1. YAZARLAR

  2. Ferhat Kentel

  3. Militan sadakat
Ferhat Kentel

Ferhat Kentel

Yazarın Tüm Yazıları >

Militan sadakat

09 Ocak 2010 Cumartesi 22:26A+A-

‘Taklit bir hayal’ olarak modern ulusal kimliğin ve ‘yurttaşın’ inşasında, ‘yukarıdan aşağıya’ uygulanan politikalar ve ‘ikna’ çabalarının yanı sıra, işin bir de ‘aşağıda’ işleyen tarafı var. Yani insanlar sadece otorite merkezlerinden yukarıdan aşağıya yollanan mesajları pasif bir biçimde emip, ‘sadakat’ göstermiyorlar, aynı zamanda belli zamanlarda bu sadakatin üretilmesinde daha aktif olarak yer alıyorlar.

Soru şu: Toplumun kendi içinde yaşadığı ilişkilere yabancı bir ‘kan’ zerkedildiği zaman, bu yeni ‘hayal’in tahakkümünün altına girenler ne yapacaklar? Ve daha sonra zaman geçip, bu hayal bizzat başka alternatifler tarafından sorgulanıp krize girdiği zaman ne yapacaklar? Daha doğrusu bu kriz zamanlarında ortaya çıkan davranış ve tutumlar nasıl yorumlanabilir? Bu konuda Albert O. Hirschman’ın Exit, Voice, and Loyalty: Responses to Decline in Firms, Organizations, and States (Terk, ses ve sadakat: Şirketlerde, örgütlerde ve devletlerde çöküşe karşı cevaplar) kitabında geliştirdiği model oldukça zihin açıcı.

Hirschman’a göre, kriz durumunda verilen üç cevap var. Bunlardan birincisi ‘terk’; yani dayanılmaz hale gelen toplumsal oyunun dışına çıkmak, kendi içine –gettoya- kapanmak ya da yer altına inmek, dağa çıkmak, vs... İkincisi ‘ses’; yani farklı olduğunu, düşündüğünü dile getirmek, itiraz etmek, oyunu terk etmeyi reddetmek, pes etmemek, inatla konuşmak, çözmeye çalışmak... Üçüncüsü ise ‘sadakat’; yani egemen dile, yapıya, patrona, devlete vs. biat etmek, egemenle özdeşleşmek, güçsüzlüğünü kabul etmek, teslim olmak...

Bu üç cevap, şüphesiz, birbirlerinden bağımsız değiller. Birisi veya ikisi olduğu için diğerleri de varlar. Yani örneğin sadakat üretiminin yarattığı ‘kendine yabancılaşma’ dayanılmaz bir hal aldığı zaman, birileri yeter artık deyip seslerini yükseltebiliyorlar ya da eğer kalmak ve direnmek için sahip olduğu ‘sermaye’ yetersiz ise, maruz kaldıkları baskılara daha fazla tahammül edemeyip, terk edip gidiyorlar. Ya da bir şirket veya devlet artık işlerini yürütemiyorsa, seslerini yükseltmeye başlayanlar, bizzat hemen yanıbaşlarındaki insanların konformist taraflarını harekete geçirebiliyorlar. Bunlar, birilerinin konuşuyor olması ya da birilerinin terk edip, varolan yapıya bodoslamadan savaş açıyor olması karşısında, değişimin getireceği risk yerine, değişmemenin –en azından şimdilik- varsaydığı “güvenli” sularda kalmayı tercih edebiliyorlar.

Bu açıdan bakıldığında ‘sadakat’ belki de büyük ölçüde bir çaresizlik hali. Kendi kelimelerini bulamamak, daha önce üretilmiş ezberleri tekrarlamak, bu ezberleri, tekrarlaya tekrarlaya tek hakikat olarak benimsemek. Hatta sadakat durumu insanın kendi içindeki savaşı kaybettiği en travmatik durum.. Ancak bu travmayı aşmak için teslim olunan söylemin ana çekirdeğiyle özdeşleşilip militanlaşma söz konusu.

İşte, topluma dışarıdan apartma hayallerle inşa edilmeye çalışılmış olan ve korunmak istenen düzen meşruiyetini kaybettikçe, hem sadakat üretimi hem de sadakatin militanlaşması, hem daha elzem hem de daha görünür hale geliyor.

Öncelikle tabii ki, ‘sadakat’in, herhangi bir toplumda yerleşik olan düzenin ekonomik, sosyal ve kültürel söylemiyle temelden sorunlu ilişkisi olmayan kesimlerin neredeyse doğal uzantıları olduğu söylenebilir. Şimdiye kadar sürmüş olan ve “doğruları”, “idealleri”, “gerçek tarihi”, “makbul vatandaş temsillerini” gösteren iktidar söylemi bu kesimlerin bizzat ‘varlıklarında’ tecelli eder. Bu kesimler düzenin başarısıdır ve özenilmesi gereken ideal özneleridir; bu halleriyle düzenin propaganda araçlarıdır.

Fakat öte yandan, bu özenilen kesimler, sınıflar ve kültürel gruplar muhalefetsiz bir varoluşa sahip değildir. Onların nasıl düzenle, hâkim kodlarla örtüşmüş, ‘ideali’ temsil eden bir ‘duruşu’, ‘dili’, ‘kılık kıyafeti’ falan varsa, başkalarının da farklı ‘duruşları’, farklı ‘dilleri’ ve farklı ‘sesleri’ vardır.

Ve düzen hareketsiz, mücadelesiz, değişime kapalı bir şey olmadığı içindir ki, bu farklı sesler, farklı ‘düzen’ potansiyelleri, bizzat varlıklarıyla, cari düzeni ve onun ayaklı propaganda araçlarını tedirgin eder. İşte bu potansiyel alternatiflerin önceleri yarattığı ‘belirsizlik’ durumu, daha sonraları ise aynı alternatifler güçlü seslerle daha görünür oldukça, düzen için ‘krize’ dönüşür. Cari düzenin ‘ideal’ dilleri ve taşıyıcıları ise böyle bir durumda sadece ‘özenilen varlıklarıyla’, artık durdukları yerde propaganda yapamaz hale gelirler.

İşte bugün Türkiye’de Ergenekon savunuculuğuna soyunan ve beyaz faşizme kitle tabanı sunan eğitimli orta sınıfa ait kesimler, giderek bir ‘eski’ye dönüşme riski taşıyan ve sınıfsal ve kültürel olarak sahip oldukları huzurun timsali olan ‘ideal düzenlerinin’ yılmaz savunucularına, militan sadakat havarilerine dönüştüler.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT