1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. İran'daki olayların gösterdiği: “Özgürlük yoksa ahlak da yoktur”
İran'daki olayların gösterdiği: “Özgürlük yoksa ahlak da yoktur”

İran'daki olayların gösterdiği: “Özgürlük yoksa ahlak da yoktur”

Yasin Aktay, İran’da Mehsâ Eminî hadisesini değerlendirdiği yazısında, rejimin dayatmacı yapısına dikkati çekerek özgürlüğün olmadığı yerde ahlakın da olamayacağını vurguluyor.

26 Eylül 2022 Pazartesi 18:56A+A-

Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (26 Eylül 2022) şöyle:


ÖZGÜRLÜK YOKSA AHLAK DA YOKTUR

İran’da Ahlak Polisi’nin kendisine irşad etmek üzere merkeze götürdüğü Mehsâ Eminî isimli kadının ölümü üzerine başlayan gösteriler İran’ın bütün şehirlerine kısa zamanda yayılmış oldu. Protestoların yaygınlaşmasıyla birlikte internetin de kesilmiş olması dolayısıyla bir süredir bu protestoların boyutları, gelişmeleri ve boyutları hakkında net bilgi edinilemiyor. Bu protestoların bir rejim değişikliğine götürmesi beklentisi doğal olarak birçok kesimde mevcut. Özellikle başörtüsüne karşı bir ayaklanma olarak algılandığı ölçüde hem Türkiye’de hem de dünyanın birçok yerinde ciddi Islamofob beklentileri ve iştahları kabartıyor, söylemleri de coşturuyor.

Gelişmeler bu iştahlarını ne kadar ve nasıl karşılar bilemeyiz, ama bu olay dolayısıyla İslam, ahlak, özgürlük, devrim ve İran hakkındaki algıların da birbirine karman çorman olduğu bir duygu ve zihin karmaşası yaşandığı kesin.

Her şeyden önce İran’da Şiiliğin devlet dini haline gelmesinden itibaren, din adına ortaya konulan iktidar pratiğinin toplum nezdinde dini güçlendirmekten ziyade zayıflatıyor olduğu öteden beri tespit edilen bir gerçekti.

Devletin adına “İslam” demekle, hatta bütün kurumların başına mollaların getirilmesiyle bir rejimin İslamileşemeyeceğini bir kez daha görmüş olduk. “Bir kez daha” diyoruz, çünkü daha önce mevcut Arap ülkelerinin büyük çoğunluğunun da anayasalarında İslam’ın devlet dini olduğu ve teşri kaynağının Şeriat olduğu yazılıyordu, hala da yazıyor. Ancak oralarda da devletin dininin İslam olması ve bu anayasal kayıtlar, ne devleti ne de toplumu İslam’ın ilke ve amaçlarına uygun kılıyor.

Arap monarşileri dış siyasette alabildiğine dışa bağımlı ve laik, iç siyasette ise İslam’ın hiçbir yorumuyla bağdaşmayacak kadar despotik, yolsuz, şeffaflıktan, istişareden, adaletten, insan haklarına saygıdan uzak, görevlerde liyakat ve ehliyete hiçbir riayetin olmadığı insan onurunun hiçbir esamisinin olmadığı rejimler. Bütün bu pratikler ise kitleler nezdinde sadece nominal olarak devletin isminin İslam olmasıyla ve anayasadaki bir iki kayıtla ve tabii ki formel olarak bolca dini kılık, kıyafet ve ibadetlerin yaygın görünürlüğüyle meşrulaştırılabiliyor.

Siyasette İslami olanın ne olduğuna dair tartışmaları tabii ki fazlasıyla hakeden bir çarpıklık bu. İslam’ın özgürlükçü, adil, insan hak ve onurunu merkeze alan ruhuyla tamamen ters bu durum İslam dünyasının hali pür melali aynı zamanda.

İran’da ise 1979 yılında yaşanan değişiklik tam da İslam dünyasındaki bu çarpıklığı da dile getirerek bir devrim iddiasıyla gelmişti. Alabildiğine bastırılmış olan dinsel görünürlüğe ve formalizme karşı ilk etapta özgürlük, bağımsızlık ve adalet gibi değerlere güçlü ve umut verici vurgular yapıldıysa da, kısa sürede diğer Arap monarşi ve diktatörlüklerinde yaşanan despotizmi daha yoğun bir İslami söylemle meşrulaştıran ve totalitarizme doğru koyulaştıran bir çizgiye doğru gelişti.

Devrimin ilk zamanlarda yükselttiği şiarların tam tersi bir çizgiye kaydığını söyleyen birçok isim oldu. Humeyni’nin halefi olarak ilan edilmiş olan Ayetullah Muntazeri daha Humeyni sağken devrimin çizgisinden sapmış olduğu ve yaşanan süre içinde sloganlardan başka bir şey üretilmediği yönünde çok ciddi uyarılar yapmıştı. Ancak bu uyarılar onun haleflik makamından da azledilmesini sağlamıştı.

İran’ın İslam adına ortaya koyduğu pratik kuşkusuz çağdaş İslami hareketler için çok ibretlik ve önemli dersler çıkarılabilecek bir tecrübe. Doğrusu ilk zamanlar büyük umut beslenmiş olan bu tecrübe çok kısa süre içinde Müslüman aydınlar tarafından da ciddi eleştirilerin konusu oldu.

Kısa süre içinde Pers devlet aklıyla bağlarını mollaların ideolojisi üzerinden ve bir ulus devlet olarak yeniden tesis eden İran modeli elbette bir İslami siyaset tarzının kaderi değildir. Bilebildiğim bütün ana akım İslami hareketler bu tarz-ı siyaset ile aralarına çok kısa süre içinde ciddi teorik ve organik mesafeler koymaya başladılar.

Ancak Batı’daki İslam düşmanı çevreler İran’ı kötü, baskıcı, şekilci uygulamalarıyla İslam’ı temsil makamında görmeyi her zaman çok sevdiler. Bu onlardaki İslam karşıtı önyargılarını besleyen bir şeydi. Tıpkı DAEŞ’i de tam da bu nedenle çok sevdikleri gibi.

İran Devrimi İslam adını taşısa da, baş düşman olarak ABD ve İsrail’e karşı kendini konumlandırsa da ABD’nin bütün Ortadoğu politikaları İran rejimini güçlendirmekten başka bir işe yaramadı. Ayrıca İran’ın resmi düşmanı olan İsrail ve ABD’ye etkili hiçbir mücadelesi olmadığı gibi İslam dünyasının her tarafında yürüttüğü genişleme politikalarıyla sadece Müslüman kanının dökülmesine yol açmıştır.

Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Lübnan’da İran’ın mezhepçi politikaları milyonlarca Müslümanın hayatına mal olurken, Azerbaycan’da mezhepçi çizgisini de unutup belki Türkiye karşıtı bir politika izlemekten geri durmamıştır.

İran’da başörtüsü dayatmasının da başörtüsünün ne felsefesini ne de dini anlamını ve pratikte itibarını güçlendiren bir etki yaptığını kimse söyleyemez. Aksine insanlara zorla başörtüsü dayatmak insanları hem başörtüsüne hem de İslam’a ciddi anlamda soğutmuştur. Gündelik hayatta İslam’ın giderek zayıflaması İran’da halkın yolsuzluklarla, baskıyla özdeşleyen bir rejimin kendini İslam’la özdeşleştirmesine karşı gösterilen bir tepki. Bugün İran 43 yıl içinde bütün İslami iddiasına ve görünümüne rağmen deizmin, ateizmin, sekülarizmin Avrupa ülkeleriyle yarıştığı bir toplum çıkarmıştır ortaya.

İnsanlara zorla başörtüsü taktırmanın hiçbir İslami tarafı olmadığı gibi pratikte İran’da bunun başörtüsüne karşı ciddi bir tepkinin gelişmesine yol açtığı herkesin gördüğü bir gerçek. Türkiye’de Kemalistlerin yıllarca dayattığı başörtüsü yasağı ile zorla başörtüsü taktırmak arasında hiçbir fark yoktur. Nitekim Türkiye bir zorbalıktan başka bir zorbalığa geçmeyi asla tercih etmedi.

İslam’ın hiçbir kuralı bugünün toplumunda insanlara zorla dayatılamaz. Ahlaki ve dini eylemler herşeyden önce özgürlük şartına bağlıdır. Özgürlüğü olmayanın ahlakı da olmaz.

Bir şeyi yapmak zorunda olduğu için yapanın yaptığında hiçbir erdem yoktur. Oysa bir İslami siyaset herşeyden önce erdemli bir siyasettir, erdemler için yapılan bir siyasettir. Erdemin temel şartı ise özgürlüktür.

 

HABERE YORUM KAT

9 Yorum