1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Hepimiz ağlıyoruz bu ülkede farkında mısınız?
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Hepimiz ağlıyoruz bu ülkede farkında mısınız?

22 Temmuz 2010 Perşembe 04:32A+A-

Ağlamayı ve gözyaşını, bir tür ranta, bir şekilde reytinge çevirmeye çalışıyorlar diye kızsak da...

Ağlamak önemlidir. Farkında mısınız hepimiz ağlıyoruz bu ülkede...
Geçtiğimiz gün 12 Eylül cuntasının astırdığı Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu ve Erdal Eren’den, Hüseyin Karamahmutoğlu’ndan bahsederken gözyaşlarını tutamadı Başbakanımız... Oysa aynı Başbakanımız, birkaç zaman evvel üstüste gelen şehit cenazelerinin ve onların yakınlarının medyaya yansıyan ağır teessüründen bahsederken, yayınlara dikkat edilmesini istemişti. Lafını eğip bükmez, hep gerçektir tepkileri Tayyip Bey’in, doğrusunu isterseniz biraz da sert olmuştu o zamanki açıklamaları... Ama işte böyle Başbakanım... İnsanız ve ağlarız. Ve cidden ağır darbelere, açık haksızlıklara, hak hukuk kayıplarına, uzun yıllardır maruz kalmış olan halk olarak... Siz de dahil efendim... Hepimizin yüreği yanık, lime lime kesiktir...
Neler denemedik ki ağlamamak için?
Dün Kemal Sunal vardı, onu defalarca seyrederken, iyi kalpliliğine, saflığına, tertemizliğine, tüm o kolay senaryolarına sığınarak, hüzünlerimizi yatıştırıp uyuttuğumuz, bugünse rekor kıran Recep İvedik var, eleştirsek de o da bizim yüzümüz işte... Dün, Devekuşu Kabere, Hisseli Harikalar Kumpanyası vardı, en iyi tiyatro işlerini, dışarıda silahlar patlarken, işyerleri taranırken, ölüm fermanları yazılırken sergilerdi. İnsanlar, biraz gülebilmek, biraz unutabilmek, kuralları hiç olmazsa bir saatliğine de olsa unutup yıkmak adına, bu salonları doldururdu. Bugünse one man show’lar moda, Cem Yılmaz var, Yılmaz Erdoğan var... Dün, Sezen Aksu’nun kederli sesinin, gri cunta günlerinde, yasların, taziyelerin ve uzun mahkemelerin umutsuzluk ve hicran dolu günlerinde, bir yara sargısı, bir bandaj gibi hepimizi avuttuğu günler vardı... Bugünse top ten’lerle yıkılıyor ortalık... Dün, gülerken bile ağlardı annelerin gözleri, hâlâ da öyledir... Sonra futbola sarılırdık dün ve bugün aynıyla böyle gider işlerimiz... Kimisi toprağa, kimisi yağlı urganlara, kimisi sürgüne, açlığa, işsizliğe, yoksulluğa mahkum edilmiş gençliğin hatırasını, futbol arenasında, içi hava dolu bir topun ayaktan ayağa savruluşunda iyileştirmeyi denedik... Halen futbol, en iyi acı uyutucularının başında gelir. Tesadüf değil, demokrasi olmasa da futbolumuz, artistlerimiz, şarkıcılarımız hep oldu bizim...
“Biz, bize benzeriz” sözü ne de doğru...
Hangimiz sağlam çıkabildik ki bunca olağan gitmeyen işlerin, bunca postal darbesinin, bunca ayrılığın ve acının ardından... Hangimiz sapasağlam çıkabildik ki?
Orta hallimiz yok bizim. Ya kahkahayla güleriz, ya gözyaşına boğuluruz veya hep sinirliyizdir, yeniden bakmak zorunda olacağımızı unutarak konuşuruz muhatabımızla çoğu kez... Biz niye böyleyiz? Dokunsam ateşiniz elime geçer, dokunsanız tuzla buz olurum... Gergin kavislerle çizilmiş duvar resimleri gibiyiz hepimiz... Bir bardak suda fırtınalar kopartırız...
Başbakan’ın 12 Eylül’de asılan gençlerin hazin hatıralarına dokunması, bazılarının hemen gücüne gidiverdi. MHP, “Ömründe bir kere Fatiha okudun mu ki ardından Pehlivanoğlu’nun” diye seslendi. Erdal’ın ağabeyi televizyonlara çıkarak, kardeşinin isminin kullanıldığından rahatsızlığını dile getirdi. Tamam herkes üzgün ve en çok üzülenler de kuşkusuz bu tür infazlara maruz kalmış kişilerin en yakınlarıdır... Ama bir Başbakan da hepimizin hissettiği acıyı yüreğinde hissedebilir ve bunu dile getirmesinden daha doğal olan ne var? Tamam şimdiye kadar bu isimlerle ilgili bir konuşmasını duymamış olabilirsiniz... Belki geç kalmıştır konuşmak için, belki başka bir takım değişiklik maddelerini geçirebilmek adına açmıştır bu yaralı mektup zarfını...
Ne farkeder?
Ne Adalı’ya karşılık denge olsun diye asılan Mustafa geri gelir, ne on yedisindeki lise öğrencisi Erdal, ne de bir sabah namazı akabinde ensesine yediği dipçikle hayata veda eden Hüseyin...
Ama başka bir şey olur...
Ölenleri hatırlamakta geç kalınsa da... Hükümet ve muhalefet arasındaki kısır çekişme, Anayasa referandumunu tutkulu bir siyaset malzemesine dönüştürüyor olsa bile... Yani hiç memnun olmayacağımız bazı ve hatta tüm durumlarına rağmen... Çok önemli bir işin arfesindeyiz.
Kanla, zulümle, tank, palet zoruyla, silahlı baskıyla yazılmış ve halen hak kayıplarıyla tatbik edilen anayasayı, tartışmaya açıyoruz. Uzun yıllar içimizde uyuttuğumuz, sakladığımız, kimselere bahsetmediğimiz, dudaklarımızı ısırarak ancak Allah’a havale ettiğimiz nice sakıncalı hüzünlerle yüzleşmemizdir bu karar...
İşte mektuplar açılıyor birbir...
Geç kalınmış da olsa, azar azar da gelse, anayasa değişiminin ziline basılıyor...
Sıkıyönetim kaidelerinin olgunlaşmasını beklerken, binlerce insanın ölümüne göz yummuş hatta bu göz yumuşla ölümü teşvik etmiş bu demirden süreç...
Hepimizi ağlatır... Kimi ağlatmaz ki?
Farkında mısınız ağlamayınımız yok aramızda...
Gelin; az da olsa, eksik de olsa, el birliğiyle değiştirelim şu karanlık talihi...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT