1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. Hamuru kardeşlik mayasıyla yoğrulan şehirler
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Hamuru kardeşlik mayasıyla yoğrulan şehirler

09 Aralık 2020 Çarşamba 16:07A+A-

2015 yılı Mayıs ayı sonlarıydı. Dönemin Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Ahmet Davutoğlu seçim çalışmaları için Diyarbakır’a gelmişti. Bu kapsamda STK temsilcileriyle de bir toplantı planlanmıştı. Malum olduğu üzere bir siyasetçinin yolu Diyarbakır’a düşüp STK temsilcileriyle bir araya gelmişse sözün dönüp dolaşıp Kürt Sorununa gelmesi mukadderattandır. Nitekim Ahmet Hoca’da başladığı duygu yüklü konuşmasında: “Diyarbekir’in, Süleymaniye’nin, Bağdat’ın, Halep’in, Konya’nın, İstanbul’un hamuru kardeşlik mayasıyla yoğrulmuştur. Hiçbir güç bu şehirleri bir birinden koparamaz.” Şeklinde bir cümle kullandı. Dürüstçe ifade etmem gerekirse bu özgüven, bu inanç ve bu rahatlık bir yandan hoşuma gitmiş, bir yandan da beni tedirgin etmişti. Çünkü o dönemlerde PKK yol kesiyor, kimlik kontrolü yapıyor, kurduğu mahkemelerde insanları sorguya çekiyor, vergi topluyor, kısacası paralel bir devlet gibi hareket ediyordu. Bir müddet sonra PKK’nin birçok mahallede silah ve mühimmat depoladığı ve iç savaş (serhıldan) hazırlıkları yaptığını görünce, hamuru kardeşlik mayasıyla yoğrulmuş şehirlerin selametinin kalıcılığı; altı doldurulamamış, hesapsız, programsız bir özgüvenle sağlanamayacağı noktasındaki kanaatlerim daha da pekişti.

Son bir haftadır Süleymaniye’nin Piremegrun ilçesinde başlayan gösteriler; Çemçemal, Seyid Sadık ve diğer tüm ilçe ve nahiyelere sıçradı. Gösterilerde Kürdistan bölgesinde faaliyet gösteren iktidar-muhalefet, İslami-ulusalcı tüm siyasi partiler hedefte. En son on civarında ölü ve birçok yaralı olduğu belirtildi. Dün geceden beri sokağa çıkma yasağı ve internet erişimi olmadığı için sağlıklı haber alınamıyor.

Esasında uzunca bir süreden beri Irak’ın tüm bölgelerinde büyük bir huzursuzluk ve artık patlama noktasına gelen öfkeli bir halk var. Bunun sebebini tahmin etmek zor değil. Siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ve buna eşlik eden kaotik toplumsal düzen insanlarda büyük bir yılgınlık, umutsuzluk ve çöküntüye sebep olmuş. 1991 ve 2003 yıllarında daha fazla özgürlük, refah ve demokrasi vaadiyle ABD öncülüğünde Irak’a yapılan operasyonun üzerinden geçen her sene bir öncekini aratacak şekilde vahim bir tablo meydana getirdi. Ülke, siyasal ve sosyolojik olarak Sünniler, Şiiler ve Kürtler şeklinde üç parçaya bölündü. Ayrıca bu üç parçanın kendi içinde farklı çelişki ve uzlaşmazlıklar içeren alt katmanları var.

Suriye’de, Libya’da ve Yemen’de de benzer bir tablo var. Bahse konu bu ülkeler; bir imparatorluk /hilafet şemsiyesi altındayken savaş galibi batılı devletler tarafından işgal edilerek sömürgeleştirildiler ardında da yine bu ülkelerin öncülüğü ve desteğiyle bir ulus devlete dönüştürüldüler. Hangi esaslar üzerine inşa edildikleri hala bile anlaşılamayan bu ülkelerin her birine birer bayrak, birer marş ve eli kanlı birer ulusal önder armağan edildi. Bir asrı bile devirmeden bu devletlerin her biri sahiciliği ve kökleri olmadığından, esen rüzgâra karşı mukavemet gösteremeyerek kendileri devrildi.

İşin daha da kötü tarafı, bu gidişatın neye evirileceği ve nasıl bir şekil alacağına dair tahmin yürütmek imkânsızlaşıyor. Etnik, mezhepsel ve ilave sosyal/siyasi/ideolojik temellerde gittikçe daha çok ayrışan ve derinleşen fay hatları üzerinde yakın vadede bu toplumları yan yana, kardeşçe sulh ve esenlik içerisinde bir arada tutmanın imkânı gün geçtikçe azalıyor. Bölgesel ve küresel aktörlerin çıkar merkezli yaklaşımları, zaten kendi iç dinamiklerinden bir çözüm üretme ihtimali çok zayıflayan bu kaotik durumu daha da kaotik bir hale sokuyor.

Bize ait olan bu coğrafyada acıtan her yara bizimdir, kanayan her yara bizimdir, akan her damla kan bizimdir. Sömürge mantığıyla ve bir dış güç olarak bölgede arzı endam eden ABD veya Rusya gibi “ulusal çıkar” mantığıyla ve her bir yıkımın enkazından “biz ne kazandık” mantığıyla bakamayız. Dini olarak da, ahlaki olarak da, insani olarak da böyle bakamayız. Yüz yıl öncesine kadar aynı çatı altında birlikte yaşadığımız kardeşlerimizin yaşadıkları bu yıkıma nasıl bigâne kalabiliriz?

Bu çerçevede; İslami bir vecibe, tarihi bir yükümlülük ve ahlaki bir gereklilik olarak yardım eli uzatılmayı en fazla hak eden kesimlerin başında bu ümmetin yetimleri olan mazlum Kürt halkı gelmektedir. İhmal ettiğimiz her bir kardeşimiz veya görmezden gelerek ertelediğimiz her bir sorumluluğumuz emperyal hesapların ve daha büyük fitnelerin konusu olmaktadır. Hayat boşluk kabul etmiyor. Boşalttığımız alanlar illa ki birileri tarafından dolduruluyor.

Sömürgecilerin bizim için sunduğu çözüm reçetesi belli: aslında iyiliğe tebdil edilerek dönüştürülme potansiyeli çok daha mümkün olan farklılıklarımızı ve renklerimizi daha da belirginleştirerek bölmek. Peki, ama buna karşı biz hangi tedbirleri alıyoruz? Sömürgecilerin art niyetli olduğu gün gibi aşikâr planlarına angaje olanlarda kabahat var ama onları bu şekilde düşünmeye ve davranmaya yönelten düşünce ve uygulamalarımızda hiç mi kabahat yok?

Bütün bir coğrafya olarak özümüzden uzaklaşarak kendimize yabancılaştık. Yaşadığımız tüm bu sancı ve çaresizliğimizin sebebi budur. Gerek dinimizin apaçık ilkeleri, gerekse bu ilkelerden hareketle şekillenen tarihi tecrübelerimiz ve bu pratik tecrübenin gölgesinde şekillenen kültürel müktesebatımız bize rehberlik edecek bir hazine değerindedir.

Bu çerçevede söylenenler için; çok soyut kaldığı ve pratik sorunlara çözüm sunamadığı, şeklindeki itirazlara bir cevap olarak somut şeyler söyleyeyim:

Evet, galiba kardeşlik mayasıyla yoğrulan hamurumuza zehir katıldı. Daha makul, daha ayakları yere basan, kardeşlik mayasıyla yoğrulmuş yeni bir hamura ihtiyacımız var. Bu hamuru da ancak bunun bilgisine, tecrübesine, kültürüne, müktesebatına sahip olan Türkiye yoğurabilir. Buna sadece Diyarbekir’in, Süleymaniye’nin, Bağdat’ın, Halep’in değil; Konya’nın da, İstanbul’un da , tüm coğrafyamızın da ihtiyacı var.

YAZIYA YORUM KAT

7 Yorum