1. YAZARLAR

  2. ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

  3. Kütüb-i Sitte Müelliflerimizin Artıları ve Eksileri
ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Kütüb-i Sitte Müelliflerimizin Artıları ve Eksileri

09 Şubat 2020 Pazar 20:35A+A-

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’a hamd, sevgili resulüne selam olsun. Bu günkü yazımızda Kütüb-i Sitte yazarlarımızın genel özellikleri üzerinde durmaya çalışacağız. Bunu maddeler şeklinde özetlemeye çalışalım;

1-) Bu müelliflerimizin tümü birbirine yakın tarihler içinde doğmuş ve yakın tarihler içinde ölmüşlerdir. Bu müelliflerimizin doğum ve ölüm tarihleri şöyledir; Buhari (D:194. Ö:256.), Müslim (D:206. Ö:261), Ebu Davut(D:202, Ö:275.), ibni Mace (D:209, Ö:273), Tirmizi (D:209, Ö:275), Nesei (D:215, Ö:303.)1

2-) Bu müelliflerimizin tümü yakın sayılan bir coğrafyada doğmuş, yaşamış ve ölmüşlerdir. Müelliflerimiz, Maveraünnehir, Horasan ve İran bölgesindendirler. Ayrıca İmam Müslim Arap, diğerlerinin tümü ise mevalidendirler (Arap olmayan kavimlerdendirler.)2

3-) Bu müelliflerimizin tümü, hadisi çalışma alanı olarak seçen muhaddislerdir. Zaten o zaman diliminde en yaygın ve en gözde olan alan da hadisçilik alanıdır.

4-) Bu müelliflerimizin tümü Ahmet bin Hanbel, Ali Medini, Yahya bin Main başta olmak üzere, genelde ayni hocalardan ders almışlardır.3 (sadece Tirmizi, Bağdat’a gitmediği için Ahmet bin Hanbel’den ders alamamıştır. Ama o da Buhari, Müslim ve Ebu Davut gibi Ahmet bin Hanbel’in talebeleri olan hocaları vasıtasıyla, Ahmet bin Hanbel’in ilim ve görüşlerinden yararlanmıştır.)4

5-) Kütüb-i Sitte yazarlarımızın neredeyse tümü birbirleriyle de hoca-talebelik ilişkisi içindedirler. İmam Müslim, Buhari’nin talebesi, Tirmizi Buhari ve Müslim’in talebesi, Nesei ve Tirmizi Ebu Davud’un Öğrencisidirler.5

6-) Yine Kütüb-i Sitte müelliflerimizin tümü, belli hadis muhaddislerinden hadisleri rivayet etmek için çokça seyahat etmiş ve hadis rivayet edilen merkezleri ziyaret etmişlerdir. Müelliflerimiz ihtiyaç ve şartların müsaitliğine bağlı olarak, bu şehirlerde uzun zamanlar kaldıkları da olmuştur. Örneğin Buhari Nişaburda beş yıl kalmış, Ebu Davut uzun süre Bağdat ve Basra’da ikamet etmiş ve Nesei, Belh’te ondört ay kalmıştır.6

7-) Müelliflerimizin tümü kendilerini, herhangi bir mezhebe nispet etmemektedirler. Onlar naslardan çıkan sonuçlara göre görüşlerini açıklamakta ve hangi mezhebe uygun düşüp düşmediğine bakmamaktaydılar. (Bilindiği gibi baş hocaları olan Ahmet bin Hanbel’de böyle yapmakta ve hatta son döneme yakın bir zamana kadar, kendisinden hadisin dışında bir şeyin yazılmasına da izin vermemekteydi.)7

8-) Aynı şekilde Kütüb-i Sitte müelliflerimizin tümünün iyi bir İslami hassasiyete sahip olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim İmam Buhari, sürülerek gittiği Merv şehrinde, bazı konularda konuşmaması konusunda uyarıldığında, asla hakkı söylemekten vazgeçmeyeceğini ilan etmiş ve sonuçta oradan da sürülmüştür. İmam Müslim neredeyse Nişabur’daki bütün muhaddislerin, Buhari’yi tecrit etme eylemine katıldıkları zamanda bile, bütün sıkıntıları göze alarak haklı bulduğu hocasının yanında durmayı başarmıştır.Aynı şekilde, Muaviye’yi öven hadisleri de rivayet etmesini isteyen Şamlılara, İmam Nesei; “O kendi başını kurtarsın, bu ona yeterdir.”8 diyerek izzetli bir duruş sergilemiştir. Bunun üzerine Muaviye taraflarınca dövülerek hastanelik edilmiş, Mekke’ye bu hasta haliyle götürülmüş ve orda vefat etmiştir. Diğer yandan bu müelliflerimizin cömert, ibadete düşkün, Nebi (a.s)’ın sünnetine uymada titiz olduklarını da görebiliyoruz.9

9-) Kütüb-i Sitte müelliflerimiz siyasi otoritelere karşı, ilmin izzetini korumak için, izzetli bir duruş sergilemişlerdir. Ayrıca onlardan gelebilecek bazı baskıları önlemek için de, onlarla mesafeli bir ilişki geliştirmeye çalışmışlardır. Nitekim bu müelliflerimiz resmi görevlerde pek bulunmamış, Sadece İmam Nesai, Mısır ve Humusta kadılık yapmıştır. (Ama bununla beraber kaynaklarda10 Nesai’nin de idarecilerle mesafeli bir tutum içinde olduğu da aktarılır.) Bu konuda en titiz olan zat ise Buhari gibi duruyor. İmam Buhari’nin, tahsil edemediği bir alacağı için bile emirden yardım istemeyi, emirle yakınlaşmaya sebep olacağı ve sonradan emirin bunu bazı fetvalar almak için kullanabileceği endişesi ile reddettiğini, ayrıca Buhara valisinin özel ders talebini de kabule yanaşmadığını ve bundan dolayı vali tarafından başka bir bahaneyle sürüldüğünü görebiliyoruz.11

Yalnız bu müelliflerimizin, dinin ve halkın faydasına gördükleri hususlarda, emir sahiplerinin taleplerini hiç dikkate almadıkları şeklinde de anlaşılmamalıdır. Nitekim Ebu Davut,  Halifenin ricası üzerine Basra’ya yerleşmiştir.  (Basra Zenc isyanıyla harap olduğundan, Halife, Ebu Davud’un hadis dersleri ile oranın tekrar canlandırılmasını hedeflemekteydi.)

10-) Kütüb-i Sitte müellifleri, kâfir olmadığı sürece idarecilere silahlı ayaklanmayla karşı koymayı doğru bulmamakta ve emirlere itaat edilmesinin gereğine de inanmaktadırlar.12 (Onlar, silahlı ihtilallerin getirdiği kargaşa ve şiddettin, günah ve kusurları olan birisinin ürettiği kötülükten daha fazla zarar verdiği fikrindedirler.)

11-) Kütüb-i Sitte müelliflerimizin en önemli zaafı ise iyi bir Kur’an usulüne sahip olmamalarıdır.

Müelliflerimizden bazıları Kur’an’ı ezbere bilmelerine rağmen, sağlam bir Kur’an usulüne sahip olmamalarından dolayı, rivayetleri değerlendirirken neyin mümkün olup, neyin mümkün olamayacağını sağlıklı bir şekilde takdir edememe zaafına düşmüşlerdir. Bu durumu en sıkı şartlara sahip olan İmam Buhari ve İmam Müslim’in sahihlerine aldıkları bir kısım hadislerde rahatlıkla görebiliriz.

Bunlara bazı örnekler verelim; haşa yüce Allah’ın kıyamette müminlerin kendisini tanımaları için sağ (baldır)ını açması13 Kur’an’daki bazı uzun surelerin unutturulduğu,14 maymunların içlerinden zina eden bir maymunu recmederek (taşlayarak) öldürdüğü15 Müminlerin erken yaşta ölen çocuklarının bile, kader sebebiyle cehenneme gidebilecekleri,16 hastalıkta bulaşıcılığın olmadığı,17 Nebi(a.s.)’yi kötülüğe sevk edebilecek siyah bir et parçasının ameliyatla göğsünden alındığı,18 Nebi’nin (as) abdest suyunu içilmesi için Sahabelere verdiği ve Sahabelerin bunu içip kendilerine sürdüğü,19 Uğursuzluğun kadında, atta ve evde olduğu20, Erkeklerin çoğu kemale erdiği, hâlbuki kadınlardan Asiye ve Meryem’den başka hiç kimsenin kemale ermediği21, kadınların eksik akıllı ve eksik dinli oldukları, buna rağmen erkeklere galebe çaldıkları,22 ibni Sayyad’ın deccal olup olmadığını anlamak için Nebi’nin (hâşâ) onu, gönlünde bir şey gizleyerek denediği,23 Decal’ın Medine’ye giremeyeceği (meleklerin kılıçları ile Medine kapısında nöbet tutuklarından dolayı.), Ama insanları öldürüp dirilteceği,24 Hızır’ın bir yerde oturduğunda hemen oranın yeşillenmesi,25 Allah’ın (hâşâ) ölümü takdir etmesi konusunda tereddüde düşmesi26 ve daha nice benzeri rivayetler örnek verilebilir.

12-) Müelliflerimizin, rivayetlere gereğinden fazla önem atfetmeleri ve bu nedenle hadis rivayetlerini kaçırmamak adına, her türlü yola başvurmayı takvanın bir gereği olarak görmeleri de bir başka zaaflarını teşkil etmektedir. (Rivayetleri çoğaltmak için hangi yollara başvurulduğuna dönük geniş bilgi için, Haksöz Haberde yayınlanan “Mevzu Hadis Kriterlerinin uygulanmamasının sebepleri” başlıklı yazımıza bakılabilir.>>>)

Zira Kütüb-i Sitte müellifleri, Hz. Muhammed’in Kur’an’ı beyan etme sorumluluğunun olduğuna ve bu beyanın da hadisler yoluyla gerçekleştiği fikrindedirler. Bu nedenle müelliflerimiz, maalesef Resul (a.s.)’ın karşımızda durup emretmesinin oluşturacağı otorite değerinin aynısını, rivayetlere de vermektedirler. Şüphesiz muhaddislerimizin, Resulullah’a (s.a.v.) atfettikleri beyan yetkisi ve yetkinliği doğru bir yaklaşımı ifade etmektedir. Ayrıca Nebi(a.s.)’ye verdikleri dinde otorite olma konumu da isabetlidir. Ama aynı otoritenin yanlış ve doğruları içeren zanni hadis rivayetleri için düşünülmesi ise son derece yanlıştır. Hatta bu konudaki yanlışlık o kadar büyük bir yanlışlıktır ki, bunun doğal sonucu olarak rivayetlerin Kur’an’a hâkim bir duruma gelmemesi imkânsızdı. Maalesef tarihimizdeki gelişmeler de, durumun tamda bu şekilde gerçekleştiğini göstermektedir. Bu yaklaşımın sonucu olarak Kur’an’ın değeri azalmış, rivayetlerin değerleri artmıştır. Öyle ki Kur’an Allah’tan indirilme ve sübutu kat’i olmasına rağmen, rivayetlerin değeri Kur’an’la eşitlenmiş ve hatta Kur’an’dan daha değerli bir hale gelmiştir.  (Bu yapılırken ehli hadise mensup bu muhaddislerimizin kötü bir niyeti olmadığını da özellikle belirtmek isteriz. Sorun yanlış olan bir usule savrulmalarıdır. Bu usulde ise artık Kur’an belirleyen değil, rivayetler tarafından belirlenen bir konumdadır.)

Nitekim İmam Şafii’den sonra en büyük hadis savunucusu sayılan ibni Kuteybe’nin27 şu yaklaşımı meseleyi özetlemektedir. Bilindiği gibi Hz. Aişe annemiz, ”Kimse kimsenin günahını yüklenmez”28 ayetini delil getirerek, “Ölüye arkasından ağlamasından dolayı azap edilir” rivayetinin ayette muhalif oluşundan dolayı ret edilmesi gerektiğini söylemektedir. İbni Kuteybe ise, buna şöyle itiraz etmektedir; “Bu Aişe’nin kendi görüşü ve yorumudur. Onun şahsi kanaatinden dolayı, Resulullah’ın hadisini ret etmek caiz değildir. Eğer Hz. Aişe bu muhalefetine dair Resulullah’tan bir hadis nakletseydi, o zaman bu sözü kabul edilebilirdi.”  Dikkat edilirse, Hz. Aişe’nin ayet getirmesi bir anlam ifade etmiyor, çünkü ibni Kuteybe, rivayetin senedi sahih ise, hadisi kesin kabul etmekte ve Nebi(a.s.) Kur’an’ı Aişe’den daha iyi bilir diye düşünmektedir. Dolayısıyla elindeki rivayeti terk etmek için ayeti yeterli görmemekte ve mutlaka hadis getirilmesini istemektedir. Benzer bir yaklaşımı, “Kur’an sünneti nesh edemez” diyen İmam Şafii’de de görmek mümkündür.

13-) Mihne olayının etkisiyle, müelliflerimizin ideolojik bir hadis taraftarlığının etkisinde kalmaları da onların başka bir zaafını oluşturmaktadır.

Buhari’nin İslami ilimlere ilişkin özlü bilgiler ihtiva eden temel kaynak niteliğindeki Camiü’s Sahih’inde de bu izleri rahatlıkla görebiliriz. Nitekim Camiü’s Sahih’teki “kitabüt tevhid ve’rredalel Cehmiye ve gayrihim” ve benzeri bab başlıklar da bu ideolojik hadisçiliğin yansımaları olarak önümüzde durmaktadır. Buhari’nin Kur’an’ın mahlûk olduğunu söyleyenlerle, bazı meselelerden dolayı Ebu Hanife’yi tekfiri de29 bu ideolojik hadisçiliğin yansımaları olarak okunmalıdır.

Yine Nişabur’un en büyük hadisçisi Zühli’nin; “Kur’an’ın mahlûk olduğunu söyleyen bir kimsenin imandan çıkıp küfre düşeceğini, karısının boş olacağını, tövbeye davet edileceğini, tövbe etmemesi halinde boynunun vurulacağını, mal ve mülkünün Müslümanlar arasında ganimet olarak dağıtılacağını, cenazesinin Müslüman mezarlığına gömülemeyeceğine dair fetvası30 da bu ideolojik hadisçiliğin bir başka delilidir.

Aktardıklarımızdan da anlaşılacağı gibi, bu ideolojik hadisçilik maalesef çok uç noktalara ulaşmıştır. Yahya bin Main ve Ali bin Medini gibi, Ahmet bin Hanbel’den daha iyi olan muhaddisler dahi, Kütüb-i Sitte müelliflerimizin hocası Ahmet bin Hanbel tarafından, hadis alınamayacak kişiler olarak ilan edilmişlerdir.31

Ayrıca bu ideolojik tutumun sebep olduğu ilmi kriterlerden uzaklaşma, fanatik taraftarcılık ve aforoz etme fırtınası, devrimlerin kendi çocuklarını yeme örneklerindeki gibi, Buhari’nin bile başını yemiş, aforoz edilerek tecride tabi tutulmuş ve şehirden şehre sürülmesine neden olmuştur.32 Bunun nedeni ise Buhari’nin, “Kur’an! Allah kelâmıdır, mahlûk değildir; ancak kulların fiilleri (Kur’an’ı okuyuşları) mahlûktur; bu konuda soru sormak ise bir bidattır” demesidir.33

Taberi’nin, başını Kütüb-i Sitte müellifimiz Ebu Davud’un talebesi ve oğlu olan Ebu Bekir’in çektiği kalabalık tarafından linç edilme girişimi de bu ideolojik hadisçiliğin bir başka örneğidir. Bu linç girişiminin sebebi ise daha trajikomiktir. Taberi, Ahmet bin Hanbel’i yazdığı kitabında, Fakihler arasında saymamıştır. Zira Taberi, Ahmet bin Hanbel’i fakih olarak değil, muhaddis olarak görmektedir. İşte bu basit ve komik sebep bile, Taberi’nin linç edilmesi için ideolojik hadis taraftarlarınca yeter sebep sayılmıştır. Taberi linçten kurtulmak için evden çıkmamış ve öldüğünde de geceleyin ve gizlice evinin içine gömülmüştür.34

Müelliflerimizle aynı dönemde yaşayan ve Hadis müdafaasının şampiyonu sayılacak İbni Kuteybe’nin, ehli hadisin karşısındaki tüm ekollere karşı tutum ve söylemi de bu ideolojik hadisçiliğin nerelere vardığının bir belgesi niteliğindedir. İbni Kuteybe; “hadisçilere Haşeviye, Nabite, Mücbire, bazende Cebriye denilmiştir. Mecazi olarak el-Ğusa (sel artıkları) ve el-Ğusr (insanların en rezilleri) de denmiştir. Bütün bunlar, bir takım lakaplardır ki, bunların hiç biri, Kaderiyede olduğu gibi hadiste zikredilmiş değildir. Kaderiye (Mutezile kastediliyor.) hakkında ise onların bu ümmetin Mecusileri olduğu, hastalanırlarsa ziyarete gidilmemesi, ölürlerse cenazelerinde bulunulmaması Resulullah’tan rivayet edilmiştir. Rafıza (Şiiler kastediliyor.) hakkında, Meymun ibn Mihran’ın ibni Abbas’tan rivayet ettiği,“35 Resulullah’tan ‘ahir zamanda bir takım insanlar olacaktır. Onlara Rafıza denilir. İslamiyet’i fırlatıp atarlar, sadece ismi ile yetinirler. Onları öldürünüz, çünkü onlar Müşriktirler ‘ hadisi36 Mürcie (Bazılarınca Ebu Hanife’ye de nispet edilen ekol.) ve Kaderiye (Mutezile) hakkında, “ümmetimden iki sınıf insan vardırki şefaatime nail olamazlar. Onlar yetmiş peygamber tarafından lanetlenmişlerdir. Bunlar Mürcie ve kaderiyedir” hadisi, Hariciler hakkında da, okun yaydan çıkması gibi dinden çıkarlar. Onlar cehennemliklerin köpekleridir.’37 hadisi varit olmuştur.

Yukarıda alıntıladığımız ifadeler, rivayetlerin ideolojik hadis taraftarlarınca, diğer ekolleri saf dışı bırakmak için nasıl bir silaha dönüştürüldüğünü ortaya koymaktadır.

Nitekim mihnenin muhaddisleri nasıl ciddi bir şekilde etkilediğine dair, Zahid Kevseri’de şu tespitlerde bulunmaktadır; “Olayın İmam Ahmed’in (ö:241) mihnesinden sonraki seyrini izleyen biri, görüş ayrılığının tamamen lafzi olduğu bir meselede, hadis ravilerinin nasıl bir bağnazlığa saplandıklarını görür. Bu konudaki ihtilafı, lafzi değilde hakiki kabul etsek bile, kesinlikle eleştirinin muhatabı yine bu raviler olacaktır. Keşke kendilerini ilgilendirmeyen konulara hiç girmeseler de en güzel biçimde ifa ettikleri rivayet işiyle uğraşsaydılar. Şayet böyle yapmış olsalardı, cerh kitapları, “Falanca kimse melun vakıfiye’dendir yahut sapık lafziye’dendir veya Allah’ın haddi olduğunu ret ediyordu, biz de onu ret ettik veya imanda istisnayı kabul etmeyen sapık mürcii’dir; Cehmiye’dendir. İmanın hem söz hem amel olduğunu kabul etmediği için, biz de onu terk ettik; rey ile meşgul olduğu veya kelamla ilgilendiği için felsefecidir ya da zındıktır gibi lüzumsuz cerh tabirleriyle dolmayacaktı. İslami ilimler içerisinde en hassas, cerh ve ta’dil ilmidir. Bu alanda yazılan eserlerin pek çoğu, aşırılıklarla doludur. Bu aşırılıkların nereden kaynaklandığı İbni Kuteybe’nin (Ö. 276.) el-ihtilaf fi’l- lafz isimli eserinde görmek mümkündür. İmam Ahmed’in mihnesinden sonra yazılan rical kitaplarının hemen hepsi, basiret sahibi herkese ve bu eserleri hakkıyla tetkik edenlere malum olduğu üzere, objektiflikten uzaklaşmıştır.38

13-) Bütün Kütüb-i Sitte müelliflerimizin önemli bir eksiği de, hadis usulleriyle ilgilidir. Bu zaaf, müelliflerimizin sadece senet tenkidiyle yetinmeleridir. Bunun sebep olduğu sıkıntılar, yukarıya bir kısmını aldığımız hadis rivayetlerinden de anlaşılabilir.

14-) Müelliflerimizin sadece rivayet naklini merkezine alan hadisçilikle uğraşıp, fıkıh, kelam, mantık ve felsefe gibi insanı geliştiren ilimlerin hiç birisiyle ilgilenmemeleri de onların önemli bir eksikliğini oluşturmuştur. Bu durum onları sorgulama ve tetkik konusunda zaafa müsait bir hale getirmiştir.

15-) Müelliflerimizin yaşadıkları dönemde, hadis usulünün sistematik olarak neredeyse hiç oluşmamış olması ve bütün Kütüb-i Sitte müelliflerimizin hadis usulünün oluşmasından çok önceleri eserlerinivermeleri de onlar için dezavantajlı bir durumu oluşturmaktadır. Bilindiği gibi ehli hadisin ilk hadis usulü kitabı, Ramehürmüzinin (Ö.971) hadis usulü kitabıdır. Ama tam hadis usulü standartlarına sahip ilk eserin ise, İbni Salah(Ö.1245.) tarafından verildiği söylenebilir.39 Bu eserlerinde Kütüb-i Sitte müelliflerimizden sonra yazıldığı açıktır.

Sözlerimizin sonu hamdtır. Rabbimiz bizleri de, iyi niyetle dine hizmet için çaba sarf eden bizden öncekileri de bağışla. Zaaf ve yanlışlarımızdan kaynaklanan kusurlarımızı affet. Şüphesiz sen bağışlayanların en hayırlısısın.

 

Dipnotlar:

1- D.İ.A. İlgili İsimlerle Alakalı Başlıklar.

2- D.İ.A. İlgili İsimlerle Alakalı Başlıklar.

3- D.İ.A. İlgili İsimlerle Alakalı Başlıklar.

4- D.İ.A. Tirmizi Başlığı.

5- D.İ.A. İlgili İsimlerle Alakalı Başlıklar.

6- D.İ.A. İlgili İsimlerle Alakalı Başlıklar.

7- D.İ.A. İlgili İsimlerle Alakalı Başlıklar.

8- DİA. Buhari Başlığı.

9- D.İ.A. İlgili İsimlerle Alakalı Başlıklar.

10- DİA. Nesai Başlığı.

11- DİA. Buhari Başlığı.

12- DİA. Buhari Başlığı.

13- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 10. S 213

14- Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, Cilt.1 S.580, Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C.8 S.69

15- Buhari; 63/ 27 ( İbni Kuteybe, Hadis Müdaafası, S.271. Otto yay.)

16- Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S.132.

17- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 12. S. 86.

18- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 3. S 273

19- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C.1 S.163

20- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 8. S. 312

21- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 9. S.148.

22- Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 1. S. 551.

23- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 12. S. 412. Yine Buhari, C.4. S. 520. (Nebi(a.s.) haşa gizlice ibni Sayyadı gözetleyerek açıklarını bulmaya çalışıyor.)

24- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 6. S. 242

25- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 8. S. 144.

26- Buhari, Sahihi Muhtasarı Tecridi Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 12. S. 203.

27- İbni Kuteybe, muhaddislerimizin içinde en fazla aklını kullanan, çok ciddi bir kültürel birikime sahip ve çoğu muhaddisten çok daha ileriye geçebilen bir muhaddistir. Ama rivayete, peygamber makamlığının otoritesi konumu verilince, ibni Kuteybe gibi birisinin bile, nasıl bir duruma düştüğü, ibretlik bir durum olarak önümüzdedir..

28- 53/38

29- https://m.youtube.com/watch?feature=share Prof. Dr. Hasan Hacak 1 El-Risale okumaları 1 www.yotube.com

30- DİA. Buhari Başlığı ve Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, İdeolojik Hadisçiliğin Tarihi Arka Planı, S.68. Otto Yay.

31- Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, İdeolojik Hadisçiliğin Tarihi Arka Planı, S.63. Otto Yayınları.

32- DİA: Buhari Başlığı.

33- DİA: Buhari Başlığı. DİA.Buhari Başlığı ve Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, İdeolojik Hadisçiliğin Tarihi Arka Planı, S.68. Otto Yay.

34- Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, İdeolojik Hadisçiliğin Tarihi Arka Planı, S.71. Otto Yayınları.

35- Ahmet bin Hanbel, II, 86, 125, IV, 406.

36- Ahmet bin Hanbel, I, 103.

37- Ahmet bin Hanbel, IV, 355, 382.

38- Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, İdeolojik Hadisçiliğin Tarihi Arka Planı, S.98,99. Otto Yayınları. (Zahid el-Kevseriden aynen naklen.)

39- Prof. Dr. Ahmet Yücel, Hadis Usulü, S.60-67.

YAZIYA YORUM KAT

19 Yorum