kazanıyor. Müslümanların, gerek yazılı kurallar, gerekse de yazılı kuralların fevkindeki fiili uygulamalar açısından, MGK-sistem ilişkisine farklı yönleriyle vukufiyetleri ciddi bir gereklilik olarak öne çıkıyor. Ve bu alanda belirgin bir boşluğun olduğu da tartışma götürmüyor. İşte Avukat Muharrem Balcının Yöneliş Yayınları'nca yayınlanan "Hukuk-Ordu-Siyaset" alt başlıklı "MGK ve DEMOKRASİ" adlı çalışması bu boşluğun giderilmesine yönelik zamanında yapılmış bir katkı olarak görülmeli.

"MGK ve Demokrasi" bir hukukçunun kaleminden çıktığını belli edercesine bolca hukuki tahlil ve tartışmalar içeren bir kitap. Anayasa, kanunlar ve yönetmelikler bazında sistemin hukuk mevzuatı açısından taşıdığı çelişki ve boşluklar kitap boyunca değişik örneklerle geniş bir biçimde ele alınmış. Bununla birlikle söz konusu hukuki tahlil ve eleştiriler aktüel, siyasal gelişmelerden örneklerle içice verilerek, kitabın sıkıcı bir mevzuat çalışmasına dönüşmesinin önüne de geçilmiş. Bu yönüyle siyasi gelişmelere ilgi duyan herkesin rahatlıkla okuyabileceği bir kitap.

Giriş bölümünü yazar, "devlet", "idare", "'hukuk devleti", "yargı bağımsızlığı" gibi konunun daha iyi anlaşılması için zemin teşkil edecek temel tanımlamalara ayırmış.

"Milli Güvenlik Kavramı" başlıklı birinci bölümde ise, farklı anayasa hukuku uzmanlarının görüşleri verilerek Milli Güvenlik kavramı tartışılıyor. Buradan. Milli Güvenlik kavramının genci tanımıyla, ideolojik veya siyasi bir düzlemde değil, ülke savunması, dışarıdan gelebilecek saldırı ve tehditlere karşı koyma bağlamında ele alınması gerektiği; halbuki TC anayasasında (ve tatbikatında) ise kavramın bütünüyle resmi ideolojinin muhalif akım ve hareketlere karşı konumunu (tahakkümü) sürdürme, koruma çerçevesinde algılandığı görülüyor. Sonuçla ortaya çıkan ucube ise "Milli Güvenlik Devleti" olarak tanımlanıyor. Birinci bölümün sonunda bu modelin ürünleri Bülent Tanör'ün kaleminden şöyle ifade edilmiş: "Kültür ve ideolojilerin askerileştirilmesi, milliyetçiliğin yüceltilmesi, sosyal liberalizmden uzaklaşma, kitlelerin siyaset dışı tutulması, olağanüstü yönelim usullerinin olağanlaştırılması, yargı güvenceleri ve kamu özgürlükleri alanının daraltılması, polis yetkilerinin arttırılarak toplumsal ve ideolojik denetim alanının genişletilmesi" (s. 42).

"Milli Güvenlik Kurulu" başlıklı ikinci bölümde MGK'nın gelişim seyri, 1961 Anayasası öncesindeki selefleri sayılabilecek kurumlarla benzer ve farklı yönleriyle birlikte inceleniyor. Darbeler sonrasında siyasi, sosyal hayatta gittikçe daha fazla etkinlik kazanan MGK'nın oluşumunda. ABD'nin nüfuzu altında bulundurduğu ülkelerde ordular vasıtasıyla etkinlik kazandırdığı "Milli Güvenlik Doktrini'' yaklaşımına dikkat çekiliyor. MGK'nın 61 ve 82 Anayasalarındaki varlığının karşılaştırmalı bir biçimde ele alındığı bu bölümde 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu ayrıntılı bir biçimde tanışılıyor.

Üçüncü Bölüm'e eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in bir tanımlaması başlık olmuş: "Politikaların Tanrısı Genelkurmay". TSK'nın sistem içinde etkinliğinin bir organı olması dolayısıyla Genelkurmay'a kitapta başlıca bir bölüm olarak yer verilmesi anlaşılır bir düzenleme. Mamafih bu bölümde Genelkurmay'ın yapılanması ve siyasi sistem üzerindeki kurumsal etkinliğine çok az yer verildiği görülüyor. Ayrıca bu bölümde yer alan alt başlıklar oldukça dağınık bir görüntü oluşturuyor. Milli Askeri Strateji Konsepti (MASK), İsrail ile yapılan anlaşmalar. Genelkurmay brifinglerine akredite basının çağrılması, Kohabitasyon, Modernizm ve Millete karşı sorumluluk gibi ali başlıklarda incelenen konuların tümünün Genelkurmay politikaları ile ilişkisi malum fakat işleyiş tarzı itibariyle birbirleriyle ilişkileri pek iyi kurulmamış. Bu bölümde İsrail ile ilişkilerin işlendiği kısımda, İsrail'in işgalci ve terörist kimliği vurgulanırken (s. 144) kullanılan "asimileci" sıfatının da yanlış kullanıldığını düşünüyoruz. Yine sözde sivil medya kalemlerinin ikiyüzlülüğünün vurgulandığı kısımda (s. 155), bir anı aktarımına yer verilmesi de kitabın akışını bozuyor. Örneğin bu aktarım metin içinde değil de, dipnotla da yapılabilirdi.

Dördüncü bölüm "Kriz Kararnameleri" başlığını taşıyor. Adeta darbelerin otomatiğe bağlanması ve süreklileştirilmesi anlamına gelen 9 Ocak 1997 tarihli Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi (BKYM) Yönetmeliği'nin ayrıntılı bir biçimde işlendiği bu bölümde, yazar kamuoyunda çok az tartışılan bu yönetmelik ile birlikle, hiç tartışılmamış bir başka konuyu da gündeme getiriyor: 22 Temmuz 1976 tarihli Buhran Değerlendirme Kurulu ve yirmi yıl önce gizli bir kararname ile bu Kurul'un da selefi sayılabilecek bir başka gizli kararname ile oluşturulan 25 Nisan 1973 tarihli "Komite" BKYM Yönetmeliğini açık darbe yerine "sürekli vesayet" yönetiminin bir aracı olarak tanımlayan (s. 180) yazar, söz konusu yönetmeliği tam metin halinde kitabına almış. Ayrıca madde aralarında yaptığı açıklamalarla konunun daha iyi anlaşılmasını ve çelişkilerin görülmesini kolaylaştırmış.

Komite'den. Buhran Kurulu'na, oradan da Kriz Yönetim Merkezi'ne ve uzantısı sayılabilecek Balı Çalışma Grubuna kadar izlenen seyir TC'nin demokrasi seyrini ile vermeye yetiyor. Kurullar, Komiteler, Gruplar, Tüm bu işleyiş "cunta" tanımlamasını doğrulamıyor mu?

Dördüncü Bölüm'ün son kısmında Emniyet ve MİT gibi legal kuruluşlar ile birlikle JİTEM ve BÇG gibi illegal yapılanmalar da siyasi sistem içinde oynadıkları roller açısından ele alınmışlar. Yalnız bölümün son paragrafının (s. 222) konuya giriş mahiyeti dolayısıyla bir dizgi hatası sonucu buraya girdiğini zannetmekteyiz.

"MGK Kararları Doğrultusunda İcraatlar ve Değerlendirmeler" başlıklı beşinci bölümde de Refahyol hükümetinin son dönemlerinde yoğunlaşan tartışma konularına değiniliyor. MGK dayatmalarının siyasal bayata nasıl yansıdığı, toplum üzerinde mevcut tahakkümün nasıl koyulaştığı; Kur'an Kursları'nın kapatılması, İslamcı bilinen kuruluşlara ekonomik ambargo ilanı, vakıflara yönelik baskılar ve brifing adı altında yargıya doğrudan müdahaleler örneklemeleriyle işleniyor.

Kitap biri ''Sonuca Doğru", biri de "Sonuç" başlıklı iki kısa bölümle sona eriyor. Niçin böyle bir düzenlemeye gidildiği pek anlaşılamıyor. Ve doğrusu kitabın en zayıf yönünü de bu sonuç bölümleri teşkil ediyor. "Sonuca Doğru" başlıklı bölümün son cümlesinde üzerinde yaşadığımız ülkenin Nuh'un Gemisi'ne benzetilmesi esprisini ise özellikle anla­makta zorlandığımızı ifade etmeliyiz.

Sonuç bölümünde oldukça soyut ve objektif bir hukuk ve adalet tanımı yapılarak, "misyonları adalet arayışı" olarak tanımlanan hukukçulara hak ve adalet çağrısında bulunuluyor. Belki dini bağlılıklarından bağımsız olarak, erdemli ve özgür düşünmeyi kendilerine bir ideal seçen insanlara da seslenebilme açısından bu çağrı anlamlı olabilir, fakat TC sisteminin hakim ideolojik ve siyası ortamı bu çağrılara o kadar kapalı bir atmosfer oluşturuyor ki, mesajın adresine ulaşabilmesi çok zor!

Teknik acıdan kitabın titiz bir çalışmanın ürünü olduğu ortada. Kitabın sonuna eklenen kaynakça bölümü ilgili okuyucunun faydalanabileceği bir düzenleme. Bununla birlikte biri teknik, biri de söylemle ilgili olarak göze çarpan iki hususu belirtmeyi yararlı görüyoruz. Kurumların baş harfleriyle kısaltılmış olarak kullanıldığı ve ek aldıkları hallerde okuma zorlanıyor. Örneğin "MGK'nun", 'TSK'ne'' gibi. İmla kuralı açısından konuyu tartışmak ayrı bir bahis fakat okuyucunun bu tür kısaltmaları açımlayarak (Milli Güvenlik Kurulu gibi) değil, kısaltılmış harfler (MGK gibi) şeklinde okuyacağı biliniyor. Dolayısıyla kitapla bu şekilde ek almış kısaltmaları okumak zorlaşıyor. Kaldı ki, örneğin PKK kısaltması ek aldığında nasıl bir usul uygulanacak, bu da ayrı bir soru.

Kitapta söylemle ilgili olarak gördüğümüz, hata ise zaman zaman dilin kullanımında ve kavramların seçiminde özensizce davranılmasına ilişkindir. Örneğin, s. 84'de kullanılan "milli ülkü ve değerler"; s. 137'de Genelkurmay kastedilerek yapılan "Toplumun her kesiminden insanın görev yaptığı bir ocak"; s. 151 'de "halkın da Peygamber Ocağı olarak gördüğü orduya..." gibi ifadelerin içerdiği muğlaklık çalışmanın genelinde görülen hassasiyetle çelişmektedir. Kitapla yer alan bu ve benzeri eksik ve hataların sonraki baskılarda giderileceğini ve böylece çalışmanın okuyucu için daha fonksiyonel bir hale geleceğini umuyoruz.

Bir bütün olarak sistem ve sistem içinde ordunun hem hukuki. hem de teamüli olarak oynadığı rolün genelde müslüman kamuoyunca oldukça yüzeysel bir tarzda algılandığı bir vakıa. Egemenlerin İslami gelişime karşı takındıkları baskıcı ve zorba tavırların temelinde sistemin İslam karşıtı kurumsal yapılanmasının bulunduğu gerçeği genelde görülemiyor veya görülmek istenmiyor. Karşılaşılan saldırganlıkları belli şahıslarla, ya da bu şahısların ekonomik ilişkileri veya mezhebi kökenleri ile ilişkilendirmek hu yüzeyselliğin bir sonucu olarak yaygınlaşabiliyor. Örneğin Ağustos ayında kuvvet komut anlarının emekliye ayrılmaları "okumuş yazmış koca koca adamlar" tarafından hile darbecilerin gidişi olarak sevinç çığlıklarıyla karşılanabiliyor, olayı bir "sünni refleksi" şeklinde tanımlayarak alkışlayanlara bile rastlanabiliyor. (Bkz. Ahmet Rıdvan, 5 Ağustos 1997, Yeni Şafak) Müslümanlar adına ortaya konan bu çelişkiler ve yüzeysellikler elbette temelde devletçi ideolojik formasyondan kopulamamış olmasının bir sonucudur. Bununla birlikle TC yapılanmasını gerektiği biçimde tanıyamamanın da bu soruna önemli katkılarda bulunduğu ortadadır.

"MGK ve Demokrasi"nin, Türkiye'de ordunun siyasetten hukuka, ekonomiden iletişime kadar oldukça geniş bir alanda sahip olduğu mütehakkim konumun daha iyi anlaşılması için faydalı olacağına inanıyoruz. Sistemin, toplumu adeta yaralı bir kurban gibi pençesi allında nasıl ezdiğinin daha iyi kavranılmasına katkıda bulunacağını umduğumuz bu çalışmadan dolayı, Yöneliş Yayınları'nı ve yazar Muharrem Balcı'yı tebrik ediyoruz.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR