1. YAZARLAR

  2. RIDVAN KAYA

  3. Muhafazakar Kimlik Krizi ve Bir İlhad Dalgası Olarak Atatürkçülük
RIDVAN KAYA

RIDVAN KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

Muhafazakar Kimlik Krizi ve Bir İlhad Dalgası Olarak Atatürkçülük

15 Kasım 2017 Çarşamba 23:11A+A-

Yerlilik, millilik, işgale karşı vatan savunması, son kale vs. derken iş geldi muhafazakar iktidarın kılavuzluğunda dindar camianın Mustafa Kemal’i sahiplenmesine, Atatürkçülüğü içselleştirmesine dayandı! Bu süreç yeni başlamadı ama son dönemde ivme kazandı. Ve bilhassa bu yıl 10 Kasım, rejimi değiştirme hedefiyle yola çıkanların rejimin kurucusuna ve resmi ideolojiye biat törenine dönüştü.

Atatürk Kemalistlerce istismar mı edilmektedir?

Türkiye’de sağ-muhafazakar siyasetin çok sevdiği ve sıkça tekrarladığı tezlerden biri Atatürk’ün CHP ve bilumum Kemalistler, laik, ulusalcı, sol kesimlerce istismar edildiği iddiasıdır. Aslında aynen laiklerin İslamcılara yönelttikleri ‘İslam’ı istismar’ suçlamalarına benzeyen bu tez saçmadır!

İstismar birilerinin inanmadığı, değer vermediği bir şeyi çıkarları, hesapları, hedefleri için kullanmasıdır. Bahsi geçen kesimlerse samimi manada Atatürkçü ideolojiye bağlıdırlar. Dolayısıyla istismarla itham edilmeleri haksızlıktır.

Kast edilen şey İslami değerlere karşıtlık, elitizm, halkı değersiz görme, darbecilik, hukukun gücüne değil, gücün hukukuna bağlılık vs. ise tüm bunlar zaten Kemalist ideolojiye içkin yaklaşımlardır. Mustafa Kemal’in düşünce ve pratiğinde tüm bu yaklaşımların açık izleri ve örnekleri yer almaktadır.

Dolayısıyla birebir Kemalist ideoloji ve pratiği yansıtan tutum ve eylemlerden ötürü Kemalistlerin Atatürk’ü istismar ettiğini iddia etmenin bizatihi kendisi istismarcılıktır; soyut ve sahte bir Atatürk imgesi üretip Mustafa Kemal’i tarihsel gerçekliğinden soyutlamaya kalkmaktır. 

CHP’nin elinden istismar silahını alıyorlarmış!

İktidarın söyleminde bu savrulma süreci ‘siyasi uyanıklık’, ‘oyun bozma’ vs şeklinde resmedilmekte. Buna bağlı olarak iktidar medyasında da bu yeni yönelim ‘Atatürk’ü istismar aracı olmaktan çıkarma’ ve birilerinin, yani CHP’nin, ‘Atatürk üzerinden toplumu kutuplaştırma siyasetine son verme’ çabası şeklinde savunuluyor. Oysa bu açıklama tarzının gerçeği yansıtmadığı çok açık!

İddia edildiği üzere karşı tarafın bir kutuplaştırma aracına dönüştürme riskine karşı bir ön alma taktiği ile davranılmış olsaydı, bunu biz bugün değil, geçmişte görürdük. Evet, yakın zamana kadar CHP resmi ideolojik dayatmayı aynen sürdürmek üzere, asker-sivil bürokrasiyi sürekli tahrik politikası izliyordu. Ama bir müddettir bu politikanın başarısızlığa uğradığı anlaşıldığından ciddi manada çark etmiş durumda.

Dindar kesime yönelik sempatik mesajlar vermeye, hayat tarzı tartışmalarını geri planda tutarak aleyhlerindeki yerleşik yargıyı kırma derdindeler. Bu yüzden Kemal Kılıçdaroğlu başörtülülerle, sakallılarla fotoğraf vermeye gayret ediyor, iftar programları düzenleyip, el açıp dua ediyor. Dindarları Atatürk sopasıyla hizaya getirme, dövmeye kalkma siyasetinin iflas ettiğini gördüğünden dine ve dindarlara saygılı siyasetçi rolünü oynuyor.

Milliyetçilik temelinde yeni bir kimlik inşası mı?  

Tüm bu manzara bize AK Parti iktidarının ve destekçilerinin Atatürk’e bağlılık mesajlarının iddia ettikleri gibi “karşı tarafın elinden kutuplaştırma aracını alma” mantığıyla bir ilgisinin olmayacağını net biçimde gösteriyor. Cumhuriyet mitinglerinin tertiplendiği, ordu göreve pankartlarının açıldığı, partinin kapatılmaya çalışıldığı süreçlerde ve Gezi kalkışması esnasında dahi karşı tarafı nötralize etme adına serdedilmeyen, ihtiyaç hissedilmeyen bir tutumun bugün ortada bu tür bir risk yokken, üstelik de Kemalist ideolojinin muhafızı ordu 15 Temmuz’da halkın direnişiyle püskürtülmüşken, bastıra bastıra sergilenmesi bu şekilde izah edilemez!

Bu tutum açık bir şekilde yeni bir duruma işaret etmektedir. O da 15 Temmuz sonrasında ivme kazandırılan ‘yerli ve milli’ kimlik ve yönelim ile ilgilidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni bir ulusal kimlik çerçevesi etrafında iktidarını, otoritesini daha geniş bir tabana dayandırarak tahkim etme çabası içindedir.

Bunun için ortak zeminler oluşturmaya, en azından keskin yargıları törpüleyip, karşıtlıkları azaltmaya ve bir ortak kimlik geliştirmeye çalışmaktadır. Elbette dini sembol ve değerlerin ağırlıklı yer aldığı ama Kemalist unsurların da epeyce bir tesviyeyle de olsa dahil edildiği yeni bir eklektik kimlik! Atatürk’e minnet, rahmet, özlem, bağlılık vb. mesajları işte bu politik kaygının neticesidir.

Politik açıdan ne getirir, ne götürür?

Bu sürecin ne getirip götüreceği tartışmaya açıktır. Bundan önce de olduğu üzere dindar-muhafazakar tabanın zaten durumu anlayışla karşılayacağı, onların zaten gidecek başka bir adreslerinin de bulunmadığı düşünüldüğünden muhtemelen bu politikanın kaybetme ihtimalinin olmadığı varsayılmaktadır. Yani hesap karşı taraftan az da olsa bir getirinin olma ihtimali üzerine kurulmuş görünmektedir.

Bununla birlikte oy kazanmaktan, puan toplamaktan öte bu yönelim, 15 Temmuz sonrasında her vesileyle seferber edilmeye çalışılan yeni bir milli kimlik inşasının bir parçası olarak devreye sokulmuşa benzemektedir.

Sorun salt politik zemine indirgenebilir mi?

İktidar ve iktidardan beklentisi olanlar açısından ‘Atatürk meselesi’ konjonktürel-politik bir mesele olsa da bizim açımızdan bir kimlik meselesidir. Dolayısıyla siyasal düzlemde ne getirip götürdüğünden ziyade konuya inancımız, kimliğimiz ve mücadelemiz açısından götürdükleri, götürebilecekleri zaviyesinden bakmak durumundayız. Ve bu noktada açık bir ilhad dalgasına dönüşmekte olan bu eğilimi net bir şekilde mahkum etmek zorundayız.

Tağutun inkarını, reddini Rabbimiz kendisine imanın ön şartı olarak emretmiştir. Zümer suresinin 17. ayetinde “Tâğuta ibâdet etmekten kaçınan ve Allâh’a yönelenler için bir müjde vardır...” buyurulmaktadır. Peki, bu coğrafyada tuğyanın en açık, en somut ve özlü ifadesi olan Kemalist resmi ideoloji putuna tavır almadan iman mümkün olabilir mi?

Gelecek nesillere nasıl bir mesaj ve miras bırakıyorsunuz?

Maalesef bazıları harala gürele batıla, harama, zulme kılıf dikme çabasındalar. Hiçbir meşruiyeti bulunmayan, mantıktan ve samimiyetten de alabildiğine uzak birtakım tezleri içinde bulundukları zelil duruma mazeret olarak sunmaya çalışıyorlar. Hatta yetmiyor, bu kirliliğin dışında kalan ve gidişatı sorgulayanları çeşitli yakıştırmalarla itham etmekten de geri durmuyorlar.

Temelsiz birtakım tevillerle haramları meşrulaştırmaya kalkıyorlar. Zalimlerle, kafirlerle iyi geçinerek maslahat sağlayacaklarını iddia ediyor, bunu da siyaset etme sanatı olarak yorumluyorlar. Ortamı ifsad ettikleri ve kendilerini zor duruma düşürdükleri gibi, gelecek nesillere de çok kötü bir miras bırakıyorlar.

Allah için sevmenin ve öfkelenmenin ne demek olduğunu unuttukları gibi, ayrıca da unutturmaya yönelik adımlar atıyorlar. Bu konuda Muhammed bin Abdulvvahab’ın (r.a.) çok önemli bir tespitiyle bitirelim. Şöyle diyordu: 

“Kişinin, ailesine abdesti ve namazı öğrettiği gibi, Allah için sevmeyi, Allah için buğzetmeyi, Allah için dostluğu ve Allah için düşmanlığı da öğretmesi vaciptir. Zira kişinin İslamı namaz olmadığı sürece geçerli olmadığı gibi, Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık olmadığı süre de geçerli olmaz.”  

Tavrımız ne olmalı?

Kemalist resmi ideolojiye karşıtlığımız bazılarının zannettiği ya da görmek istediği gibi bir takıntı ya da alışkanlık veya şartlanmışlık değildir. Aynı şekilde salt politik de değildir; öncelikle ideolojik bir tutumdur, yani akidevidir! Bu yüzden de gevşek, yılışık, kimliksiz bir tutum ve perspektiften bakanlar açısından kaygılarımızın doğru biçimde anlaşılması mümkün olamayacaktır.

Bazıları önemsiz, geçiştirilebilecek bir konuya aşırı anlamlar yüklediğimizi, abarttığımızı düşünebilir. Muhtemelen içinde bulundukları hal onlara yaptıklarını güzel göstermektedir. Ki bu halleri Enfal suresi 48. ayette tasvir edilen, “şeytanın onlara amellerini güzel göstermesi” haline işaret etmektedir.

Bizse inancımıza yönelik bu bulanıklığı, kargaşayı, saldırıyı görmezden gelemeyiz. Kim yaparsa yapsın yanlışa, ifsada karşı çıkmalıyız. Politik endişelerle gerçeği örtemeyiz; kimin ne hesap güttüğünü değil, Rabbimizin bize soracağı hesabı öncelemek durumundayız. Ki bu yanlış hesap mantığının nelere mal olduğu, Müslümanım diyenleri nasıl edilgenleştirip, kimliksizleştirdiğini görüyoruz. 

Yazık ki, kimliksizliğin aynı zamanda şahsiyetsizlik demek olduğunu kavrayabilecek bir idrakin çok ama çok uzağındalar!

YAZIYA YORUM KAT

24 Yorum