1. YAZARLAR

  2. Samir Salha

  3. 'Lieberman'izmin ayak sesleri
Samir Salha

Samir Salha

Yazarın Tüm Yazıları >

'Lieberman'izmin ayak sesleri

13 Şubat 2009 Cuma 03:32A+A-

2006 seçimlerine nazaran yüzde altmış beş gibi yüksek bir katılım oranına ulaşan, 10 Şubat seçimlerinin sonuçları henüz resmî olarak açıklanmamış olmakla birlikte, ilk rakamlar son derece karmaşık ve tedirgin edici bir durumu ortaya koymuş bulunmaktadır.

İsrailli seçmenin eğilimine bakıldığında ülkedeki kaosa son vermek için tercih edilen seçim kararının bunu sağlamak bir yana çok daha büyük bir krizi beraberinde getireceği anlaşılmıştır. Nitekim ülkesini içinde bulunduğu siyasî bunalımdan kurtarmak için erken seçim kararı veren Devlet Başkanı Şimon Peres bile sandıktan çıkan sonuç karşısında yaşadığı hayal kırıklığını gizleyememiştir.

Yaklaşık iki ay önce yolsuzluk suçlamaları karşısında liderlikten ayrılmak zorunda kalan Ehud Olmert'in halefi olarak Kadima Partisi'nin başına geçen Tzipi Livni, Likud'la yürüttüğü koalisyon görüşmelerinin sonuçsuz kalması sonrasında istikrarlı bir ulusal birlik hükümeti kurmak hesabıyla seçim kararını kabullenmişse de tarladaki hesap pazara uymamıştır. Ağır hava şartlarına rağmen seçmenin yoğun ilgi gösterdiği 2009 seçiminden en büyük kayıpla çıkan parti, dördüncü sıraya düşerek altı milletvekili birden kaybeden Ehud Barak liderliğindeki İsrail Devleti'nin kurucusu "İşçi Partisi" olmuştur. Propaganda çalışmaları esnasında olası bir yenilgi durumunda siyaseti bırakacağı açıklamasını yapan Barak'ın, bu sonuç karşısında ne yapacağı merak konusudur. Seçmenin cezalandırdığı diğer bir güç ise sahip olduğu milletvekilliklerinden birini kaybeden radikal dinci "ŞAS" olmuştur.

Yeni "fenomenin" düşünce yapısı

Arap seçmenin eğilimi ise son derece ilginç bir sonucu ortaya çıkarmıştır. Gazze operasyonu nedeniyle boykot etmeyi planladıkları seçimde bağımsız listelerden ve Lieberman'ın partisi de dahil olmak üzere değişik siyasî güçlerden toplam 13 milletvekilini meclise sokmaları önemli bir başarıdır. Seçim zaferi, kamuoyu anketlerinin açık ara önde gösterdiği Likud ile bir sandalye fazla kazanan Kadima arasında paylaşılmışsa da asıl sürprizi 11 olan milletvekili sayısını 15'e çıkaran Avigdor Lieberman liderliğindeki "İsrail Evimiz Partisi" yapmıştır. Bütün bu sonuçlar, Knesset içerisinde sağ partilerin altmış beş, merkez sol partilerin ise elli beş sandalye elde ettiği bir yelpazeyi ve yeni bir koalisyon kurulması zorunluluğunu beraberinde getirmiştir.

Bu yeni durum karşısında ABD Başkanı Obama ve Avrupa Birliği Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana'nın, sonuçların gelmesini takiben alelacele Peres'i arayarak özellikle şahin politikacı Lieberman'ın yükselişinden duydukları tedirginliği açık bir dille ifade etmeleri, zaten diken üstünde duran dengelerin altüst olmasından duyulan endişeden kaynaklanmaktadır.

İsrail'in yeni fenomeni Avigdor Lieberman'ın yalnızca Batı'yı değil tüm Arap-İslam âlemini tedirgin etmesinin nedeni, Liebermanizm olarak ifade edilebilecek Kudüs'ün ülkenin ebedî başkenti yapılması, Arapların başka ülkelere transferinin sağlanarak Filistin topraklarında yeni Yahudi yerleşim birimleri kurulması, Knesset'teki Arap milletvekillerinin siyasal haklarının ellerinden alınması ve ölümle tehdit edilmesi gibi ırkçılığa varan söylemlerde saklıdır. 70'lerin sonlarına doğru Moldova'dan İsrail'e göç eden aslen inşaat mühendisi olan Lieberman, siyasete "Likud" çatısı altında başlamışsa da; ancak 1999'da Netanyahu'nun önerisiyle ayrılmış ve aşırı milliyetçi Rus partisi "Rusya Evimiz"den esinlenerek İsrail Evimiz Partisi'ni kurmuştur. Para aklamak ve yolsuzluk suçlamalarından dolayı güvenlik güçlerinin ifadesini almak istediği, aşırı dinci ŞAS Partisi tarafından "şeytan" olarak nitelendirilen Lieberman'ın partisi, 2002'de sadece dört sandalye elde edebilmişse de oyunu istikrarlı bir biçimde artırarak 2009 seçimlerinde ülkenin en büyük üçüncü gücü konumuna yükselmiş ve ülkenin siyasî geleceğini ipoteği altına almayı başarmıştır.

Söz konusu durum karşısında iş bir kez daha yılların kurt politikacısı Peres'e kalmıştır. İktidarın giderek sağa kayan ırkçı söylemlerde bulunmaktan çekinmeyen partileri içine alacak ve barıştan uzak politikalara imza atacak bir hükümet mi, yoksa sükunet çağrılarında bulunarak küçük partilerin şantajlarından kurtulmak hususunda anlaşan Livni ile Netanyahu'nun ulusal birlik hükümeti tarafından mı yönetileceği konusundaki soru işaretlerinin netleşmesi büyük önem taşımaktadır.

1984'te dönemin "Likud" lideri Yitzak Şamir ve "İşçi Partisi" Şimon Peres tarafından denenen ancak başarısız olan yeni bir birlik hükümetinin bu kez üçüncü bir sac ayağına ihtiyacı bulunmaktadır. Zira söz konusu tecrübenin meclisten güvenoyu alabilmesi için nisbeten ılımlı bir politika ortaya koyan İşçi Partisi'nin bu kez "Kadima" ve "Likud"la birlikte koalisyonda birlikte yer alması ya da en azından dışarıdan desteklemesi şarttır. Kuşkusuz istikrarı sağlamayı ön planda tutan Devlet Başkanı Peres'in ilk tercihi de böylesi güçlü ve merkez partilerinden oluşan bir koalisyondan başkası değildir. Bu açıdan, ikisi de zafer ilan eden Livni ve Netanyahu'nun böylesi bir tercih yerine kendi kişisel hesaplarını ön plana çıkararak başbakanlık koltuğunun peşine düşmeleri durumunda meclis aritmetiğinin Lieberman'sız bir hükümete izin vermediği, göz önünde bulundurulması gereken önemli bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuç itibarıyla ulusal birlik hükümeti yerine tamamen sağ partilerden oluşan bir koalisyonun tercih edilmesi durumunda, bu denli çok partili ve aşırı uçları barındıran bir koalisyon içerisinde gerek bakanlıkların paylaşımı gerekse politika belirlenmesi hususunda yaşanabilecek anlaşmazlıklar yalnızca ülke siyasetinin gidişatını değil tüm bölgeyi olumsuz etkileyecek gelişmelerin başlangıcı olacaktır. Zira, Gazze ateşkesini sadece bir "mola" olarak gören zihniyetin ülkeye hakim olmayı başarması, Golan müzakerelerinin askıya alınmasına, Lübnan cephesinin tekrar açılmasına ve hatta İran'la sıcak çatışmaya kadar giden bir dizi çok tehlikeli gelişmenin yaşanmasına neden olabilecektir. Aslında böylesi bir durumdan en ağır zararı ise bölgede barışın sağlanmasına yönelik yeni bir politika geliştirme gayreti içerisinde olan, iktidara gelir gelmez hem yaptığı atamalarla hem de George Mitchell'ı göndererek çözüm arayışları içerisine giren Obama'nın göreceği açıktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT