1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. İlke, siyaset ve mağduriyet
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

İlke, siyaset ve mağduriyet

25 Eylül 2011 Pazar 12:11A+A-

İslamî duyarlılık taşıyan bir partinin birçok alanda temel demokratik reformlara meyletmesi ve bunu sistematik hale getirmesi, solu muhalefet bile olamama duygusuyla baş başa bırakmış durumda. 

Gündelik dille söylendiğinde, sanki ortada solun yapması gereken ama 'bu İslamcı hükümetin' yaptığı değişimler var... Bu sıkışma solun kendisine bir 'siyasi çıpa' aramasına neden oldu ve Kürt meselesi doğal olarak bu işlevi gördü. Bugün solun bir bölümünün PKK'nın şiddeti bir 'siyaset' haline getirme çabasına karşı çıkamamasının ardında söz konusu kırılganlık yatıyor. Çünkü eğer Kürt meselesi olmasa, solun kendisini aktörleştirecek bir muhalefet çizgisi üretmesi son derece zor gözüküyor.

Diğer taraftan bu yakınlaşma Kürt siyaseti için de uygun bir zemine işaret etmekte. PKK'nın ve genelde Kürt siyasi hareketlerinin tarihsel olarak sol bir ideolojik arkaplana yaslanmalarının dışında, ulusal tonu olan hak arayışlarının da doğal olarak sola yatkın olması şaşırtıcı değil. Aslında bu topraklar, en azından formel olarak dini meşruiyete dayanan bir imparatorluğun mirasçısı ve ulusal hareketlerin hemen hepsi de dini bu yönde kullandı. Ne var ki ulusal arayışlar, felsefi ve ilkesel temeller açısından nihayette dini yaklaşımlarla uyuşmada zorlanırlar. Hele yirminci yüzyılın sonuna gelindiğinde ulusal hakları talep eden bir siyasetin la-dini olması beklenir ve sol ideoloji buna epeyce uygundur. Bu noktada evrenselliğini öne sürerek solun ulusalcı bir siyasete ters olduğunu söyleyenler de çıkacaktır kuşkusuz... Ne var ki dünya tarihinin somut örnekleri, evrenselci solun sadece bir 'mefkure' olduğunu, içe kapanan sol hareketlerin kolayca milliyetçilikle bütünleşebildiğini ortaya koymakta.

Türkiye'deki sol da son on yılda giderek Kürt siyasetinin gölgesi altına girdi. Ancak doğrudan Kürt milliyetçiliğini savunmaları beklenemezdi. Solun 'ruhuna uygun' bir söyleme ihtiyaç vardı... Mağduriyet kavramının çeşitli zihinlerde bir siyasi taşıyıcı haline dönüşmesinin nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. Üstelik ortada uydurulmuş, gerçek dışı bir tespit de yoktu. Kürtler gerçekten de on yıllar boyunca mağdur edildiler, görmezden gelindiler, doğal insani hakları gasp edildi ve üstelik evlerinden kovuldular, mallarını yitirdiler, işkence gördüler ve öldürüldüler. Dolayısıyla ortada haklı bir hak arayışı var... Böylece mağduriyete işaret ederek bu hakların alınması yönünde bir enerji doğdu ve Kürtler de genelde bu rüzgâra kapıldılar.

Oysa ortada basit bir gerçek var: Mağduriyetin kendisi siyaset değil... Siyaseti davet eden bir arkaplan. Bu arkaplan önünde çok çeşitli siyasetler üretme imkanı bulunuyor ve hak arayışının sonucu da söz konusu siyasete bağımlı oluyor. Diğer bir deyişle hiçbir hak, salt mağduriyet öne sürülerek elde edilemez ve böyle bir isteğin meşruiyeti de olamaz. Buna karşılık her türlü hakkın ancak siyaset üzerinden elde edilebileceği de doğru değil. Çünkü bazı mağduriyetler temel hak kapsamı içinde değerlendirilmek durumunda. Örneğin Kürtçenin önündeki tüm engellerin kaldırılması bu alana giriyor. Kürtler hiçbir mağduriyete uğramasalardı da, bu hak talepleri meşru olacaktı ve hatta söz konusu hakkın talep edilmesine gerek olmadan verilmesi gerekecekti. Kısacası bu tür 'temel insan hakkı' tanımı içinde olan hakların alınması ile mağduriyet arasında bir ilişki kurmanın anlamı bulunmuyor.

Ancak Kürt siyasetinin hak talepleri temel haklarla sınırlı değil. Örneğin 'demokratik özerklik' adı altında yerelde çok yönlü bir bağımsızlaşma isteğini seslendiriyorlar. Sorun şu ki, bunlar da mağduriyetle ilişkilendirilerek savunulabilir şeyler değil. Yani ezildiğinizi, işkence gördüğünüzü ve öldürüldüğünüzü sebep göstererek 'demokratik özerklik' talebinde bulunamazsınız. Çünkü söz konusu mağduriyetler geçmişte olmuş, oysa siz özerkliği bugün istiyorsunuz. Eğer devlet olumsuz tutumunu sürdürmekte direniyorsa, söz konusu mağduriyetin bu düzende kalıcı olduğunu savunarak özerklik talebinde bulunulabilir. Ama ya devlet aynı tutumunu sürdürme niyetinde değilse ve bunun için size bir çağrıda bulunuyorsa?

İşte o noktada siyasete ihtiyacınız var... Siyaset ise çok zengin bir olasılıklar yelpazesinden size uyan tutumu seçmeyi ve sonucu belli olmayan bir karşılaşmayı kabullenmeyi ima eder. Diğer bir deyişle ne kadar mağdur olmuş olursanız olun, eğer yanlış bir siyaset yolu seçerseniz 'demokratik özerklik' türünden hakları hiçbir zaman alamayabilirsiniz ve bu sonucun gayri meşru olduğunu da öne süremezsiniz. Buna karşılık doğru siyaset bu tür hakları da getirebilir ve mağduriyet seviyesinden bağımsız olarak hayata geçirebilir.

Kısacası Kürt siyasetinin ve ona destek veren solun önünde iki temel uğraş alanı var: İlkesel hakların hemen verilmesi için aktivizm yapmak ve bunun dışındakiler için de doğru siyaset yollarını bulmak. Mağduriyete takılıp kalmak, bunların ikisini de yapamamayı ifade ediyor. Şiddetin bir 'yol' olduğunu sanmanın da nedeni belki bu...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT