1. YAZARLAR

  2. Yasin Şafak

  3. Kendine Rağmen Yürümek
Yasin Şafak

Yasin Şafak

Yazarın Tüm Yazıları >

Kendine Rağmen Yürümek

31 Temmuz 2008 Perşembe 01:20A+A-

Bir devasa gücü yenebilmek, bir uluslararası vakumu tersine çevirmek mümkün ama zor.

Bazen mümkününü unutturacak kadar insanı yorucu ve bezdirici bir fikir ve gayret gerekir. İslam dünyasında Sovyetlerin ve Amerikanın algısı geçen yüzyılda uzun süre böyle olageldi.

Sadece nüfusu İslam ağırlıklı ülkelerde değil, içinde Müslümanlar barınan yakın ya da uzak coğrafyalardaki memleketlerde, küresel güç, büyük hegomanyacı heyulası kolay kolay aşılıp kırılacak bir şey değildi.

İnşacı, sıfırdan kurucu bir ideoloji, parti, cemaat bu noktada halkı inandırmak ve cesaretlendirmek noktasında daha baştan büyük problemler yaşar. Büyük gücün ya direkt fiili ya da dolaylı ekonomi politik varlık olarak ülkelerin yanı başında olması o ülkenin uyruklarında konjonktürü/realpolitiği en tepeye koymaya neden olabilir.

Bazen konjonktür umulmadık ivmeler de vermez değildir. Kaos faktörü her zaman belli belirsiz olarak hegomon güçleri sallar zorlar, her zaman her hesap tutmaz: Yugoslavya’daki 1945 partizan zaferi, Lübnan’da Hizbullah kazanımları, Irak’taki mukavemetin halen süregelebiliyor oluşu buna örnek olabilir.

II. Dünya Savaşında Yugoslav topraklarında karma/çok cepheli dörder, beşer savaş süregeliyormuş: Partizan-çetnik, ustaşa-çetnik, çetnik-alman, partizan-alman. Yugoslavya’da II. Dünya savaşı sırasında ölen insan sayısı 1 milyonu aşıyor, bu rakamla Yugoslavya nüfusuna oranla kayıpta sağından Sovyetler solundan Naziler giren Polonya’dan sonra 2. sıraya oturur. Ne var ki bu sayıyı hepten oluşturan işgalci Alman ve İtalyan güçleri değil. Bilakis 1,2 milyon ölü işgal-kukla devlet-parçalı ve bazıları hepten muğlak direniş sebebiyle zincirleme yaşanan sürecin sonucu. Kukla devletçi Hırvat Ustaşalarının Sırp/Çingene/Yahudi sivillere yaptıkları Alman Nazilerini dahi hayrete düşürürmüş. Hakeza sözömona “direnişçi” çetnik Sırpların Müslümanlara yaptıkları…

Yugoslavya Nazilerden sıyrılarak 1945’de bağımsızlığa yürüyor Yugoslav partizanları zamanın en sükseli partizan hareketi oluyor, Avrupa’da anavatanlarını Sovyetlerin veya İngilizlerin direkt yardımı(istilası) olmadan nazi/faşist işgalinden kurtaran tek ülke olarak tarihe adlarını yazdırıyor. Ardından ver elini sosyalizm, birlik ve dayanışma temelinde/iddiasında Tito sosyalizmi.

Ne var ki onca çabaya rağmen Yugoslavya başaramadı ve 1945’den 45 sene sonra dağılmaya başladı, birbirinden artık farksız yaşıyorlar denilen halklar çok kısa bir süre içinde birbirini kırmaya başladı. O mezalim döneminin mimarlarından biri daha geçen hafta yakalandı: Karaciç, vermeden sürekli almakla matuf, kısa yoldan yutarak sözümona “birlik” kuran milliyetçiliğinin bir ülkeyi, toplumları ne hale getireceğinin acı örneği olarak tarihe geçti.

Yugoslav kardeşliğinin temeli sosyalizm ve onun yorumladığı şekilde eşitlikçi laiklikti, fakat toplumun özü değişmediği şekilde bu sistem çatırdadı. Özün değişmemesi önemli bir vakıa. Öz değişmemesi ister hayır yolunda bir direnç olsun ister şer yolunda bir inat, o özün fiili/eylemi bir şekilde kendini ortaya çıkartıyor ve gelip önümüze koyuyor.

Laik kardeşlik/dayanışma/eşitlik teziyle ne derece meşgul olabiliriz? Ne dereceye kadar derinliğine anlayabiliriz yahut hiç kabul edebilir miyiz? Zor. Ama İslam ülkeleri deyince işin rengi değişir. İslam direnişi/dayanışması/eşitliği ilgilenecek konu olmaktan çıkar hemdert olunacak kadar Türkiyeli bir müslümanın kapısına penceresine dayanır.

Irak’ta da 1940’lar Yugoslavyası gibi ölüm/kayıp rakamı milyon sınırını aştı ve facianın şekli de her iki örnekte birbirini andırıyor.

Tabiî ki ahlaki/siyasi ve tarihi tüm sorumluluk işgalci güçlerin boynunadır, bunu tartışmaya dahi gerek yok ama vakıanın esaslı bir parçası da ölüm rakamını/sivil ölümlerini bu derece büyütenin ülkenin uyruklarının birbirine karşı fiilleri olduğudur.

Irak direnişi; parçalı muğlak yapısına, zayıf meşruiyetine, siyasi yapısı eksik haline  rağmen Amerika’yı hala çok zorluyor. Bir de bu sayılanlar tam olaydı Allahualem nasıl olurdu?

Irak direnişi işgalcileri tüm dünyanın beklediğinden çok daha fazla zorluyor, buna akademik dil kaos faktörü diyebilir, gazeteciler yeni hükümetin sorunları diyebilir, bazen somut istatistikler/analizler verilebilir. (mesele aktivist yazar Tarık Ali “Irak’da tüm Şiiler işgale tam destek verselerdi Irak otuz kere 3’e bölünürdü” diyor)

Irak direnişi gerçekten hayatın insanı en zorladığı yerlerden birinde duruyor. 1980’lerdeki halini okursak Lübnan da öyleydi, üzerinde bir sürü ülkenin istilası/işgali vardı. Bu istilacı/işgalci ülkelerin dünyanın en saldırgan emperyalistleri (ABD, İsrail) olduklarını hatırlamak lazım.

Bu gerçekten Türk insanına uzun zamandır uzak bir durum, büyük hegomonyacılarla savaş Türkiye için eskilerde (Osmanlı zamanında) ve Türk sınırlarının dışındaki yerlerde (Yemen/Basra) kaldı. Türkiye’nin sınırları çizen savaşlarda bilindiği gibi istilacı tek güç Yunanistan’dan gelen Rum palikaryasıydı. Bir dünya gücünün, emperyalizmin başaktörlerinin istilası, işgali öyle basit bir şey değil, bunu tekrardan bir kez daha hatırlamalı, hatırlatmalı. Fakat o devasa savaş aygıtının yenilmez yıkılmaz bir şey olduğuna iman etmek de olamaz.

Bu aygıtla meşgul olanlar/cedelleşenler bunu anlamanın keyfini biraz buruk da olsalar yaşıyor. Anlamanın keyfini bozan burukluksa -hariçten gazel okuyan benden değil- kendini eleştirebilme cesaretini/erdemini/melametini/mecburiyetini bizzat gösteren Irak direnişinin kendi ağzından; ister hayır yolunda direnç olsun ister şer yolunda inat, özün fiilini/sonucunu bir şekilde ortaya çıkarması; gündelik dilde ve en samimi ifadelerle:

“Biz Irak’da Amerikanın dahi yenilebilir olacağını gördük, ama kabileciliklerimizin / mezhepçiliklerimizin/ asabiyetlerimizin / magandalıklarımızın / ilkelliklerimizin / hesapçılıklarımızın / fırsatçılıklarımızın henüz pek yenilebilir olmadığını da maalesef gördük.”

YAZIYA YORUM KAT