1. YAZARLAR

  2. M. Naci Bostancı

  3. İslam, İslamcılık, siyaset (2)
M. Naci Bostancı

M. Naci Bostancı

Yazarın Tüm Yazıları >

İslam, İslamcılık, siyaset (2)

13 Ağustos 2012 Pazartesi 14:04A+A-

 

Üçüncüsü, İslamcılık tartışması kadar bu tartışmanın hangi ülkede ne tür kesimler, gruplar, sosyal hikâyeler üzerinden şekillendiği meselesi de önemlidir. Tartışanları atlayarak tartışma üzerine akıl yürütmek kolay değildir.

Türkiye'de İslamcılığın yakın dönemde daha çok edebi alana kayması, taşıyıcı kesimlerin yokluğu ile alakalıdır. Öte yandan İslamcılık adına imali fikirlerin sahipleri kimlerdir? Serbest, fikri hür, sivil bir İslamcılık tartışmasına temel teşkil edecek entelektüellerin üretimi için öncelikle siyasi/sosyal yapının buna ne ölçüde cevaz verdiğine bakmak lazım. Türkiye'de olduğu kadar kabaca diğer İslam ülkelerinde de ağırlıklı olarak entelektüellerin ortaya çıktığı iki alan vardır: Devlet, basın yayın hayatı, kısmen de yine devletle ilişkili olmakla birlikte göreceli olarak bağımsız sayılabilecek üniversite. Bürokratik yapıya eklemlenmiş meslek sahiplerinin serbestçe fikir üretmesi beklenemeyeceği gibi, mesleği basın yayın olanların da, yaptıkları işin güncelliğinden, kitlelerle bağ kurmanın gereği olan iletişim dilinden, dikkatlerinden, popülerlik arayışlarından kaynaklanan engeller söz konusudur. Üniversitenin handikapları tıpkı diğer iki alan gibi ayrıca ele alınması gereken zorluklara sahiptir. Aslolan, serbest entelektüellerin teşekkül edeceği bir piyasanın varlığı, onların geniş okur kitleleriyle birlikte yükselmesidir. Bunun da modernleşmeyle, gelişmeyle, okuryazarlığın yaygınlaşmasıyla, insanların geçim derdinden kurtularak kültür, estetik, felsefe ile uğraşmalarıyla bağı vardır. İslamcılığın kendisini yeniden inşa edeceği hayat alanı tam da burasıdır ve kanaatimce bu şartların ortaya çıkışı geçmişten çok Türkiye'nin geleceğindedir. İşin sosyal hikâyesini ıskalayarak normlar ve sonuçlar üzerinden bir analiz her zaman eksik kalır.

Dördüncüsü, siyasetle İslamcılık arasındaki "nispeten" sıkı ilişki AK Parti'yle değil, (daha güncel bir okuma üzerinden gidersek) ondan önce 94 yılı sonrasında Refah Partisi ile kopmuştur. Milli Görüş o tarihten itibaren dönüşüme uğramıştır. Refah Partisi'nin 95 genel seçimlerinde kazandığı başarıyı analiz eden çok çeşitli pozisyona sahip kalemlerin, İslamcı değil aksine laik ve seküler bir parti yapısı, örgütlenmesi, yaklaşımı gördüklerini dile getirdikleri makaleler halen ortadadır. İslamcılık, siyasetle ilişkili yanı itibarıyla, aynı tarihî şartların ışığında hayat bulduğu sosyalizm ve milliyetçilikten ayrılmış, homojen ümmet için siyasal devlet formülünden, adil, hizmet gören, özgürlükçü devlet ve onun modern ikliminde kendi dinamikleriyle gelişecek bir sivil İslam tahayyül etmiştir. Bu siyasetin öncelikli işi değildir, siyasetin üzerinde yükseldiği şartlar da kaçınılmaz olarak, "İslamcılık bitti" tespitleri adına atıf yapılan dünyevî referanslara aittir. İslamcılığın entelektüel şartlarını, insan kaynağından tutun dünya ile olan ilişkisine kadar her türlü alanı siyasete indirgemek, siyasette tüketmek, bütünleştirmek, sonra da siyasal eleştiri üzerinden İslamcılık bitti iddiasında bulunmak, şu yakın geçmişte yaşananların bile tekzip ettiği bir durumdur. Kaldı ki siyasetin dünyeviliği ile adeta İslamcılığın uhreviliği gibi anlaşılabilecek bir karşıtlığın, cümlelerde yazıldığı gibi gerçek hayatta karşılığı olmaz.

BEDEVİLER HADERİ Mİ OLDULAR?

Beşincisi partilerle İslam arasında indirgemeci ve tüketici bağ kurma arka planı üzerinden AK Parti eleştirisi, hele hele bedeviler haderi oldular, şehirli hayatın nimetlerine daldılar türünden güncel polemikler için de ilham verici eleştiriler yersizdir. Haldun'a atıf yaptıktan sonra Bedeviler bizzarure haderi oluyorlarsa bunu bir eleştiri konusu olarak görmek, öyle ifade edilmese bile, romantik devrimci mitoslarla kardeş bir bedevi İslam algısına yaslanan bir zemine kapı açmak demektir. Aman haderi olmayalım'la kurallı olalım farklıdır, kurallı olmanın da önce yüzleşerek, içine girerek, eleştirileriyle birlikte haderi aşamayı yaşayarak ancak zamanla olacağını hesaba katmak gerekir. Kuşakların sirkülasyonu ile ilgili sık sık yapılan değerlendirmelerden birisi, birinci kuşağın yoksulluktan gelip para kazandığı, ikinci kuşağın sanatla, edebiyatla, entelektüel hayatla uğraştığı, üçüncü kuşağın yeniden yoksullaşarak işe baştan başladığı doğrultusundadır. İslamcılık, İslam medeniyeti dediğimizde, bunların en parlak şekilde hayat bulacağı toplumların o örtük eleştirilerin sahibi olan haderi umran aşamasındakiler olduğu atlanmamalıdır. Mimar Sinan, Kanuni zamanında ortaya çıkmıştır, tersi değil. İslam dünyasında en parlak entelektüel çabalar en güçlü olunduğu 9-11. yüzyıllar arasındadır. Doğrusu İslamcılık gibi yüz elli yıla ulaşan bir birikimin, tartışmanın AK Parti'yle iktidar olan yeni muhafazakâr/toplumsal kesimlere yönelik haderileşme eleştirileri/tespitleri üzerinden artık sonlandığı iddiasında bulunmayı, bir parça, AK Parti'ye yönelik eleştiri eğilimiyle bağlantılı okumak yanlış mı olur? Hatta bunun bir adım ötesinde, eleştiri sahipleri için olmasa bile sosyal zeminde, "cipe binen başörtülü kadınlar" imgesi üzerinden geçmişteki eşsiz iktidar konumlarını kaybetmiş eski elitlerle sınırlı olmayan bir hayıf duygusu durmaktadır. Politik/ideolojik konumları farklı olsa bile az çok o eski elitlerle birlikte benzeri statülere sahip olanlar, ideolojik kardeşleriyle statü kardeşleri arasında bulunan gri alana ait etkilendikleri unsurlar, mühim bir araştırma konusu olabilir. Aynı aile, kabile içinde dünkü eşitliği bozarak yükselen çevrelerin diğer akrabalar nezdinde doğurdukları "hissiyat"ın üstünkörü zikredilip geçilemeyecek benzeri sonuçlarını ideolojik akrabalıklar için analiz etmek önemli değil midir? 1 Mayıs'ta ortaya çıkan devrimci İslamcılar, başka nedenlerle birlikte, belki bir de bu açıdan ele alınmaları fantazya mı olur? Onların yoksulluğu, mülk hasımlığını yükselten "idealist" tavırlarını naif ama sempatik bulan entelektüellerimiz olmuştur mutlaka. Üstelik bu tür değerlendirmeler tarih içinde çok sayıda örneğe sahiptir. Benzeri çarpıcı bir örneği Ortaçağ sonrası Hıristiyanlık içinde gelişen Protestan hareketlerde görürüz. Luther, Calvin, Münzer, Hz. İsa'nın dönemindeki yoksulluğu övmüşler, günü eleştirmişler, fakat içlerinden sadece Münzer, yoksul köylülerin önünde bir direniş hareketine katılmış ve nihayet hayatını kaybetmiştir. Luther, Alman prensleriyle anlaşmış, Calvin ise Cenevre şehrinde despotik bir düzen kurmuştur.

İslamcılığı daha çok tartışacağız. Daha tutarlı akıl yürütmeler için bunu sağlayacak toplumsal kesimlerin genişlemesi önemli. Siyasal iktidarların belki de en önemli görevi, orta sınıflaşma, refah, dünyaya açılma üzerinden, her tür düşünceyi ve elbette İslamcılığı layıkıyla tartışabilecek yetkin bir sosyoloji oluşturmaktır. Sosyoekonomik gelişmenin en önemli kazançlarından birisi budur. Bugün İslamcılığı tartışan parlak kalemlerin, değişen Türkiye'nin sosyal hikâyesi içinde anlam bulan kişisel hikâyelere sahip oldukları unutulmamalıdır. Eğer hâlâ yüzde sekseni köylerde yaşayan, dolayısıyla kalem tutmak yerine muhtemelen elinde "önedere" tutmak durumunda olan insanların bu tartışmayı hiçbir şekilde yapamayacağı her türlü tartışmadan vârestedir.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT