1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. İnönü Üni.’de Cemaleddin Afgani konuşuldu
İnönü Üni.’de Cemaleddin Afgani konuşuldu

İnönü Üni.’de Cemaleddin Afgani konuşuldu

İnönü  Üniversitesi Bilgi ve Erdem Topluluğu iki haftada bir yaptığı Müslüman  Şahsiyet dersinde Cemaleddin Afgani'nin hayatını işledi.

23 Aralık 2023 Cumartesi 21:56A+A-

Söze şöyle başladılar:

Afgani Kasım 1838 yılında Afganistan’ın    Konar vilayetinin Esedâbâd köyünde doğdu.
Bölgede seyitliğinden dolayı tanınan bir aileye mensuptur.
İlk eğitimini Kazvin Medresesi’nde önemli bir alim olan babası Safdar’dan aldı.1849 yılında ailesi ile birlikte Tahran’a geçerek burada da ünlü Şii kelâmcısı Akâsid Sadık’tan ders aldı. Buradan Şii öğretim merkezlerinden olan Irak’ın Necef kentine geçen Afganî, dört yıla yakın bir süre Şeyh Murtaza el Ensarî’den tefsir, hadis, felsefe, kelam, mantık ve usul dersleri aldı.1854 yılında Hindistan’a geçerek, önce Bombay sonra Kalküta’da pozitif bilimler üzerine öğrenim gördü. 1857 yılında hac maksadıyla çıktığı seyahatte Hicaz, Mısır, Yemen, Türkiye, Rusya, İngiltere ve Fransa gibi birçok ülkeyi gezdi. Bir yıl süren bu seyahatten sonra Afganistan’a geri döndü.Bu sırada Afganistan’da, vefat eden Dost Muhammed Han’ın yerine Muhammed A’zam Han geçince başbakan oldu. İngilizlerin entrikasıyla Muhammed A’zam’ın iktidarı 1868 yılında Şir Ali Han’a geçince Hindistan’a geçti. Burada kendisine gösterilen büyük teveccühten ve faaliyetlerinden rahatsız olan İngilizler onu Hindistan’ı terke zorladılar. 1870 yılı başlarında Mısır’a geçip burada kırk gün kaldıktan sonra İstanbul’a hareket etti. Osmanlı sultanı Abdulaziz, Sadrazamlar Ali Paşa, Fuat Paşa ve diğer üst kademe siyasetçilerle tanıştı. Afganca, Arapça, Farsça, Urduca ve Fransızcadan sonra İstanbul’da Türkçe de öğrendi. Burada kaldığı süre içerisinde Yüksek Maarif Şurası’na üyelik yaptı ve halka açık konferanslar verdi. Başta dönemin Şeyhülislamı Hasan Fehmi Efendi olmak üzere Afganî’nin muhalifleri, bu konuşmada verdiği bir örnekte kullandığı; ''Peygamberlik Sanatlardan bir sanattır'' şeklindeki cümlesinden  yola çıkarak  onu eleştirdiler.Sultanın ricası üzerine 1871 yılında tekrar Mısır’a gitti. Burada ikamet ettiği sekiz yıl içerisinde Mısır uleması üzerinde büyük fikrî ve siyasî etkisi oldu. Bununla birlikte onun en büyük talebesi ve aynı zamanda arkadaşı, bu bölgedeki İslamî hareketin önemli bir şahsiyeti olan Muhammed Abduh’tur. Cemalettin Afganî, Mısır’da kaldığı sürece, başta Hidiv İsmail Paşa’yı zulmünden ve israfından dolayı uyardı, ülkenin bağımsızlığını tehlikeye soktuğu için ona muhalefet etti.Afganî, fikirlerini daha etkin bir şekilde yaymak için ortaya koyduğu faaliyetleri Hidiv İsmail Paşa’nın oğlu ve ondan sonra da Hidiv olan Tevfik Paşa’nın hoşuna gitmeyince; müteakip aylarda kendisinin faaliyetlerinden rahatsız olan İngilizlerin de telkinleriyle Mısır’ı terk etmesi istendi.
1879 yılında Mısır’dan tekrar Hindistan’a geçen Afganî, İslâm aleminde büyük bir tehlike halinde yayılan materyalizm fikrine karşı Haydarabad’da Materyalizm’e Reddiye isimli bir risale yazdı. 1882 yılında Mısır’da patlak veren Urabî kıyamının başarılı olması için Hindistan halkının sömürgecilere karşı isyana çağırdığı istihbaratını alan İngilizler Afganî’yi gözetim altına aldılar. Bilahare isyan bastırıldıktan sonra Afganî de Paris’e geçti. Burada, Mağrib’ten Hindistan’a kadar uzanan El-Urvetü’l-Vüska isimli bir cemiyet kuran Afganî, Mısır’dan talebesi ve dostu olan, o sıralarda Beyrut’ta sürgünde bulunan Muhammed Abduh ve Mirza Muhammed Bâkır’ı Paris’e davet etti.1883 yılında Abduh’la birlikte bu cemiyetin ismi altında bir de gazete çıkarmaya başladılar. Gayeleri ise müslümanların uyanmasını, Doğu’nun kendisine gelip sömürgecilerden kurtulmasını, İslâm ülkelerinde gerekli ıslahatların yapılmasını ve hilafetin canlanmasını sağlamaktı. Bir süre sonra İngiltere gazetenin neşriyatının ve yaydığı fikirlerin kendi sömürge politikasına aykırı olduğuna karar vererek söz konusu gazetenin Mısır, Hindistan ve Osmanlı ülkesinde yasaklanması için girişimlerde bulundu. Böylece ancak 18 sayı çıkan gazete kapanmak zorunda kaldı. 

 1885 yılında İran Şahı Nasırüddin’den aldığı davet üzerine bu ülkeye gitti. Ancak Şah’tan ülkede ıslahat yapmasını isteyince Şah’la ters düşen Afganî bilahare bu ülkeden ayrılarak 1886-1889 yılları arasında Rusya’da kaldı. Burada kalırken, emperyalizme karşı durmanın tek yolunun İslam Birliği olduğu tezini savunan bir gazete çıkardı. 1889’da ise Şah Nasırüddin’in daveti üzerine tekrar İran’a gitti ise de tenkit ve ıslahat düşüncelerinde ısrar edince Şah’la yine ters düştü. Bunun sonucu olarak 1890 yılının çetin kış aylarında kuvvet zoruyla İran’dan sınırdışı edildi.Osmanlı yöneticileri tarafından Basra’ya nakledildi. Burada sürgün olan Caferi Müctehid eş-Şirazi’yi, İngilizlerin İran’daki tütün sömürgesine son verdiren ve ünlü ‘tömbeki’ kıyamını hazırlayan fetvayı yayınlamaya teşvik etti. Afganî, dinlenmek ve kendisine gelmek için bir süre Londra’da kaldı. Londra’da şah aleyhine makaleler yazıp Diyau’l Hafıkîn gazetesinde yayınlamaya başladı.
Osmanlı sultanı II. Abdülhamid’in de daveti üzerine 1892’de ikinci defa İstanbul’a geldi. Hayatının bu ikinci İstanbul döneminde Afganî, geniş bir ilmî ve siyasî çevre edindi, II. Abdülhamid’in de teşvikiyle Sünni-Şii diyalogu ve yakınlaşması için çaba sarf etti. Lakin İran şahına yapılan suikast sonucu, Sultan Abdulhamid, Cemaleddin Afganî’nin manevra alanını son sınırına kadar daraltı... İslam Birliği düşüncesini, “Lider halife, merkez Mekke” ana sütunları üzerine kuran Cemaleddin Afganî, modern çağda İslamiyet’in yeni bir düşünce ve proje olarak ortaya konulmasında büyük çaba ortaya koydu. O, hürriyet, milliyet, kendine güven ve hak-adalet konularında önemli tespitlerde bulundu.İslam coğrafyasının değişik bölgesindeki diriliş hareketlerini ve bir çok önemli ismini etkiledi. II. Abdülhamit ise, zamanının ve ülkenin bir takım şartları gereği, fiilen olmasa da fikir planında Afgani’den etkilendi; kendisine daima hürmet etti. 

Daha  sonra söze  şu sekilde devam ettiler:

Efgānî’ye göre insanların ilim, ahlâk ve medeniyette yüce seviyelere ulaşabilmesi, dünya ve âhirette mutluluğu yakalayabilmesinin  dört şartı vardır:
1.) Aklın, doğru düşünme ve gerçeği bulmayı engelleyen vehim ve hurafelerden arınmış olması. İslâm’ın tevhid ve tenzih ilkeleriyle, hurafe ve vehim karşısında en önemli engelleyicilere sahip olmasına karşılık Uzakdoğu ve Batı dinleriyle diğerleri hurafeleri ve vehimleri besleyen dinler olmuştur.
2.)Fertlerin ve toplumların başkalarından daha az kabiliyetli olmadıklarına, her iyi ve güzel şeyi yapabileceklerine, peygamberlikten başka her kemali elde edebileceklerine inanmaları. İslâm insanların temelde eşit olduğunu ilân etmiş, ırk ve sınıf farkını, bunlara bağlı imtiyazları kaldırmış, üstünlüğü akıl ve ruh kemaline, bilgi ve fazilete bağlamıştır. Buna karşılık Brahmanizm’de değişmez sınıf farkları vardır; İsrâil milleti kendilerinin üstün yaratıldıklarına inanırlar; Hıristiyanlık’ta din adamlarının farklı ve mukaddes mevkileri vardır. Din adamlarının kutsal ve yanılmaz olduğu inancı çağlar boyu bu dine inananları cahil bırakmış, daha sonra reformcular İslâm’ı taklit ederek ıslahat yapmış, ilerlemenin yollarını açmışlardır.
3.)Bilgi ve inancın sağlam ve kesin delillere dayanması, taklitle yetinilmemesi. İslâm bu konuda belki de tek dindir. Zira mensuplarını düşünmeye, akletmeye, inançlarını sağlam delillere dayandırmaya, zan ve vehim peşinden gitmemeye çağırır; körü körüne başkalarının dediğini diyen ve yaptığını yapanları kınar. Diğer dinler ise dinî konuların akıl dışı olduğunu, akılla dini sorgulama ve anlamaya çalışmanın câiz olmadığını kabul etmiş gibidirler. Halbuki aklın, mahiyetini kavrayamadığı bir şeyi eserleriyle tanıyıp bilmesi başka, imkânsız gördüğü bir şeyi tasdike zorlanması başkadır. İslâm aklın mümkün görmediği bir şeyin kabul ve tasdik edilmesini istemez, halbuki meselâ Brahmanizm’in getirdiği inançların çoğu akıl ilkelerine aykırıdır.
4.) Her toplum içinde işleri eğitim ve öğretimden ibaret olan kişi ve kurumların bulunması. İnsan kendi kemali için tek başına yeterli değildir. Bu sebeple toplumda muallim ve mürşidlerin bulunması ve bunların doğruyu öğrenme ve fazileti yaşama konusunda hemcinslerine rehberlik etmeleri bir zorunluluktur. İslâm dini bu iki zaruri ihtiyacın karşılanmasını mensuplarına farz kılmıştır. Medeniyeti kurmak, yüceltmek ve insanı mutlu kılmak için gerekli olan bu dört unsur İslâm’da kâmil mânada mevcuttur.

"Cemalettin Afganî, çenesinde başlayan bir boğaz kanseri sonucu 9 Mart 1897' de İstanbulda  vefat etti." diyerek sözlerine  son verdiler.

m7.jpg

m8.jpg

HABERE YORUM KAT

6 Yorum