1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Karayılan'ın eksi hanesi
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Karayılan'ın eksi hanesi

13 Ekim 2011 Perşembe 06:16A+A-

Siyasetçiler genellikle toplumu muhatap almaktan hoşlanmazlar. Topluma mesaj verirler, gündem yaratmaya çalışırlar ama kendilerini şeffaflaştırma ihtimali olan karşılaşmalardan kaçınırlar.

Yandaş medya yaratmanın işlevi de budur, çünkü böylece daraltılmış bir kanal üzerinden kitlelere ulaşabilir. Kanalın daralması siyasetçiyi ideolojik açıdan korur ve onu topluma açıyormuş gibi yaparken aslında gizler. Dolayısıyla rakip veya mesafeli medya ortamlarına çıkmak siyasetçiler için stratejik kararlardır. Çünkü siyasetçiyi istemese de şeffaflaşmaya doğru iter...

Karayılan'ın Taraf Gazetesi'ne göndermiş olduğu mektup bir yarı şeffaflaşma adımı. Tek taraflı bir metin... Sadece yazarının yorumuyla yetinmenizi gerektiriyor. Ancak Karayılan'ın üzerinde rahatça konuştuğu ve aynı rahatlığı sergileyemediği alanlar birbirinden ayrımlaşıyor ve görünür hale geliyor. İstemese de, bu mektup Kürt siyasetinin sıkıntılı noktalarını sergiliyor. Söz konusu unsurların üzerinin örtülme çabası ise siyasetçinin eksi hanesine yazılıyor.

Mektup Karayılan'ın sıkıştığı noktanın KCK meselesi olduğunu ortaya koymakta. Bu operasyonun yasal olmakla birlikte, bu yasaların hukuki niteliğinin çok şaibeli olduğu herkes tarafından söyleniyor. Dolayısıyla KCK tutuklamalarına karşı en kolay itiraz, devleti demokratik bir hukuk anlayışına davet etmek olurdu. Ama Karayılan böyle yapmıyor... Doğrudan siyaset üzerinden bir savunma geliştiriyor ve böylece Türkiye'deki hukuk sistemini de eleştirisinin dışında bırakıyor. Acaba neden? Belki hukuk talebinin devletle Kürt siyaseti arasında bir hiyerarşi yaratacağı öngörülüyor. Oysa meseleyi siyaset çerçevesine yerleştirdiğinizde, KCK operasyonları da salt siyasi hale geliyor ve çözümünün siyasette aranması gerektiği ima ediliyor. Diğer bir deyişle belki de Karayılan, hangi hukuk anlayışı olursa olsun, bu operasyonların devam edebileceğini düşünüyor.

Ne var ki, KCK operasyonlarına siyaseten karşı çıkarken Karayılan'ın eli epeyce zayıf. "Bu tutuklananları ne tanırız, ne biliriz, ne de KCK ile ilişkileri vardır" gibi inanılması güç bir açıklama yaptıktan sonra şöyle diyebiliyor: "Onlar sadece sisteme teslim olmayan ve yasal zeminde demokrasi mücadelesi yürüten Kürt siyasetçilerdir." İyi de, madem tanımadığınız bilmediğiniz insanlardı, kim olduklarından, ne yaptıklarından nasıl bu kadar emin oldunuz? İtiraf etmek gerek ki bu apolojetik [savunma yapan] tavır hiçbir siyasetçiye yakışan cinsten değil ve bir sıkışmayı ifade ediyor. KCK'nın ne olduğunu anlatma gayreti içinde Karayılan inanılması zor bir adım daha atıyor ve KCK'nın şu an geçerli olmayan, ilerde "özerklik sistemi kabul edilirse" hayata geçecek olan bir sistem olduğunu öne sürüyor. Buradan hareketle de operasyonlarda tutuklananların "geleceğe dönük tasarlanan bir şeyden hareketle 'siz bunları yapıyorsunuz' diye yargılandıklarını" vurguluyor. Ancak bütün darbeler de aynen böyle oluyor... Bugünün eylem stratejisi, gelecekte kurulacak sisteme uygun olarak şimdiden kotarılıyor. Karayılan herhalde bu benzeşmeyi doğal olarak fark edecek biri. Ama başka bir muhakeme bulamamış gözüküyor.

KCK üyeliği nedeniyle tutuklananlar arasında gerçekten de ilgisiz ve suçsuz birçok kişi olabilir ve kamuoyundaki kanaat de o yönde. Ancak hepsinin birden 'yasal zeminde' olduğu iddia edilince, hem mesele yine hukuk zemininden uzaklaşıyor, hem de siyaseten anlamsızlaşıyor. Karayılan 'demokratik özerklik' ilanına ilişkin de benzer bir görüş sunuyor: Özerkliğin ilanı ile Silvan olayının aynı güne rastlamasını 'tesadüf' olarak niteliyor ve sanki özerklik zaten ilan edilecekmiş de, Silvan katliamı beklenmedik bir şekilde üzerine gelmiş gibi anlatıyor. Oysa özerklik ilanının iki hafta sonraya planlandığını, Silvan olayının o sabah öğrenildiğini ve buna rağmen ilanın öne çekildiğini bizzat Kürt siyasetçilerin sonraki sözlerinden biliyoruz.

Kısacası Karayılan, devletin bütün tasarruflarının bilinçli olduğunu ileri sürerken, Kürt siyasetinin tasarruflarını tesadüflere bağlama eğiliminde ve bu hiç de inandırıcı bir tablo değil. Kürt siyasetinin sorumluluk taşıma konusunda ikircikli olduğu anlaşılıyor. Bunun arkasında tasfiye olma korkusunun yattığı ise görünür bir durum. Ne var ki Karayılan tasfiye korkusu karşısında şiddeti seçeneksiz hale getirmeye fazlasıyla teşne. "Tasfiye olmamak için aldığımız tedbirlere dönük hususları öne çıkararak savaşı tekrardan bizim başlattığımızı iddia etmek ne kadar doğrudur?" diye soruyor... Yani şiddeti bir 'tedbir' olarak algılıyor ve böylece onu bir tercih olmaktan çıkarıp doğallaştırıyor.

Kürt siyasetinin sorumluluktan kaçma tavrı, onu haklı olduğu alanlarda da toplumsal algı açısından zayıf bırakıyor. Karayılan, basının devletten yana bir çizgi izlediğini söylerken de yine kendi sorumluluğundan kaçıyor. Çünkü Silvan öncesinde durum hiç de böyle değildi...

Şiddet bir tercih. Siyasetten kaçmayı sağlayan bir tercih ve Kürt siyaseti hâlâ tercihlerinin sorumluluğunu taşıma olgunluğundan uzak gözüküyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT