1. YAZARLAR

  2. Seumas Milne

  3. 'Irak 2.0'a karşı sesimizi yükseltelim
Seumas Milne

Seumas Milne

Yazarın Tüm Yazıları >

'Irak 2.0'a karşı sesimizi yükseltelim

05 Şubat 2010 Cuma 11:03A+A-

ABD Körfez'deki askeri yığınağını artırırken, tıpkı Irak savaşı öncesindeki gibi diktatörlükle yönetilen bir Ortadoğu ülkesinin kitle imha silahı ürettiği, BM'yi hiçe saydığı ve komşularını tehdit ettiği söyleniyor. İkinci bir Irak felaketini engelleyeceksek baskıyı şimdiden başlatmalıyız.

Irak savaşından ders çıkarmış olmamız gerekirdi. Britanya’daki Chilcot soruşturmasının anlamı da tümüyle bu zaten. Fakat Ortadoğu’dan gelen işaretler aynısının tekrarlanabileceğini gösteriyor. Yetkililer bu hafta ABD’nin Körfez’deki askeri yığınağını artırdığını, donanma varlığını güçlendirdiğini ve müttefik Arap ülkelerine milyarlarca dolarlık yeni silah sistemleri tedarik ettiğini açık etti. Hedef elbette ki İran. Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar ve Bahreyn’in hepsi Patriot füze bataryaları alıyor. Washington Suudi Arabistan’da petrol tesislerini ve limanlarını korumak için 30 bin kişilik bir güce sponsorluk yapıyor. BAE tek başına 80 F-16 savaş uçağı alıyor ve ABD komutanı General Davir Petraeus şimdi ‘bütün İran hava kuvvetini bertaraf edebileceğini’ iddia ediyor.

ABD artan askeri hareketliliğin savunma amaçlı olduğunda ısrarlı; İran’ı caydırmayı, İsrail’i yatıştırmayı ve müttefiklerine güven aşılamayı hedeflediğini iddia ediyor. Fakat politika değişikliği yeterince açık. Geçen hafta ABD Başkanı Barack Obama İran’ın nükleer programını durdurmadığı için ‘ciddi sonuçlar’la yüz yüze kalacağı uyarısında bulundu ve Tahran’ı (tıpkı George W. Bush’un 2002’deki ‘şer mihveri’ konuşmasında yaptığı gibi) Kuzey Kore’yle bağlantılandırdı.

İran’ın uzanan elini gören yok

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad bu hafta ülkenin zenginleştirilmiş uranyumunun büyük bölümünü yeniden işlenmesi için dışarıya göndermeyi öngören anlaşmayı tekrar gündeme getirdiğinde, ABD görmezden geldi. Obama’nın daimi olarak yaptırım tehdidinin veya daha kötüsünün eşlik ettiği ‘uzanan eli’ tümüyle bir kenara bırakılmış gibi görünüyor.

ABD başkan yardımcısı Joe Biden da, İran liderlerinin ‘kendi yok oluşlarının tohumlarını ektiklerinde’ ısrar ederek bu politika değişiminin altını çizdi. İran’ın nükleer silah sahibi olmasını engellemek için her şeyi yapacağını yüksek sesle dile getiren İsrail’de, İran’ın müttefiki olan Hizbullah ve Hamas’a karşı savaş tehditleri giderek artıyor. İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres, “Ahmedinecad’la savaşmak için bütün dünyayı yanımıza çekmeliyiz” ifadelerini kullandı salı günü.

Irak işgaline varan süreçle bugün yaşananlar arasındaki benzerlik gözden kaçacak gibi değil. Tıpkı 2002-2003’te olduğu gibi size diktatörlükle yönetilen bir Ortadoğu ülkesinin gizlice kitle imha silahları geliştirdiği, BM’yi hiçe saydığı, denetim-leri engellediği, komşularını tehdit ettiği ve terörizmi desteklediği söyleniyor. Irak vakasındaki gibi, kitle imha silahı iddiala-rını destekleyecek kanıt gösterilmiyor ama gizli silah programlarına dair sahte sızdırmalar manşetlerden inmiyor. Eski bir CIA yetkilisi kısa süre önce, ABD istihbaratının Times gazetesinde yayımlanan ve İran’ın atom silahı için bir ‘nötron başlatıcısı’ denemeyi planladığının kanıtı mahiyetinde sunulan belgelerin sahte olduğuna inandığını söyledi. Irak’ın Nijer’den uranyum almak yönündeki olmayan girişimlerini hatırlamamak ne mümkün!

Hâlâ paralellikleri görmeyenler varsa, Tony Blair’in Irak soruşturması kapsamında söylediklerine baksın. Britanya’nın eski başbakanı, Irak halkının maruz bırakıldığı kan banyosundaki rolüyle ilgili nedamet getirmek şöyle dursun, ifadesini İran’a karşı savaşı savunduğu bir zemine dönüştürdü.

Yeni muhafazakârlığın Londra’da sağ, güçlü ve diri olduğunu tam zamanında gösteren Blair, Irak’ın kitle imha silahına sahip olmadığı gerçeğini, İran’a karşı aynı yaklaşımın sergilenmesi savının parçası haline getirmeye kalkıştı. Görülüyor ki, ‘sezilen niyet’ ve potansiyel kapasite savaşı meşrulaştırmak için yeterli. İran’ın adını 58 kez zikreden Blair’e göre, bu ülkeyle ‘başa çıkma’ gereği ‘tartışmakta olduklarımızla çok benzer meseleleri’ gündeme getiriyordu.

Petrol tedariki riske girer

Şu an Britanya halkının yüzde 37’sinin savaş suçlusu olarak yargılanması gerekti-ğine inandığı bir adamın görüşlerinin küçümseneceğini düşünebilirsiniz. Fakat Blair hâlâ ABD, BM, AB ve Rusya’dan oluşan Ortadoğu Dörtlüsü’nün temsilcisi; hatta, halen Irak petrolünün sömürülme-sinden elde edilen kârların bir kısmı için pazarlık yürüten bir BAE yatırım fonun-dan her yıl 1.5 milyon doları cebe atıyor.

Blair İran’a karşı savaşı savunmak konusunda yalnız da değil. Bush döneminden bir başka yeni muhafazakâr savaş tellalı olan Daniel Pipes, bu hafta Obama’nın başkanlığını kurtarmasının tek yolunun ‘İran’ı bombalamak’ ve ülkenin ‘nükleer silah kapasitesi’ni yok etmek olduğunu yazdı.

Gerçek şu ki, böyle bir saldırı Irak’takinden çok daha yıkıcı olma potansiyeline sahip. İran hem doğrudan hem de müttefikleri üzerinden misilleme yapabilir. Böyle bir durumda bölgedeki diğer ülkeler de çatışmaya sürüklenmekle kalmayacak, küresel petrol tedariğinin Hürmüz Boğazı’ndan nakledilen yüzde 20’sini bloke edecektir. Saldırının İran’da ilerici değişimi gerileteceğine de kesin gözüyle bakılabilir.

UAEK yine kanıt bulamadı

İran bölünmüş bir otoriter devlet ve şu an muhalefete sertçe yükleniyor. Fakat Saddam Hüseyin tarzı bir diktatörlük de değil. Irak, İsrail, ABD ve Britanya’dan farklı olarak İran kimsenin toprağını istila ve işgal etmedi, fakat sınırlarında iki hasım ve nükleer silah sahibi gücün birlikleriyle yüz yüze. Ve Ahmedinecad’ın tahrik edici söylemine karşın, saldırı seçeneğini masada tutanlar nükleer silah sahibi ABD ve İsrail, İran değil.

Üstelik BM’ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu İran’ın nükleer silah geliştirmeye çalıştığına dair hiçbir kanıt bulmadı. Öte yandan bizzat ABD’nin ulusal istihbarat tahmini, yeni gelişmeler olabilirse de, nükleer silah programına yönelik şüpheli çalışmaların 2003’de durdurulduğu sonucuna vardı. İran liderliği uzun zamandır nükleer silah istemediğinde ısrarlı; bununla birlikte birçokları Tahran’ın tehdit edildiğinde silah üretmeye muktedir olan, eşikteki bir nükleer güç haline gelmek istiyor olabileceğinden kuşku duyuyor. Bölgenin yakın tarihi göz önüne alındığında, bu pek de şaşırtıcı değil.

İsrail rahat durmayabilir

ABD için, asıl sorun dünyanın en hassas bölgesinde İran’ın bağımsız bir güç olması. Washington’dan karışık sinyaller geliyor. ABD Ulusal İstihbarat şefi salı günü Washington’ın, nükleer silah geliştirmeyi tercih etmesi halinde İran’ı durdurmak için yapabileceği hiçbir şey olmadığını ima etti. Belki de Körfez’deki askeri yığınak sadece göz korkutmayı amaçlıyor. Savaştan ziyade rejim değişikliğinin tercih edildiği açık.

Fakat bu seçeneğin başarısız olması halinde İsrail çok büyük ihtimalle rahat durmayacak ve ABD’yle müttefiklerinin herhangi bir saldırının yan etkilerine maruz kalması riski artacak. Irak örneğinde de idrak edildiği üzere, Blair ve Pipes gibi savaş tellallarının görüşleri hızla baskın hale gelebilir. Bu felaketin tekrarlanmasını engelleyeceksek, İran’la savaşın önüne geçme baskısı şimdiden başlamalı. (3 Şubat 2010)

 RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT