1. YAZARLAR

  2. MURAT AYDOĞDU

  3. İçimizdeki Tuğyan
MURAT AYDOĞDU

MURAT AYDOĞDU

Yazarın Tüm Yazıları >

İçimizdeki Tuğyan

26 Ocak 2010 Salı 00:55A+A-

Bollukta azan, darlıkta peşinde koşan,
taa ki mezara kadar.
Bir gün anlayacağız,
hem de çok yakında,
adım adım yaklaşan, ateşi,
ve boşa geçirdiğimiz zamanı.
Harcadıklarımızın da hesabını vereceğiz1.

Her mahallede bir ekâbir yaratacağız dediler. O eskidendi, şimdi hepimizin içinde bir kibir var. Çöp tenekesi gibi biriktiriyoruz her şeyi, bir gün çukura gömmek için. Her mahallenin bir Saddam’ı vardı bir zamanlar, her şehrin bir Ebu Cehili, bir Ebu Süfyan’ı, bir Velid bin Muğiresi. Her Ülkenin bir Firavunu, bir Karunu, bir Belam ibni Baura’sı vardı. Şimdi herkesin içinde onlardan bir parça var ve ayda bir akşam, yılda bir hafta ortaya çıkıyorlar. Bir ay sefiller gibi yaşayıp, bir akşam felekten bir gece çalıyor, bir sene kıt kanaat geçinip, bir hafta Bodrum’da ya da Uludağ’da krallar gibi yiyoruz. Tatilinden dönen bir gence rastladım, sanırsınız ki İstanbul’un en aristokrat ailenin çocuğu. Konuştukça öğrendim ki, sanayi de çırakmış.

K. Marks iki asır öncesinde; Sefil insanları sömüren krallar ve kapitalistler karşısında bir öngörü de bulunur. Dağınık ve organizesiz bulunan köylü sınıfından kitlesel bir çıkış beklenemezdi. Sanayi bölgelerinde oluşan işçi yığınları ise potansiyel bir güçtü. Bu gücün kullanımını, V. İ. Lenin parti teşkilatı ile gerçekleştirdi. Oysa Seküler yapının ve materyalist pozitivizmin görmediği, göremediği nefs/hırs, kapitalizmin en büyük silahıydı. Şimdi halimiz ortada, ayda bir akşam, senede bir hafta kapitalistler gibi yaşayan, kalan zamanın proleterleri/emekçileri.

80’li yıllar İstanbul’da ailemin yanında öğrenciyim. Taşradan gelen bir arkadaş bizim mahallenin profilini/sokaktaki görüntüsünü beğenmedi ve “Buralar burjuva mahallesi abi, bize gelmez” dedi. O’nu mahalle pazarının kurulduğu bir gün çağırdım, Mazbut insanların çokluğuna şaşırdı, ortada dolaşmayan gerçek gücü/potansiyeli görü. Çok olmadı, bir zaman önce İzmir/Kordonboyu’nu, Ankara/Tandoğan’ı dolduran yüz binleri on kat çok görüp şımaranları, sonra hep beraber Kabir(ler)i ziyaretlerini izledik. Halbuki mustazaflar/güçsüz bırakılanlar vardı; varoşlarda, gecekondularda, mahalle aralarında, köylerde ve mezralarda.

Allah’ın vaadi vardı Biz ise, ülkede güçsüz bırakılanlara iyilik etmek ve onları önderler yapmak ve onları oraya mirasçı kılmak istiyorduk. ” 28/5.  Bir fetih coşkusu sardı birçoklarını, olmayan fetih(!) bu kafayla olmayacak, olsa da kendini yiyecek bir fetih. Şimdi içimizdeki tuğyan kuşatmış bütün mustazafları. Köklü değişimi gerçekleştirmeden, tepeden inme gelsek ne olacak ki. İçimizdeki Ebu Süfyanlar çekilip bir kenara bekleyecekler, oğulları sonrada torunları azacak yine. İçimizdeki tuğyanı ezmedikçe de onların peşine takılacağız. Ve miras yedi gibi yiyeceğiz emaneti.

İnsanı öğüten bu ifsat ile mücadelenin hep bir yanı eksik kalıyor. Biriktirip, biriktirip harcadığımız nimetler bir yana, biriktirip harcayamadığımız bilgiler, mezara kadar bitmeyen meşguliyetler sardı her yanımızı ve Allah’ı anmayı unuttuk. Allah’ı andığını sanıp, kabuğuna çekilen ve kaçanlar da işin cabası.

İçindeki ifsadı öldür. İfsada teslim olmuş kapitalistten uzak dur ve onunla mücadele et. Tağut bir kişidir, ama tuğyan hepimizin içinde bir parça. Dua’yı*/ibadeti ve Kurban’ı**/adamayı bilmeyenin devrimciliği sadece bir oyundur.

Allah muhakkak ki çok nimet verdi.

Bütün nimetleri Rabbine yönelt* ve ada**.

Hüsrana uğrayacak olanlar da bunu yapmayanlardır2.

Bir daha okuyunuz: Her pazartesi, Sakarya Özgür-Der’in Kuran okumaları çalışmasından kesitler.

Dipnotlar:

1-            Tekasür

2-            Kevser

YAZIYA YORUM KAT

9 Yorum
  • Murat AYDOĞDU / 29 Ocak 2010 08:59

    Dinler başta ve diğer dincikler toplumsal başarı kazanıyorlarsa, bunu oluşturdukları paradigmayı, sembol ve seramonilerle doldurmalarına borçludurlar. Kapitalizmde ise paradigma hırs ve nefis üzerine oluşur, sembolleri putlar/rol modeller, seramonileri ise lümpen yaşamdır. Düşünsel, ideolojik akli değerlendirmelere fazla ihtiyaçları olmadığından, bunu mitlerle doldururlar. Bu insanda yapay bir gerçeklik oluşturur değerler orada süblimleşir. Sürekli sahip olma ve sürekli hırs toplumda öyle bir tüketim çılgınlığı oluşturur ki, bu entropi (trendin sonu da diyebilirsiniz) onların kıyameti’dir.
    Adapazarından Antalyaya selam.
    Allah zihnini hep zinde tutsun Rüştü kardeşim. Tanıştığımıza memnun oldum…

    Yanıtla (0) (0)
  • rüştü hacıoğlu / 29 Ocak 2010 00:42

    enropi ilkesi nedir bilmiyorum ama kulağa hoş geliyor; şayet bir ilkeyse bu entropi, ali baba'nın 9 sorusuna cevap vermeli ki bizim de kapitale itikat için hiç değilse pavlovun kelp'inin hakettiği kadar dahi bir illiyet bağı hakkımız olsun. kaldı ki pavlov zille et arasında şarlatanca bir bağ kuruyor. olmayana ergi yöntemiyle zavallı köpeğin bile nedensellikle çalışan yarım algısını dumura uğratıyorken, neden şarlatan bir kapitalistin ıspatı imkansız önermeleriyle inşa olmuş düzneğine ya da sadece "para" sına bile iman edelim ki?

    o dokuz soru oyunu bozar ama konumuzla ilgili olanı 5. madde, o da şöyle:

    "...5) "Demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi" arasındaki ilişkiler olumlu mu, sorunlu mu? Pratikte ikisi el ele yürümüyor, çoğu zaman çatışıyorlar. Demokraside bireyin ifade özgürlüğü temel şart; ancak firmalarda bireyin özgürlüğünden bahsetmek mümkün mü? Aksine olağanüstü bir disiplin ve hiyerarşi esastır. Örneğin Japonlar ve şimdi Çinliler firmalarda askerî bir sistem uyguluyorlar..."

    bu soru, cevap beklemiyor; bizatihi soruluş biçimi itibariyle "tağuttan hayır mı hıyar mı çıkar?" sorusuna beklenecek cevap kadar beklenti oluşturur. oysa kapital, beklenti alıp sattığı için paradoks olmayana ermez; yani, iman alır, itikat satar. yegane sermayesi inançtır; kaynağı da gayb. gaybdan alır gayba satar. ki bu işi yaparken de "cin" lere baş vurur. cin olmadan şeytan çarpılmaz çünkü. modern kavramlarla konuşacak olursak "süblimleşme" kavramını örnek verebiliriz. bu kavram varsa yani gerçekse şayet, iddiasını gerçekleştirebilmesi içinde cin perinin de mevzunun katalizörü olması elzemdir; çünkü boşlukları "yok"la doldurmak yerine hayal gücüne teslim etmek üüü hiçbir hüccetin delilin burhanın başedemeyeceği bir güç(!) imkanı doğurur. bunu bir örnekle açalım:
    1- suçsuz olduğunu ıspat et!
    2- öcü olmadığını ıspat et!
    hatta daha ileri gidelim
    3- yok'un yok olduğunu ıspat et yada tavuk yumurta diye gider...kapitalizmin tüm önermeleri paradokstur; belirsizlikten...bitti

    Yanıtla (0) (0)
  • rüştü hacıoğlu / 29 Ocak 2010 00:22

    ne çok, kötü adamın varlığından daha vahim olan, iyiyi dosdoğru kavramış bir adamın bile yokluğudur. kötülerin çokluğuna üzülmekten ziyade, doğruyu dosdoğru anlayıp anlayamamış olmamız üzerine kafa yormamız, kötülüğün geriletilebileciğine dair en büyük umuttur.

    yazı bana, geçen iktibaslarda yayınlanan etyen mahçupyan'ın yazısındaki ilginç bir noktayı çağrıştırdı:

    "...Balyoz’un solculara ilişkin de söyleyecekleri var... Örneğin bir fişlemede şöyle denmiş: “Solcu, dik duruşlu ve adil, güvenilmez.” Burada kritik kelimenin ‘adil’ olduğunu anlıyoruz, çünkü diğer fişlemelerde şunları okuyoruz: “Radikal solcu, her türlü desteği veriyor” veya “Alevi, rüşvetçi, CHP’li, güvenilir”. İşin skandal niteliğindeki kısmı bu ülkede ordunun adil olanları güvenilmez, rüşvetçileri güvenilir bulabilmesi. Bu da toplumun ordu açısından sadece ‘kullanım’ değeri olan bir güruh olduğu kanısını yaratıyor. Ama bu cümlelerde solcular için de bir ufak ipucu var: Mesele ‘radikal’ olmakta değil, ‘adil’ olmakta... Hatta denebilir ki ne denli ‘radikalseniz’ gayrı meşru planların parçası olmaya da o denli yakınsınız..." aslında burada solcu analizinden ziyade "ordunun makbul insan tipi" kriterini öğrenmiş oluyoruz. yani, aslında sadece ordunun değil, ordunun bu bakışını mümkün kılan zihniyetin "makbul insan" kriterini.

    abd'nin afganistan'da taliban karşısında aradığı insan tipi de aynı; devletin makbul bürokrat tipi de; uluslarası ve onların uzantısı yerel şirketlerin aradığı da...

    yazıda "tağut" olarak işlenen bu tiplemenin kimliği, aidiyeti, amacı ve amaca ulaşma biçimi her yerde her zamanda aynıdır: kaçınılmaz olarak militarizmi üretir ve kapitalizm bu tip bir hiyerarşik sosyalleşmenin kaçınılmaz sonucudur.

    tağut olmayı mümkün kılan kodları tek tek de ele alsanız, bir bütün içinde de inceleseniz ve bunları kapitalist yabancılaşma/ahlaktan kopuş ile kıyaslasanız göreceksinizki ortak bir arkadaşta buluşacaklar: bay karun!

    ali baba liberallere 9 soru sordu. yer kalmadığından...

    Yanıtla (0) (0)
  • Hatice Güneş / 28 Ocak 2010 15:04

    hakkı ve sabrı tavsiye niteliğinde güzel ve güncelliği hiç bitmeyen bir yazı olmuş...kaleminize bereket...Allah razı olsun....

    Yanıtla (0) (0)
  • Muhammed / 28 Ocak 2010 11:00

    Evet çok güzel ifade etmiş Murat Aydoğan kardeşimiz.

    "Kemalizm’in eteğine sığınan kendi olamayan pragmatist bukalemunlar , Kemalizm’i kullanalım derken, kendi kullanılan şaklabanlar."

    Kemal'in muasır medeniyetler seviyesine(!) ulaşmaya and içen,laik cumhuriyetin savunucusu olduklarını defaatle deklare eden pragmatistlerin,aman menfaatlerimiz elden gitmesin diyerek rotasız bir yaşamı ilke edinerek bu rejimi ayakta tutmaları,rejime en büyük hizmet değilse nedir..?
    Kemalist rejimin kurucu güçleri endişeliler.Zira rantları gözlerinin içine bakıla bakıla ellerinden alınmaya çalışılıyor..Onların asıl derdi de bu zaten..Kendi taguti saltanatları gidecek,yerine bir başka taguti saltanat kurulacak diye feryatları.Yoksa din geliyor,irtica hortluyor söylemlerine kendileride inanmıyor..Çünkü onların saltanatını Müslümanlar değil,ABD tehdit ediyor..Bana öyle geliyor ki bu tehdit hususunda aklıbaşında kemalistler,ortak düşman olan -İslam- gelmesinde buna da razıyız deme noktasına doğru sürüklenmekteler...Ne diyelim; Müslümanlar ne zaman kendi riyasetlerine sarılırlarsa o zaman Allah'ın nusretini umabilirler.Aksi halde kokuşmuş sistemi ayakta tutan pragmatist bukalemunlar olmaktan öte gidemezler...!

    Yanıtla (0) (0)
  • envercem / 27 Ocak 2010 15:24

    Şeytan ve dostları etkili ve yetkili olunca hayatın hemen her alanında elbette kendileri gibi tipler oluşturacaklar ve nitekim sürüyle de oluşturdular. Çevremizde yaşadığımız bütün sıkıntıların temelinde zaten bu var. Murat bey hayatın içinde konuşuyorsun şiirimsi bir dille hem de. Ne güzel ifade etmişsin : *Şimdi içimizdeki tuğyan kuşatmış bütün mustazafları. Köklü değişimi gerçekleştirmeden, tepeden inme gelsek ne olacak ki. İçimizdeki Ebu Süfyanlar çekilip bir kenara bekleyecekler, oğulları sonrada torunları azacak yine.* Nefsini arıtmadan, olgunlaşmadan, gerekli ve tatminkâr bir bilgi ve irfana ulaşmadan yola çıkanlarımız hep yolda döküldüler, hem kendilerine yazık ettiler, hem de kendilerine bel bağlayanları. İslam ahlakını geçelim insani ahlak bile ne yazık ki Müslüman cenahta oturmamış bir halde eğreti olarak varlığını devam ediyor. Ve zayıf olan şeytan ve dostları – bu kelimeleri ödünç aldığım Mehmet Alagaş kardeşimizin kulakları çınlasın- bizden aldıkları bu güçle tepemize abanıyorlar. Onun için sizin dediğiniz gibi tepeden gelsek ne olacak ki. Zaten gelebilenlerimizin hali pür melalinden belli olmuyor mu her şey...

    Yanıtla (0) (0)
  • Murat AYDOĞDU / 27 Ocak 2010 09:04

    Sezai ağabeyimiz atladığımız bir kısmı vurgulamış, katkısına teşekkürler.
    Elbette insandan olan şeytanlar boş durmaz, münferitte çalışmaz (Teşkilat ;) var abi). Bizim ulusçu faşistlerimizin arkasına saklandıkları bir de gerçek var. Neokapitalizm bunu pompalıyor, dayatıyor kendince açılımlar planlıyor. Liberallerimizin darbe karşıtlığı gözümüzü boyamasın. Omurgasız ve eklektik muhafazakârlara olan muhabbetinin onda biri, Kurani Müslümanlara yok (olmasın daha iyi), buradan da belli oluyor.
    Kemalizm’e gelince, öyle bir ideoloji yok. Beş kez mutasyona uğrayan İttihat Terakki çetesi var, direnenler onların yaramaz çocukları (Talat Aydemir gibi). Her mutasyonda, dinozorlar leke bırakan kirlilik bolluğu da oluşturuyor. Bir de Kemalizm’in eteğine sığınan kendi olamayan pragmatist bukalemunlar var, Kemalizm’i kullanalım derken, kendi kullanılan şaklabanlar.

    Yanıtla (0) (0)
  • Sezai Arıcıoğlu / 27 Ocak 2010 00:30

    Yeni dünya düzeni ile başlayıp BOP ,GOP ile semirtilip bugüne kadar gelen ve günümüzdeki büyülü kelimeler(çoğulculuk,katılımcılık,insan hakları,özgürlükler)üzerinden en geniş anlamıyla halk yığınlarına (en ücra köye kadar) indirilmeye çalışılan ve bizim camianın bir kısmında rol belirleme/rol kapma/rol çalma şeklinde anlaşılan deyim yerindeyse "demokratik kapitalizm" diye isimlendirebileceğimiz bugünkü durumu güzel özetlemiş Murat Aydoğdu.

    Bir farkla ki; olayın bizim mahalleye ait kısmı bence "yepyeni bir sınıfın" oluştuğunun işaretlerini veriyor.

    Aslında bunun üzerinde de kafa yormak gerekir.

    Sağcılaşmak veya muhafazakarlaşmak ve hem de bunu modern söylemlerle yapmaya çalışmak tıkanan kemalizmin diriltilmesine ön ayak olmaz mı ? Hadi dirilmedi diyelim ölmeyip evrim geçirerek kendini yenilemesi anlamına gelmez mi ? Yani olan biten münferit olaylar mıdır ? Bir sanayici çırağının şeytana uyması mıdır sadece?

    Sevgili Murat Hoca'ya bunları sormak isterim?

    Yanıtla (0) (0)
  • çawşin / 26 Ocak 2010 11:55

    Tuğyân''la başlayan tüketim çılgınlığı
    'sürecin' Tâğût'laşmayla noktalanmasını zorunlu kılar.

    Rızkın yüzde doksanının ticarette olduğu yönünde üretilen söylem;
    dinde,tarihte,felsefede,siyasal ve sosyal hayatta boşluk yaratır.
    toplum ve bireyin yaşamındaki bu 'düşünsel' boşluklar, vahyi
    öğretilerin dışındaki söylemlere kaptırıldıktan sonra birileri çıkıp
    şöyle der:
    '' kırkta birinden sonra 'atış serbest' ''.......
    ve sonrasında,
    tüketim çılgınlığı tavan yapar.

    Yanıtla (0) (0)