1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. Laiklik muhafazakarlık ekseni yeni gelişmelere gebe
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

Laiklik muhafazakarlık ekseni yeni gelişmelere gebe

29 Eylül 2010 Çarşamba 00:16A+A-

Yakın dönem siyasetinin olduğu kadar toplumsal hayatın da temel gerilim hatlarından birisi laiklik ve muhafazakârlık meselesi.

Karşılıklı repertuarlar malum. Laik kesim, en temelde hayat tarzının tehlike altında olduğunu düşünüyor. Bu şekilde formülleştirilen kaygının hayattaki karşılıkları ağırlıklı olarak giyim kuşam, yeme içme, sanat estetik alanlarıyla ilgili. Bu kesim şöyle akıl yürütüyor: Muhafazakâr kesim siyasi iktidarı ele geçirdikçe toplumsal hayatı da kontrol edecek, nasıl yaşamamız gerektiğine karar verecek. Sık sık başvurulan İran örneği ilhamıyla, başlar örtülecek, siyah elbise giyilecek, içki ve eğlence mekânları yasaklanacak, herkes zorunlu olarak dinî eğitim almaya başlayacak. Bir nevi Calvin'in Cenevre'de kurduğu din devletinin benzeri burada, Türkiye'de inşa edilecek.

Geçen yıl çokça tartışılan Binnaz Toprak'ın da aralarında bulunduğu bir grubun yapmış olduğu çalışmayı hatırlayalım. Gazetelere yansıdığı kadarıyla laik kesim gitgide kendini kamusal hayattan daha fazla tecrit edilmiş hissediyordu. Söylenen şuydu: "Muhafazakârlar her yeri ele geçiriyorlar, Türkiye karanlığa gömülüyor." Bir örnek olayda ise "Kavşaklardan geçerken bile dikkat edin, muhafazakârlar size arabalarıyla çarparlar ve kaza süsü verirler," sözleri alıntılanıyordu. Bu cümlenin elbette mantığı yok. Kimin ne olduğu alnında yazmadığı gibi, böyle yaşanmış herhangi bir olaydan da bahsedilemez. Ama mantığa aykırılık, bir korkunun, kaygının, "acaba" duygusunun olmadığı manasına gelmez. Hatta bazen "akıl dışılık" korkuyu daha fazla besler. Bunun mütekabilini de hatırlayalım. "Ne yani muhafazakârlar durmadan emin insanlar olduklarını, vallahi de billahi de Türkiye'yi İran yapmayacaklarını tekrar ve tekrar kanıtlamak mı zorundalar? Birisi temelsiz bir suçlamada bulunuyor, sonra bunun gerçek olmadığına dair birçok söz söyleniyor. Laikler sürekli hücumda, muhafazakârlar sürekli müdafaada. Üstelik bu işin arkasında güya laikler çeşitli zorluklar yaşıyorlarmış gibi göstermeye dönük komplolar da var. Onlar kaygıdan bahsediyor ama başında örtü var diye binlerce üniversiteli gencin okullara alınmaması bir gerçek. Vs. vs."

Galiba mesele şu: Laikler ve muha-fazakârlar bu ülkede bağlam ortaklıkları yitirdiler. Ayrı dünyalarda soluk alıp veriyorlar. Türkiye'yi, yaşananları bambaşka biçimde okuyorlar, geleceğe ilişkin beklentileri derin farklılıklar gösteriyor.

Bu kopuşun nedenleri üzerine çok söz söylenebilir. Ülkedeki vesayetçi yapının, sorgusuz sualsiz yönetme arzusunun gerekçesi olarak "muhafazakârlaşma tehlikesi"ni kullanması bunlardan birisidir mesela. Bir başkası, iktidarın dönüşümüne paralel etkinliğini yitiren laikçi çevrenin gitgide içe kapanması, "kabileleşme"sidir. Keza politik mücadelenin amansızlığı tarafları uçlara doğru savurmuş, aradaki mesafeyi derinleştirmiştir. Sonuçta gerçek hayattan çok muhayyel bir kamusal müzakere ortamında temsili olarak yan yana gelen, buradan da tribünlere, politik güçler mücadelesinin işlevsel diskurlarıyla konuşan çevrelerden bahsediyoruz. Bu hal de ayrıca kendine has problemler doğurma potansiyeline sahiptir.

Laik-muhafazakâr karşıtlığına ilişkin yazıya ilham veren konu, aylardır üzerine konuştuğumuz, nihayet neticelenmiş olan referandum. Anayasa değişiklikleri diye başladık ama siyasetin ne kadar meselesi varsa hepsini bu kabın içine doldurduk. Siyaset biraz da böyle bir iş galiba. Kategorik tartışmalara izin vermiyor. Herkes elinde ne varsa onu sahaya sürüyor, neticede tartışma tüm alanlara uzanıyor. Sonuç ise, zaten öteden beri bildiğimiz iki derin toplumsal dinamiği öne çıkarttı. Bunlardan birincisi Kürt meselesi. Diğeri ise laiklik-muhafazakârlık gerilimi. Türkiye haritasına baktığımızda sahiller ve diğer yerler şeklinde karşımıza çıkan tablo bu iki dinamiğin ürünü. İzmir'de yüksek oranlı hayıra, Kayseri-Konya yüksek oranlı evetlerle cevap veriyor. İstanbul, Ankara gibi iller daha dengeli, ılımlı. Evetler önde ancak arada büyük uçurumlar yok.

Referandumu geride bıraktık ve yeni bir Türkiye'ye uyandık. Pratikteki güçler ilişkisi bakımından bu söz doğru. Artık vesayetçi sistemden bahsetmek o kadar kolay değil. Demokratik süreçler daha etkin bir şekilde işleyecek. Ancak bu durum ülkenin yeni iktidar elitleri bakımından çok ciddiye alınması gereken iki kesiminin ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Kürt meselesinin ötesinde, ulusalcılar ve onların etrafında çeşitli konumlarda yer alan insanlar, onların duyarlılıkları ile laikliğe ilişkin endişeler varlıklarını sürdürüyor. Bu yeni elitler iktidarlarını tahkim ettikçe, ötekileri kucaklama konusunda da daha fazla istekle davranıyorlar. Niçin böyle? Sadece centilmenlikle mi ilgili bu durum? Hayır. İbni Haldun'u hatırlayanlar, tavırlar nazariyesinin ilk aşaması olan zafer tavrını bir kez daha düşünmeliler. Haldun burada, iktidara gelmiş olan iktidar asabiyesinin problem çözme arzusundan, gücünden ve herkesi kucaklama eğiliminden bahseder. Türkiye'deki durum da bu şablona uyuyor. Ayrıca iktidarları tayin eden toplumsal kesimlere baktığımızda, onların profillerinin de çatışmadan çok uzlaşmaya, homojenlikten çok heterojenliğe, ayrışmaktan ziyade daha büyük birlikler oluşturmaya yatkın olduğunu görüyoruz. Kim bu insanlar? Son otuz yılın tarihi, iktisadi, politik şartlarında teşekkül etmiş sanayici, işadamı, entelektüel, bürokrat ve nihayet onlarla blok oluşturan politikacılar. Hayat tecrübelerini dünyaya açılmış bir Türkiye gerçekliği üzerinde oluşturanlar. Kendi kaynakları kadar Batı'nın tarihsel hikâyesini, modernleşmeyi de tüm derin sularına kadar anlamaya çalışanlar. Dünya pazarlarında ticaret yaparlarken derin farklılıkların insani ilişkilere, kimi ortaklıklara, birlikte barış içinde yaşamaya engel olmak bir yana onları destekleyen özellikler olduğunu kavrayanlar. Bu profile kaynaklık eden mecralara bakalım. Ticaret, okuryazarlık, bürokrasi. Üçü de modernlik tarafından biçimlendirilmiş mecralar. Ticaret de bürokrasi de rasyonel ilişkilere dayalı yapılanmalar. İlliyet bağlarına dayalı bir dünya tasarımı olmaksızın kişi ne ticaret yapabilir, ne bürokraside görev alabilir. Buradaki müktesebatın aynı zamanda politik ve toplumsal hayata da rasyonel bir şekilde yansıyacağından şüphe etmek mümkün mü? Okuryazarlık ise zaten böyle bir akıl oluşturur. Açıkçası rasyonellik laiklikle bağlantılıdır. Ancak bu laiklik din ve vicdan hürriyeti temelli, başkalarının hayat tarzlarına saygılı, onları dönüştürerek homojen bir dünya kurma iddiasına sahip olmayan, ancak herkesin kendi düşüncelerini ve inançlarını serbestçe anlatmasından yana olan bir laikliktir. Şiddetin, bastırmanın, mahalle baskısının, hor görmenin olmadığı bir toplumsallığı hedef alan bir laikliktir.

Türkiye'de laiklikle kendini tanımlayıp, siyaseti de bu eksende anlayanların, yükselen yeni elitleri, onların profillerini, nasıl bir toplum tasavvur ettiklerini, politik repertuarın kalıplarıyla değil sosyolojinin imkânlarıyla anlamaya ihtiyaçları var. Kim anlatacak? Laikçilerle muhafazakârların dünyasına yabancı olmayan aydınlar, muhafazakâr çevrelere mihmandarlık eden politikacılar, entelektüeller... Özellikle bir hususun altını çizmekte fayda var. Muhafazakârlar için artık mesele laikçilikle mücadele etmekten bu çevrelerle anlamlı, bağlam ortaklığı inşa etmeye dönük ilişkiler kurmaktır. Onları muhafazakârlığa kazanmak için değil. Hayır, kastın bu olmadığı, anlama ve anlaşılmanın öne çıktığı bir akılla bu yapılmalıdır. Hayat tarzlarına dayalı fay hatları daha fazla derinleşmeden bu yönde oluşturulacak köprüler, bizim toplum olarak kendimizi, ortak kimliğimizi güncellemek bakımından çok önemlidir. Herhalde bu referandum sonucunun en anlamlı kazançlarından birisi, muhafazakârların toplumun farklı kesimleriyle ilişki kurmada anlama ve anlaşılmayı öne çıkartmalarıyla oluşacaktır. Böylelikle kurmaca bir politik dil yerine hayatın sahih dili gömülü olduğu derinlikten başını gün yüzüne çıkartmak için bir fırsat bulacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT