1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Hukukun Temel İlkelerini Emen Duygu ve Nutuklar
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Hukukun Temel İlkelerini Emen Duygu ve Nutuklar

29 Ocak 2019 Salı 10:38A+A-

Ülkenin içinde bulunduğu tehdit ve tehlikeleri ciddiye alıp gereken tedbirleri devreye sokma noktasında ciddiye alınabilecek hiçbir itiraz olmaz. Tartışmanın odaklanması gereken asıl nokta alınacak tedbirlerin hemen her zaman hukukun temel ilkelerine uygun olmasının zarureti üzerinedir. Bir halk, ülke veya devlet için hukukun temel ilkelerini gölgede bırakarak temin edilecek beka ve kudretten de ilerleme ve zenginleşmeden de bir hayır gelmez çünkü.

Adalete, hukuka, temel hak ve özgürlüklere yapılan vurguları ciddiye almamak hiçbir zaman akıl karı bir iş olarak addedilmez. Arkasını sağlama almak isteyen, adımlarını güçlü olarak atmak isteyen, saldırganları caydırmak isteyen her toplum ve devlet için en garantili yol hukuka, adalete, kişi ve grupların fıtri haklarına özen göstermekten geçer. Hukuku, adaleti, özgürlükleri bazı risk ve tehditleri gerekçe göstererek ihlal etmek için değil şartlar ne kadar yakıcı ve yıkıcı olursa olsun koruyup kollamak için kesintisiz bir seferberlik içinde olmak gerekir. Adaletin, hukukun korunup kollanması hususunda gösterilecek hassasiyet ülke ve toplumun bekasını tehdit altına sürüklemez, bilakis en güçlü bir biçimde teminat altında tutar.

Tahkir ve Tezyif Olmak İçin Tetikteyiz!

Türkiye’de yakın zamanlara kadar TSK başta olmak üzere devletin hassas kurumları eleştiri ve itirazlara karşı muhalif kesimleri hemen daima “tahkir ve tezyif etmekten” dava ederlerdir. Mahkemeler de yerli yersiz bu tahkir ve tezyif şikâyetlerini devletin beka kaygısı doğrultusunda değerlendirirlerdi. Başta şikâyetçi kurumlar ve mahkemeler olmak üzere kamuoyu eleştiri ve itirazlarla devlet, ordu, yüksek yargı vd. neden ve nasıl olur da derhal tahkir ve tezyif oluyor acaba? sorusunu sormazdı, sanki anlaşmışlar gibi. Neyse ki o günler geride kaldı, çok şükür dediğimiz bir vasatta devletin o tahkir ve tezyif olma siyaseti yeniden karşımıza dikilmiş gözüküyor. Çok acı ama yakıcı gerçek böyle tecelli ediyor maalesef.

Kamuoyu vicdanını esir almış ahlaksız troller meseleleri ne düzeyde manipüle etmeye kalkışırsa kalkışsın tarihe gömmek zorunda olduğumuz bu tür çirkin teamüllerle boğuşmak zorundayız. İki netameli konuyu kabaca ele alarak bu çirkin teamülleri neden ve nasıl boğmak zorunda olduğumuzu izah etmeye çalışayım.

Alparslan Kuytul ve Furkan Vakfı’nın hikayesini şöyle ya da böyle hepimiz biliyoruz. Tavrı, tarzı, söylemi ve ilişki biçimi pek çok kişiyi rahatsız etse de Alparslan Kuytul ve Furkan Vakfı etrafında faaliyet gösteren bağlıları şiddet, silah, gizli yapılanma, gasp, tehdit veya başka herhangi bir suçtan dolayı yargılanıp mahkum olmuş değiller. Son dönemde Sözcü Gazetesi dâhil pek çok muhalif unsurun suçlandığı gibi Fetö’yle filan da hiçbir alakaları yok. PKK’yla, İŞİD’le, El Kaide’yle irtibatlı ilan etmek de (kestirmeden söyleyelim) saçmalığın dik alasıdır. Kamuoyuna yansıyan konuşmalarında rahatsız edici unsurlar hiç de az değil. Kimi zaman hurafe ve bid’atlarla örülü mesajlar kimi zaman bölgesel gelişmeleri öfkeden ve tutarsızlıktan kaynaklanan yanlış, çarpık veya komplocu bir takım analizler eşliğinde garip, sinir bozucu değerlendirmeler yaptığı söylenebilir. Ancak hakim kanaatlerin dışında, devletin resmi görüşüne muhalif, muarız söylemleri suç sayıp cezalandırmaya kalkışmanın adı hukuk olamaz herhalde.

Alparslan Kuytul ve Furkan Vakfı’nı polis ve mahkemeler marifetiyle boğdurmak üzere medyada belli bir ekibin görevli olduğu, durumdan vazife çıkardığı sır değil. Fakat bir yıl boyunca sudan sebeplerle cezaevinde tutulan, savcının sıraladığı karmakarışık suçlamalar için doğru düzgün delil sunamadığı bir sürecin sonunda yaşana tahliyeyle ortaya çıkan manzara bugün yarın değilse de bir zaman sonra epeyce kurumun itibarını düşürecek, epeyce kişinin yüzünü kızartacak cinstendi.

Linç kültürüyle muameleye girişmek devleti devlet olmaktan, trollerin kampanyasıyla tutuklama gerekçesi oluşturmak mahkemeleri mahkeme olmaktan çıkarız, başka yerlere savurur. Kuytul’un evinin önünde üç beş cümle kurmasına müsaade etmeyen, uğradığı haksızlığı protesto etmesine fırsat tanımayan, arama bahanesiyle evine alt üst eden, eşini defalarca gözaltına alan devlet refleksi sağlıklı bir psikolojiyi yansıtmıyor. Ezerim, sindiririm, konuşturmam, itiraz ettirmem; ne yaşadıysan yaşadın çekil kenarı sessizce tarzı ceberut bir mantıktan ne devlete ne de topluma zerre miktarı fayda gelir. Emniyet ve yargı bürokrasisini, ahlaksız trollerin esir aldığı medyayı esir almış takıntılı ruh hali olmayacak tehditler üretiyor. Çözüm devlet marifeti ve kudretiyle korkutup cezalandırmak değil siyaset kanalıyla ikna, ilim ehliyle nasihat, kamuoyu baskısıyla normalleştirme olmalıdır. Sürekli iç düşman üreterek farklı veya aykırı çıkışları ihanetle yaftalayarak devleti putlaştırıcı yöntemlerin ilaç değil zehir olduğunu defalarca tecrübe etmiş bir toplumuz. Basiret ve feraset için sürekli dua eden bir toplumun aynı delikten bu kaçıncı ısırılışıdır, yılanlar bile sayamamıştır muhtemelen.

Hilafet İsteme, Terörist İlan Ederiz!

Hizb-ut Tahrir örgütü hilalef merkezli bir oluşumdur. Dergileri, konferansları, davet çalışmaları hilafetin önemi ve önceliği üzerinedir. Ancak sadece Türkiye’de değil faaliyet yürüttüğü hiçbir ülkede silahlı bir eyleme, gizli bir örgütlenme mantığına tevessül etmez. Üstelik silah, şiddet ve gizlilikten uzak durma konusunda Hizb-ut Tahrir’in tavrı konjonktürel değil tamamen ilkeseldir. Konferansta söyledikleri, dergi ve bildirilerde yazdıkları gibi polis ve savcılık ifadelerinde, mahkemelerde de açıkça hilafet için nasıl çalıştıklarını açıkça beyan ederler. Ancak Türkiye’deki yargı hukuka değil de Kemalist ve laik dayatmalara sadakatle hareket ettiği için hilafet çağrısını doğrudan terör faaliyetiyle eş tutuyor. Bu sebeple hilafet isteyen Hizb-ut Tahrir’i terör örgütü ilan edip mensuplarını tutuklamak için silah, şiddet, gizli yapılanma, ajitasyon ve provokasyon gibi delillere hiç ama hiç hacet duymuyor haliyle.

İşinde gücünde insanlar, aile babaları, toplumun en doğal parçaları üçer beşer mahkeme kararlarını tebliğ eden polisler marifetiyle tutuklanıp tutuklanıp cezaevlerine gönderiliyor. Suçları hilafetin önemini ve değeri üzerine davet çalışmaları içinde olmak. Bu saçma sapan zorbalık sürecinin hukukla falan uzaktan yakından alakası yok. Üstelik nihayet uyanmış bulunan Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara rağmen Ağır Ceza Mahkemeleri cezaevine adam tıkmak için en küçük bir fırsatı bile kaçırmamaya azmetmiş görünüyor. Anayasa Mahkemesinin yerel mahkemeler üzerindeki bağlayıcılığı filan gibi mevzular da hak getire.

Anayasa Mahkemesi bireysel başvurular üzerine hak ihlalini teyid eden ve emsal teşkil eden gerekçeli kararlar yazıyor ama hilafet istemek yine terör suçu muamelesi görüyor. AYM’nin kararındaki şu ifadelere bir bakalım mesela: “Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin olarak yeterli bir değerlendirme yapılmadığı, gerekçelerin başvurucunun temel iddialarını karşılamadığı, mevcut başvuruda da anılan Yılmaz Çelik kararından ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.” Yani Yargıtay’ın içtihat değişikliğine gidip fanatik laik-Kemalist dayatmaların telkin ettiği hilafet=terör sendromundan acilen kurtulması gerekiyor. Emniyet, İstihbarat, mahkeme kayıtlarına terör faaliyeti olarak geçen hilafet konusu hukuka uygun bir formda tanımlanmadan normalleşme olmayacak kesinlikle. Laik-Kemalist duyguların, korkuların hukukun ruhunu çürütmesine daha fazla müsaade edilemez, eğer adaletin gerçekten mülkün temeli olduğuna inanıyorsak tabii.

Yeni Akit

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum