1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Kürt meselesinde simetri
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Kürt meselesinde simetri

05 Ekim 2011 Çarşamba 06:03A+A-

Çatışan tarafların, söz konusu gerilimi değerlendirip yorumlarken işlerine geldiği gibi konum almaları alışıldık bir durum.

En tipik davranış kalıbı, güçlü olanın çatışmanın kendisini simetri içinde sunarken, çatışmanın özneleri arasında asimetri koymasıdır. Yani hasmın yaptıkları ile kendi yaptıklarınızı paralellik içinde algılarsınız, ama hasmı hiçbir zaman kendi eşitiniz olarak görmezsiniz. Kürt meselesi bağlamında devletin ve genelde 'Türklerin' tavrı hep böyle oldu ve halen de egemen yaklaşım olmayı sürdürüyor. Devletin uyguladığı operasyonlar, baskılar ve hak ihlalleri hep 'karşı tarafın' saldırılarıyla, tutumuyla ve kötü niyetiyle gerekçelendiriliyor. Devletin çatışmacı tutumunun ardında PKK'nın davranış kalıplarının yattığı söyleniyor. Dahası çatışma modalitesi, sürece yayılan bir siyaset kültürünü ve strateji yolunu da ima ettiği ölçüde, PKK'nın tekil davranışlarından ziyade bizatihi varlığı, sanki bir siyasetin tezahürü imiş gibi sunuluyor. Öyle ki salt PKK var olduğu için, devletin baskı uygulaması da normal hale geliyor.

Öte yandan devlet ve 'Türkler' bu bakışın PKK'yı 'büyüttüğünün', onu etkisinin ve işlevinin ötesinde psikolojik anlamda da güçlendirdiğinin farkında değiller. Çünkü PKK'nın yaptıklarından ziyade varlığının bir tehdit olarak değerlendirilmesi, PKK'yı hiçbir şey yapmasa bile siyaseten aktörleştiren bir zemin oluşturuyor. Bu durumun 'karşı tarafı' etkilememesini beklemek çok gerçekçi olmaz... Nitekim PKK ve genelde 'Kürtler' de kendi siyasetlerini devlet siyasetinin karşısında simetrik ve neredeyse eşit bir konuma oturtmuş durumdalar. Atılacak her muhtemel adım için devletin önceden belirli bir adım atmasının istenmesi, sadece pazarlıkçı bir bakışı değil, PKK'nın kendisiyle ilgili ontolojik algısını da yansıtıyor. Bugün yeniden çatışmanın hararetinin yükselmesinin, silahın egemen olmasının nedeni olarak da, karşımıza aynı muhakeme çıkıyor: PKK yetkilileri, hazırlanmış olan protokollerin devlet tarafından imzalanmamasını yeniden şiddete dönmelerinin sebebi olarak sunuyorlar. Oysa devlet tecrübesinden biraz nasibini almış veya dünya genelinde ulus-devlet davranışını takip etmiş biriyseniz, devletlerin bu tür protokolleri açıkça imzalamayacağını bilirsiniz. Çünkü bu metnin imzalanması çatışmanın taraflarını 'eşitler'. Oysa hiçbir ulus-devlet halkın bir bölümünü temsil eden yasa dışı bir örgütü kendi eşiti olarak ilan edemez. Böyle bir adım, söz konusu devletin şiddet üzerinde sahip olduğu hegemonyayı sarsar ve doğal prestijini elinden alır.

Ancak anlaşılan o ki, PKK'lılar ve muhtemelen genelde 'Kürtler' bunda bir gariplik görmemişler, ya da aksine bunu devlete diz çöktürmenin yolu olarak düşünmüşler. Muhtemelen taleplerinin karşılanmasının devletin tavizi olarak değerlendirileceğini, oysa bu tür bir diz çökmenin PKK'ya siyasi dokunulmazlık kazandıracağını öngördüler. Kısaca söylemek gerekirse, PKK uzun bir zamandan bu yana kendisine devlet gibi muamele edilmesini istiyor ve herhangi bir duruma doğal tepkisi 'devletimsi' oluyor. Devletle kurulmak istenen böyle bir simetrinin gerçekçi olmadığı ve nihayette Kürtlerin taleplerinin karşılanmasını geciktireceği açık. Ama gelinen noktanın sadece PKK'nın kendisine ilişkin hayaliyle sınırlı olmadığını görmekte yarar var. Çünkü bu sonucu bizzat devlet üretti... PKK'yı eylemleriyle değerlendirmek ve devlet siyasetini bunun üzerinde oluşturmak, hem PKK ve devlete farklı siyaset yollarını açık tutabilir, hem her iki cenahta yeni fikir açılımlarını mümkün kılar, hem de devletle örgüt arasındaki manevi hiyerarşiyi korurdu. Böyle davranılmadı... Devlet PKK'nın yaptıklarıyla kendisini özdeşleştirdi. Önemli olan siyaset değil, aktörün kendisi oldu. Böylece Kürt kesiminde PKK ile devlet arasında bir simetri olduğu kanısı yerleşti ve bu durum Kürt siyasetindeki PKK hegemonyasının da temelini oluşturdu. Çünkü PKK 'devletleştiği' oranda siyasetin üzerine çıktı ve ona alternatif bir siyasetin de hayat alanı kalmadı.

İşin ironik yanı şu ki, şimdi devlet Kürtlerin taleplerini karşılamak isterken doğru bir konuma yanaşıyor ve PKK'nın varlığını değil, gelecekteki işlevini temel alarak bir uzlaşma yolu arıyor. Ancak karşısında gücünü yerleştirmiş, kalıplaşmış, siyaseti avucuna almış bir örgüt var ve üstelik de artık kendilerini devletle simetrik bir konuma yerleştirmeyi iyice kanıksamışlar. Öyle ki bu simetriyi kaybetme ihtimali içeren her şeye karşı direniyorlar. Devletin tersine, PKK'nın tek derdi siyasetiyle kendisini özdeşleştirmekten ibaret gibi gözüküyor. Böylece kendi 'devletimsi' niteliğini muhafaza etme uğruna, çözümü ima eden siyaset yolunu tıkayabiliyor.

Geniş fotoğrafa gidersek, bu tutumuyla PKK'nın Kürtlerin hak arayışlarını zora soktuğunu söylemek mümkün belki, ama devlet de kendi ektiği akılsızlığın hasadını biçiyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT